24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CAN GAZALCI’DAN ‘MEYNAME’... ‘Asıl hikâye bizi tutsak alan anlarda’ Can Gazalcı’nın yeni romanı Meyname, meyhaneleri dolaşarak babasından iz arayan bir adamın yaklaşık 60 yıllık zaman dilimi içinde kendinden önceki iki nesilden can acıtan sırlar bulmasını anlatıyor. GAMZE AKDEMİR gamze.akdemir@cumhuriyet.com.tr n Bu romanı on üç yılda yazdığınızı belirtiyorsunuz girişte. Bu zaman aralığı romana, diline nasıl yansıdı? Bir de romanın sonunda yer alan “20062019, Ankara, Konya, Bodrum, Erzurum, İstanbul, İzmir, Ankara, Fethiye, Ankara, Mersin, Ankara, Çalıkuşu.” dipnotu... Bu hatta mı yazdınız? Romanın en çok günlük hayat gözlemlerine dayandığına inanırım. On üç yıl boyunca üzerinde devamlı çalışmasam da beni ve dış dünyayı yenileyen gözlerimle her yıl, başına oturup yazdıklarımı yeniden gözden geçirip geliştirmeye çabaladım. Romanın sonuna not düştüğüm şehir isimleri, romana yeni unsurların katıldığı yerleri işaretliyor, sondaki Çalıkuşu ise Meyname’ye noktayı koyduğum Ankara’nın tarihi meyhanesi. n Romanınız başlarda tek gibi görünse de aslında çok aşamalı bir yapıda gelişiyor. Arka planındaki ezber bozan öyküler silsilesiyle hem zehir hem panzehir niteliğindeki günlükler; Barış ve Yeşim başta pek çok kişinin hayatını kökten değiştiriyor. Barış, babası Mustafa ve Asude arasındaki aşkı anlatan günlüklerin izini dedektif gibi sürerken buldukları karşısında neye dönüşüyor? Hem zehir hem panzehir nitelemenizi çok sevdiğimi söylemeliyim. Romanı ruhuna girerek okuduğunu gösteriyor ki benim için çok sevindirici. Barış dönüşen bir karakter ve bu dönüşümü perişan olarak yaşıyor, kaybettiği hiçbir şey yok, yeniden eski hayatına dönebilir ama dönemiyor, kendisini derinden sarsan olaylarla karşılaşan hiç kimse, hayatına eskisi gibi devam edemez. Zaten roman en çok bu tutsaklıkları anlatıyor. Bizi “an”lar tutsak alıyor, her insanın bu anlarının peşine düştüğünüzde herkesten bir roman çıkar, bu anlar hem biriciktir hem de araya karbon kâğıdı konulmuşçasına ilk insanlardan bu yana sürer gider. Meyname’de “an”lar başka “an”ları tetikliyor ve bir bakıyorsunuz ki o anlar ömür olmuş. ‘HEPSİ GERÇEK HAYATTAN ESİNLİ’ n Çoğu istikameti alkole doğru tam yol çizmiş yaşamlardan her bir kesitte ezberi bozuluyor okurun. Her an yeni bir gelişme ile karşılaşıyoruz. İmlediğiniz gibi ro manınızda bir tane bile “kötü” karakter yok. İşiniz insan denilen muammayla... Öykü de roman da öncelikle insanın çözülememiş gizemlerine ışık tutmalıdır bence. Gizemi çözemez ama onu bize gösterir. Çözülememiş derken neyi kast ediyorum. Anlaşılmaz, belki hepimizin gösterdiği, tanık olduğu ama bir türlü açıklayamadığımız davranışlarımızı... Meyname’nin okurlarından bazıları “Hayır canım bu kadar da olur mu, mümkün de ğil böyle bir şey, kimse böyle yapmaz” diyecektir. Bunu derken de aslında kendini de zaman zaman böyle davranışlar gösterdiğini bilecektir ya da bunları yapmanın tam kıyısından döndüğü zamanları... Ve onlara bir yanıtım daha vardır: O kadar inanılmaz gelmesinin nedeni hepsinin gerçek hayattan esinlenerek yazıl mış olmasıdır. İşte muamma burada... İyikötü meselesine ge lince... Evet çevremizde gerçek kötüler de yok değil ama büyük çoğunluğumuz “birbirimizin” kötüsüyüzdür. Bir de kimseyi kötü bulmayıp hayatını çektiği acılara göre biçimlendirenler var. Yalnızlıkla büyük acılar çekiyorlar. İşte onlar en çok yazmaya değer olanlar bana göre. n Tıpkı “Meyname”nin sürprizli bir o kadar da hüzünlü, inceden kanayan, mektuplu, deruni aşk hikâyeleri gibi... Ömür