Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
MUSTAFA ORMAN’DAN ‘OVADA PALDIR KÜLDÜR’ Acıdan duvarlar örmek Yazar yarattığı edebi bir metnin toplumsal cinsiyete yön verdiğini, onu şekillendirmek ya da bilindik kodları yeni baştan ortaya koymak arasında bir seçim yaptığının bilincine varmalıdır. SACİDE ALKAR DOSTER Ü ç yıl evvel, Derdin İncinmesin ilk çıktığında, büyük bir merakla kitabı aldığımı anımsıyorum. Mustafa Orman’ı, Sultan Komut ile birlikte çıkardıkları İzafi Dergisi’nden biliyor ve izliyordum. Ancak, Orman dilin tüm imkânlarını sınırsızca kullanmak isterken, öykülere erişimi engelleyen bir duvar örmüştü ve bu duvar, kitapla bağ kurmamı olanaksız kılıyordu. Okumaya başlıyor ama bazı cümleler yüzünden yol alamıyordum. Bu durum elbette öykülerin esas meselelerine ulaşmayı da zorlaştırıyordu. Jale Özata Dirlikyapan’ın Öykülem Dergisi’ndeki eleştirisi de Orman’ın dil konusundaki tutumuna yöneliktir. Şöyle diyor Özata: “Mustafa Orman, ilk kitabı Derdin İncinmesin’de dil meselesine epey kafa yormuşa benziyor. Ancak özellikle bazı öykülerde yoğunlaşan zorlama ifadeler, bu kafa yoruşun arka planında, ‘farklı’ olmak için girişilen çabayı fazla görünür kılıyor.” Ve benim de zihnimi oldukça meşgul eden o cümlelerden örneklerle devam ediyor. “Yüzündeki bakışı birçok şeye terfi ediyordun... Ağzının dimağına, ferini fer eden acınmanın kuyusundan, alıyorsun bağrına bahtını...” Orman, ikinci kitabı Ovada Paldır Küldür’de dil ile barışmış görünüyor. Bu barışı, ilk kitaptaki sancıların olumlu bir geri dönüşümü olarak okuyabiliriz. Öykülerin geneline yayılan bir bütünlük var bu kez. Akıcı; okur ve öykü arasında köprü bir dil. “Şüphesiz ki ona ve diğerlerine bellek verilmiş, kendilerinden intikam alsınlar diye. Her saat başı, her gün fazlasıyla intikam alıyor. Bir gerginlikle duruyor. Karın kaslarını yırtan bir endişeyle. Yarının belirsizliğiyle. Ne akşamın çabucak geçmesini beklemek ne de sabahın ansızın gelmesini istemek bir işe yarıyor. Her hatırladığında acı çekiyor. Yavaş yavaş, kabul etmediği günlerin içinde buluyor kendini. Hakikatin etrafında dolaşmaktan umuda yer kalmıyor zihninde.” Yazar, öykü kişilerini gündelik dil ve diyaloglarla kendi sesinden uzak tutmaya çabalamış. Yine de bazı öykülerde metne dahil olmaktan kaçamadığı görülüyor. Örneğin “Dağda Yel Sesi Var” öyküsünde Celil Seyit, kalması için ısrar eden Münip Usta’ya şöyle cevap verir: “Umudumun yanında, yöresinde fazla kalmamalıyım. Ona alışır, ona bağlanır, ondan medet umarım. Bu yüzden gitmeliyim ben.” Elbette kalması için teklifte bulunulan karaktere ait değildir bu sözler. Yazar ansızın metne dahil olmuştur. Öykülerin arasında dolaşacak ve bilgece bir cümleyle okurun dikkatini çekecektir. Burada önemli olan; yaratılan karaktere uygun diyalogların, bir anda ders veren, hikâye anlatan seslere dönüşmesidir. “Mahcup İnsanlar Geçti” öyküsünde; Eyüp Suphi, “Anlatıp bitirene kadar sanırım, yarınki gazteler İstanbul’da baskıya girmişti, uçaklar iki sefer yapmıştı, Ankara treni Kars’ta yolcularını indirmişti. Tam anlamadım, anlattığı da yıllarca sürdü sanki.” derken ve Rıza “...seni bildim bileli susmayan bir kitapsın.” dediğinde de yazarın sesini duyar okur. ORTAK ÇARESİZLİK Öyküler ortak bir “çaresizlik” temelinde gelişmiş. Ayakları kesilen Rıza, ona bakmak zorunda olan Safiye, evini, annesini terk eden, anılarını başkalarında, başka şehirlerde bulmayı uman delikanlı, Münip Usta ve ötekiler. Hepsi çaresizliği tatmış, hayata karşı savunmasız kalmış karakterler. Beni en çok etkileyense Safiye oldu. Hayatı öyle çok mecburiyetle çevrelidir ki Safiye’nin, soluk almak, içindekileri rahatça dökebilmek için seçtiği yer, kocasının yarım kalmış bedenini gömdüğü mezardır. “Hastanede siyah çöp poşetinin içinde teslim etmişlerdi kesik bacaklarını. Galip’le birlikte önce kefene sarmış, sonra da gelip buraya gömmüştük… Ey Allah’ım! Bıraksaydın. Yarım değil bütününü toprağa bıraksaydın. Bunca üzüntü çok. Zaten her şey zor.” Ancak Safiye karakteri ile ilgili en önemli ayrıntı, kadını aciz erkeği mağdur kılan anlatıcı sorunu. Rıza’nın dilinden Safiye şöyle tanımlanıyor: “Yol bilir, ağzını açmaz, gözünü sağa sola kaçırmaz, sözden çıkmaz, laf biriktirmez...” başka bir satırda “Biraz alçakça olacak, o benim altımı temizledikçe ben ona her gün bir kez daha âşık oluyorum. Düşünsene istemeden evlendiğim Safiye’yi sevmeye başladım.” Rıza’nın Safiye’ye duyduğu sevgi yarım kalmış bedeni ve Safiye’den başka seçeneğinin kalmayışı ile ilişkilendirilmiş. Eril bakışın kadına biçtiği; ahlaklı, cefakâr ve yüce gönüllü kadın sıfatlarıyla donatılan Safiye, Rıza’nın arkadaşı ile yalnız kaldığı ilk an, şehvetli bir kadına dönüşecek ve okur, akıllara kazınan o tanıdık senaryo ile karşı karşıya kalacaktır. “Eyüp Suphi’nin gözleri ona kaçmış, ayak bileklerinden başlayıp kalçalarının belirginleştiği yerlere kadar bakarken göz göze geliyorlar. Ağzına götürdüğü çayla donup kalıyor. Gözleri aralanıp kapanıyor. Önüne eğilip bir kez daha gözlerini kaçırıyor. Soluğu tıklım tıklım. Titriyor dudaklarının kenarından. Bir karmaşa içinde elleri dolaşıyor. Işık sönüyor. Halı kırışıp kırışıp düzeliyor, kenarları kanepeye vuruyor. Soluk soluğa…” Safiye ile Eyüp Suphi arasında gelişen bu ani ilişki, okuduklarımızı inandırıcı kılacak herhangi bir temel üzerinden ilerlemiyor. Rıza’nın uyuması ile baş başa kalan Safiye ve Eyüp Suphi’nin dizginleyemedikleri arzularını görüyoruz ama ne öncesinde ne de sonrasında bu durumu anlamlandırabileceğimiz tek bir izlek yok. Hikâye neyse ki Safiye’nin hamile kaldığını öğrendiğimiz noktada daha fazla ilerlemeden bitiyor. Edebiyat sınırsız bir alan. Yazarın hangi hikâyeyi nasıl, hangi tercihlerle kurgulayacağı da elbette onun sorumluluğun da. Ancak kadına dair, yıllardır sürdürülen gelenekçi ve klişe algının kendini bir kez daha tekrar etmesi, başka bir ihtimalin arayışına sürüklüyor okuru. Bu minvalde, yazar yarattığı edebi bir metnin toplumsal cinsiyete yön verdiğini, onu şekillendirmek ya da bilindik kodları yeni baştan ortaya koymak arasında bir seçim yaptığının bilincine varmalıdır. Safiye bunca sorunun içinde, neden arzuları ve cinsel açlığı ile karşımızdadır, neden onu aldatan, sevmeyen Rıza ile yaşamak zorunda bırakılmıştır ve neden hamile kalmak gibi bir sona mahkum edilmiştir. Ve unutulmamalıdır ki toplumsal cinsiyet sürekli olarak öğrenilen ve üretilen bir kavramdır. n Ovada Paldır Küldür / Mustafa Orman / Everest Yay. / 120 s. / 2019. 12 19 Eylül 2019