Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HARUKI MURAKAMI’DEN ‘DOĞUM GÜNÜ KIZI’ Öyküsü hareket ediyor! Öykünün ruhuna can üflemek diye bir şey varsa, Haruki Murakami’nin, Doğum Günü Kızı’ nda bunu yaptığı söylenebilir. TOLGA MERIÇ Y azar bu kısa öyküsünün başına Pinokyo’ya can veren marangoz Geppetto gibi oturmuş ve öykünün karakterlerinden çok, öykü dediğimiz şeyin elini kolunu kıpırdatmasını istemiş sanki. Hani bazen eşyanın kaşla göz arasında kımıldandığı sanısına kapılırız ya, “Doğum Günü Kızı” da işte öyle kımıldanıyor. Bu öykü hareket ediyor... Ahşabın nemle, ısıyla genleşip üzerinde biri yürüyormuşçasına kendi kendine çatırdaması gibi, Murakami’nin zihinde çıtırtılar çıkartan öyküsü de şu soruyla yürüyor: Acaba doğum günü kızı yirminci yaşına girerken ne dilemişti? Öykünün başında doğum günü kızının artık otuzlarında olduğunu öğreniyoruz. Öykünün anlatıcısıyla yirminci doğum günleri üzerine sohbet ediyorlar. O sıralar Roppongi’de lüks bir İtalyan lokantasında çalıştığını söylüyor kız. Yirminci yaşına girdiği akşam, vardiyasını değiştirdiği arkadaşı üşütüp yatağa düştüğü için işe gitmek zorunda kalmış ama bunu dert etmemiş. Çünkü doğum gününü birlikte kutlayacağı erkek arkadaşıyla yaşadığı tartışmanın sonunda aralarındaki bağın koptuğunu hissetmiş. İçinde bir şey taş gibi katılaşıp ölmüş. Ardından, çalıştığı yerin gizemli sahibinin, restoranın bulunduğu binanın altıncı katında bir dairesi olduğunu öğreniyoruz kızdan. Lokanta müdürü bu gizemli adama her akşam aynı saatte aynı yemeği götürüyormuş. Adeta dini bir ritüeli andıran bu servis işi, yirminci yaş gününde kızın üstüne kalıyor çünkü restoran müdürü o akşam aniden hastalanıp hastaneye kaldırılıyor. Ve işte ne oluyorsa o gizemli restoran sahibinin odasında oluyor. Sohbet sırasında kızın yir minci yaş günü olduğunu öğrendiğinde adam şöyle diyor: “Eğer bir dileğin varsa bunu gerçekleştireceğim. Ne var ki, tek bir dilek hakkın var, iyice düşünesin. Tek bir dilek. Sonra kararını değiştirip vazgeçemezsin.” YAŞAM DENEN ŞEY Ne dilediğini öğrenemiyoruz ama yaşlı adam şaşırıp, “Başka dileyecek bir şeyin yok mu ki?” diye sorunca kızın şu tuhaf yanıtıyla karşılaşıyoruz: “Ben henüz yaşam denen şeyi tam olarak kavramış değilim. Yaşamın nasıl işlediğini tam anlayabilmiş değilim.” Sonrasında, yaşlı restoran sahibi anlaşılmaz bir şeyler yapıp iki elini birbirine vurarak, “Dileğin kabul oldu,” diyor kıza. Kız adamı bir daha hiç görmüyor. Oraya pek yaklaşmamanın daha iyi olacağını hissedip işten ayrılıyor. Dileğini açıklamak yerine okurun zihnin de öyküyü hareket ettiren başka şeyler söylüyor kız: “Ben şimdi, benden üç yaş büyük bir muhasebeciyle evliyim; iki de çocuğumuz var. Bir oğlan bir de kız. Bir de İrlanda seteri köpeğim var. Audi’ye biniyorum. Haftada iki kez kadın arkadaşlarımla tenis oynuyorum. Bu benim şimdiki yaşamım.” / “İnsan ne dilerse dilesin, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, önünde sonunda olup olabileceği kendisinden başka biri değildir.” Kızın dediğine göre kendisininki zaman isteyen bir dilekmiş ve gerçekleşip gerçekleşmeyeceği hakkında kesin bir fikri olamazmış. Ama on yıldan fazla bir zamandır gerçekleşmediğini de söyleyemezmiş. Tam burada, öykü yine hareket ediyor. İpuçlarını biriktiren Murakami okurları o dileğin ne olduğunu bulmaya sadece bir adım kaldığını hissediyor. n Doğum Günü Kızı / Haruki Murakami / Çev: Ali Volkan Erdemir / Doğan Kitap / 68 s. / 2019. ANNEMARIE SCHIMMEL’ DEN ‘İSLAMIN KISA TARİHİ’ İslam tarihine Batılı yaklaşım İslamTasavvuf araştırmacısı Annemarie Schimmel, İslam tarihinin özenli bir incelemesini sunarken, popüler ve hatalı görüşlere de açıklık getiriyor. HİKMET AKYÜZ İ slam çalışmaları uzmanı Annemarie Schimmel’in daha önce Sayıların Gizemi ve İslamın Mistik Boyutları’nı yayımlayan Alfa Yayınları şimdi de yazarın İslamı, teolojik olarak gelişimini ve geleneğin tarih boyunca temel takipçilerini açık ve güvenilir bir şekilde sunduğu; geleneksel İslam tarihi görüşünü yansıttığı; İslama dair bilgileri derlediği İslamın Kısa Tarihi’ni okuyucuyla buluşturdu. İslamın ortaya çıkışından itibaren Müslümanların dünyasındaki mevcut değişim sürecine ve son gelişmelere değinen Annemarie Schimmel, İslamın karmaşık ve çok yönlü tarihinin özenli bir incelemesi olan bu kitapta İslam hakkında Müslüman olmayan toplumlarda hüküm süren popüler ve hatalı görüşlere de açıklık getiriyor. Schimmel, İslamın Hıristiyanlığın karşı karşıya kaldığı tüm dinler arasında en çok yanlış anlaşılan, en fazla saldırıya uğrayan din olmasının nedeninin Batı dünyasının yaklaşık bir yüzyıl boyunca İslami güçler tarafından tehdit edilmesi (yazar; 8. yüzyılın başlarında İspanya’nın Araplar tarafından ele geçirilmesiyle başlayan bu dönemin 1683’te Türklerin Viyana’yı kuşatmasıyla son bulduğunu da ekliyor) olduğunu söylüyor. Hıristiyanlığın en büyük düşmanı olarak tanımlanan İslamın Hıristiyanlıktan sonra ortaya çıkan tek dünya dini olduğunu; bu yüzden İslamın erken Bizans döneminin dini öncülerinden başlayarak Adolf von Harnack’a (18511930) kadar, Hıristiyanlığın toplumsal değerlerine aykırı, neredeyse bir sapkınlık olarak gösterildiğini de ekliyor. YANLIŞ ANLAŞILMALAR İslam ve peygamberiyle ilgili yaratılan algının ortaçağda da farklı olmadığını; bu çarpıtmanın öylesine ileri gittiğini; Muhammed’in Yüce Tanrı olarak gösterildiğini; onun altın heykellerinden bahseldiğini, hatta edebiyatta onun “altın resimlerinden” romantik döneme kadar söz etmeye devam edildiğini de vurguluyor. Schimmel, her türlü resme tapınmayı reddeden, üstelik peygamberinin kendisini prensip olarak “sadece insan” kabul ettiği bir dinin bu denli yanlış anlaşılmasının kısmen yetersiz dil becerileriyle bağlantılı olduğunu söylüyor. İslamda bir kült dil olarak Arapçanın ancak ortaçağın sonlarına doğru hak ettiği önemi kazandığını ve özel Arapça kursları açılmaya başlandığını; oysa Müslüman İspanya’daki Hıristiyan ruhban sınıfının, hükümdarlarının dilini çoktan akıcı bir şekilde konuştuğunu ekliyor. Kuran’ın ilk Latince çevirisi 1143 yılında Rodbertus Ketenensis tarafından yapılır; tam 400 yıl sonra Luther’in cesaretlendirmesi sonucu Kuran’ın Latince bir örneği Bibliander tarafından İsviçre, Basel’de bastırılır, daha sonraysa Latinceden İtalyanca ya (1616, Salomon Schweigger) ve Hollandacaya çevrilir. Schimmel ilk defa bu dönemde dini bir amaç gütmeden Arapçayla ilgilenilmeye başlandığını; Arap tarihi ve diline karşı hissedilen ve gittikçe gelişen yakınlığa rağmen 16 ve 17. yüzyılda sayısız kışkırtıcı, polemik eserin özellikle de bu dönemde Türklerin yaydığı Türk korkusuyla ortaya çıkmaya devam ettiğini (edebi eserlerin dışında) vurgular. Çalışmasının bakış açısının geleneksel İslam tarihine dayandırdığını söyleyen Annemarie Schimmel, İslama dair birçok konuyu ilgi çekici bir şekilde aktarmayı beceriyor. n İslamın Kısa Tarihi / Annemarie Schimmel / Çeviren: Şebnem Andaç / Alfa Yayınları / 168 s. / 2019. 6 19 Eylül 2019