boyu mıh gibi yürekte... Meyname, böyle bir okuma yapıldığında gerçekten birden çok aşk hikâyesinin birbirlerini etkilemesi olarak ele alınabilir. Birlikteyken karşılıklı olan, birlikte olmadan karşılıklı olan, birlikte olsalar da tek taraflı yaşanan, bazen de hiç birlikte olmadan sürüp giden aşklar var Meyname’de... Biri olmazsa diğeri olmayacak şekilde ilerliyor hikâye. DEĞİŞEN KÜLTÜR n Ankara’nın 60’lı yıllardan kalma tarihi meyhanelerini araştırmaya başlayan Barış, tarihi mekanlarda buluyor kendini; maharetli garsonlarla, rakı üstatlarıyla tanışıyor. Fark edilmeyecek gibi değil o kaybolan doku, yaşam biçimleri, mekanlar, bellek... Arkadaşı Hakan’ın dediği gibi “Bir daha yaşanmayacak şeyler bunlar”. Haklısınız, bir zamanların Ankara’sındaki meşhur mekânları ve bugün yerlerinde neler olduğunu araştırırken bu değişen kültürü de görmüş oldum. Benim kuşağım 43 yaşındayım hâlâ meyhanelere gitmekten zevk alıyor. O eski tadı veren yerler de giderek azalıyor ama yok değiller. Birçok şehirde en az bir tane bulmak mümkün. Birbirini anlayabildiğin, dinleyebildiğin, karşısındakinin gözlerinin içine bakıp hüznünü, keyfini görüp paylaşabileceğin bir yer Meyhane. İnsanı çözen bir hâli var. Bizler daha çok yalnızlığa mahkum edilirken, en iyi, en birinci kendimiz olduğumuz, birbirimize kazık atmanın makbul olduğu habire bize fısıldanırken elbette meyhane kültürü de değişiyor. Birbirlerini anlamaya çalışmadan bir mekânda sallanıp durmayı tercih etmek zorunda kalanlara kızamıyorum çünkü bu çok daha korunaklı. Ama acı. n Meyname / Can Gazalcı / Edebiyatist Yayınevi / 288 s. / 2019. FOTOĞRAF: NECATİ SAVAŞ 18 19 Eylül 2019 A. KADİR PAKSOY’DAN Şiiri şiirle anlatan kitap NURTEN BAŞAK A Kadir Paksoy’un 2017 Yunus Nadi Şiir Ödülü’ne değer görülen Şiirin Kıyılarında adlı yapıtı şiir ve ozanlık üstüne bir yapıttır. Bu yapıta ozanın poetikası da denebilir. Mallarmé’nin dediği gibi, şiirin yapı taşı sözcüklerdir: “Kimi bire bin verir ektiğim sözcüklerin/Kimi kendi kendini yer bitirir/Çürür günlerin bir avuç saksısında...” (Sözcükler). Aynı zamanda bir sabır ve yalnızlığı göze alma işidir şiir: “Şiir mi yazacaksın/ Kolları sıvamalısın o halde/Çiçek yetiştirmeye/Her gün çiğnenen bir bahçede//Şiir mi yazacaksın/Göze almalısın o halde/Bir kavak ağacı olmayı/Çam ormanında/Ya da bir meşelikte…” (Şiir mi Yazacaksın). Şiir bir insan hakkıdır ozana göre: “… Düşünüyorum da bir insan olarak / Şiir her insan için bir hak / Ne kötülük gelmişse kalubeladan beri insanlığın başına / Şiirsizlikten gelmiş en başta / Bu gerçeği artık herkes anlamalı /İlk maddesi Evrensel Bildirge’nin ‘şiir hakkı’ olmalı...” (Görev). Peki ozan kimdir Paksoy’a göre? “Belki göğün sevgisini biraz daha çok kazanmıştır / Bu yüzden onun damına yağmur bir başka yağar / Sözcüklerin uyumu bozulmasın diye / Daha bir usludur damlalar // Yani sözün kısası / Bizden biridir ozan / Tek farkı /Kıtlık günlerinde / İçten bir gülümseme karşılığında / ‘Ekmek arası şiir’ satan” (Ozan). Cemal Süreya’nın “Kartalların Ozanı” olarak nitelendirdiği Vecihi Timuroğlu’na, 2 Temmuz Sivas cankırımında yitirdiğimiz üç ozana (Metin Altıok, Behçet Aysan, Uğur Kaynar) ve 1984’te bir kazada yitirdiğimiz adaşı Abdülkadir Bulut’a adadığı şiirler, bu yapıttaki öne çıkan şiirler, diyebilirim. Ozanın, “Türkiye Cumhuriyeti’ni şairler kurdu” diyen İlhan Selçuk’a adadığı bu kitap, şiir ve ozanlık üzerine düşünenlerin okuması gereken bir yapıt. n Şiirin Kıyılarında / A. Kadir Paksoy / Şiirden Yayıncılık / 2019.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle