15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Peki, kim bu Suad?.. Huzur romanında, takıntılı ilgisiyle olayların akışını etkileyen Suad tipine esin olan gerçek kişiler var mıdır? Bunlar, Tanpınar’ın yaşadığı bir gözaltıyı “şantaj” konusu yapmalarından korktuğu adlar olabilir mi? T anpınar’ın roman / hikâye kişilerinin, değişen oranlarda otobiyografik nitelikler taşıdığını ya da gerçek kişilere denk düştüğünü, yazarın toplumsal konumları az çok değiştirerek eserlerine anlatı sanatının temel ilkesi olan “kurmaca” niteliğini kazandırmaya çalıştığını, kitaplarını okuyan herkes ayırt etmiştir. Roman kişileri, yazarın çocukluk, gençlik yıllarından ve öğretim üyeliğinden belirgin izler taşır. “Hoca” ve evli barklı, yerleşik düzen sahibi olan İhsan da düşünce planında şair ve göçebe Yahya Kemal’in izdüşümüdür. Tanpınar’ın yazılarında andığı kimi kişiler de biraz değişerek romanlarında karşımıza çıkabilmektedir. Örneğin, Ziya Gökalp için yaptığı “formül adamı, tarif edince rahat ediyor” nitelemesini, Aydaki Kadın’da bir roman kişisine de yakıştırır. DP milletvekili olan Dıranas ile karşılaşmasının anısı da biraz değişerek romana giriverir. Daha birçok örnek var. BİR HAYAL PRENSESİ: NURAN Gerçek hayatta kime denk düştüğü konusunda en “isabetsiz” tahminler ise bence Huzur’un önemli kişisi Nuran konusunda yapılmakta, Tanpınar’ın çevresinde bulunmuş kimi kadınlara “Nuranlık” yakıştırılmaktadır. Nuran, kuşkusuz Tanpınar’ın çevresindeki kadınlardan çizgiler taşımakta. Ancak 1930’lar Türkiyesi’nde, herkesin ilgisini çekecek kadar güzel, ileri düzeyde kültüre ve müzik sanatına egemen, aynı zamanda dul ve çocuklu, yaşça kendisinden de küçük birisiyle serbest bir ilişkiye girebilecek “orta sınıf” üyesi bir kadın, olsa olsa “idealizasyon” ürünüdür. Bence Tanpınar, çevresindeki erkekler dâhil herkesten çizgiler alarak, kendi özlemlerini de katarak bu “ideal” güzeli oluşturmuş ve hayal dünyasının prensesi yapıvermiştir. Erkekler dâhil dedim, Gerçekçilik Açısından Ahmet Hamdi Tanpınar adlı kitabımda vurguladığım gibi; soyunda hem Mevlevîlik, hem Bektaşilik bulunan; babası, dayısı, dede si hep müzisyen olan Nuran tipini oluştururken Tanpınar’ın “Terbiyesinde Mevlevîliğin, belki de uzaktan temas ettiği Bektaşîliğin büyük payı vardı” sözleriyle andığı, yüksek öğretmen okulundan arkadaşı ve aile dostu, babası ve amcası müzisyen, kendisi de besteler yapmış olan Hasan Âli Yücel’den de esinlenmiş olması muhtemeldir. Huzur’un aykırı kişisi, “sebeb olan”ı Suad, Mümtaz’ın akrabası, Nuran ile eşi Fahir’in de üniversite arkadaşıdır. Anadolu’da bankalarda çalışmıştır. Verem hastasıdır. Evliliği sorunludur. Metresine çocuğunu aldırması için yaptığı baskıya, Mümtaz rastlantıyla tanık olur. Suad, Mümtaz ile ilişkisini bildiği halde Nuran’a mektup yazmış, geçmişten gelen ilgisini açıklamıştır. Bu takıntılı ilgi, Mümtaz’ın da kâbusu haline gelir. Suad, yitirilmiş anahtarı bularak gizlice barındığı Mümtaz’ın evinde intihar eder. Bu olay, evlenmek üzere olan Nuran ile Mümtaz’ın ilişkisini bozar ve ikili ayırılır, genç kadın eski eşine geri döner. KURGUSALDAN GERÇEĞE Peki, Huzur’da, özellikle Mümtaz’ın evindeki ferahfezâ ayin icrası sırasında, ortamı bulandıran, “faşizan” eğilimleri sezilmekle birlikte farklı siyasal rejimleri kutsayacak kadar eklektik, insanları kendisine acındırmaya çalışan, Mümtaz ile yüzleşirken işi pişkinliğe vuran, ilgisini giderek “şantaj” boyutuna vardıran Suad, gerçek hayatta hangi kişiliğe denk düşmektedir? Kuşkusuz, Suad tiplemesini oluştururken de, Tanpınar’ın kurgusallık ilkesi adına çeşitli değiştirmeler yapmış olduğu kestirilebilir. Haliyle Suad daha “uç” bir kişilik olarak ve trajik bir son içinde çizilmiştir, ancak beride kimi benzerlikler bulmak mümkün. Tam burada önemli bir anımsatma yapalım: “Mümtaz ile özdeş” Tanpınar’ın, kendi hayatında da bir “şantaj” korkusunun basıncı altında bunaldığını, Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa adıyla yayımlanan günlükleri ortaya çıktığında öğrendik. Tanpınar, 1927 yılında yedek subaylık yaparken, TKP çizgisindeki Aydınlık dergisindeki toplantılara katılmış olduğu için, on gün sü reyle gözaltında kalmış. Tanpınar’ın siyasal düşünceleri, aslında belli bir kalıba pek de oturmuyor. Kültürel konularda Yahya Kemal’e, siyasal konularda İnönü’ye yakın, tüm vecibelerini yerine getirmese de dini inancı olduğunu da söyler. Türkiye’deki sağcıları yetersiz, solcuları ülke gerçeklerinden uzak ve her iki kesimi de “cahil” buluyor. Öte yandan, 1960’lı yıllarda, ülkede demokratik sosyalist bir parti kurulursa üye olabileceğini ama illegal ko münistler sızacağı için bunu mümkün görmediğini günlüğüne eklemiş. Tanpınar’ın Aydınlık dergisine ilgisinde, bir yandaşlıktan çok, “hiçbir şeyi inkâr etmeyen, her şeyi ve bütün tarihi yaşayan” bir “tecessüs”ün etken olduğu söylenebilir. Gelgelelim, Niyazi Berkes’in dediği gibi, “aykırı” her düşünceyi “kızıla boyama” dönemidir. Tanpınar’ın da bu gözaltının ortaya çıkması, dahası bazılarının “şantaj”ına yol açması korkusunu ömür boyu yaşadığı, günlüklerinden anlaşılmaktadır. Bu şantajı yapabilecek kişilerin adlarını da açıkça verir: “Necip Fazıl yeniden moda olmuş. Korkuyorum, şantaj başlayacak. (...) Ömrümün bir hadisesi var ki, bahsedilmesinden korkuyorum. Necip de, Nihat da bunu yapabilirler: Şantaj.” Necip Fazıl, Büyük Doğu dergisinde ona birkaç kez, çeşitli bahanelerle sataşmıştır. Tanpınar’ın Peyami Safa ile ilişkisi daha da kötüdür. Günlüğünde, öldüğünde ona hiç acımadığını yazar ve şunları ekler: “Peyami huysuz, karışık, küçük hesapları, en kötü insanlarla beraberliğe hazır ve menfî adamdı. (...) İhtirası gözlerini bürüdü mü her şeyi unutuyordu. (...) (Aşağılık duygusu) onu insanlara düşman, agresif yapmış (tı). Jurnal, şantaj hiçbir şeyden çekinmezdi.” Başka bir yerde, sağcıların cahilliğini ve aşikâr şekilde “hain ve ahlaksız” olduklarını belirtip “Peyami Safa... Peyami Safa’dan daha iğrencine tesadüf edilir mi?” diye yazmış. BENZERLİKLER VE SORULAR İlginçtir, Tanpınar, Peyami Safa’yı “kendine mahsus nezaketi ve zekâsı” nedeniyle “yine de sevdiğini” söyler. Huzur’da da Mümtaz’ın Suad’a bakışı şöyle özetlenir: “Zekâsını, konuşmasını çok beğenirdi. Fakat onda kendisini rahatsız eden bir taraf vardı.” Paralellik sürüyor, işte Günlük’te Peyami Safa: “Vücutça yüzün kendisi, gözlükleri, yan bakışı ve nezaketi ile Peyami daima karıncaya benzerdi. Sinistre bir tarafı vardı. İnsan keşfetmesinden hoşlanır, fakat sonra kendi çerçevesinden çıkınca nazikâne düşman olurdu.” Ve Huzur’da Suad: “Filhakika Suad’ın gülüşünde kalpten gelen her şeyi reddeden garip bir hal vardı. Sanki yüzü birdenbire her şeye yabancı ve düşman kesilmiş gibi gülüyordu.” Öte yandan, Huzur’da Mümtaz’ın sadece Nuran’dan dolayı değil, İhsan ile yakınlığından ötürü de kıskanılmış olması gibi, Tanpınar’ın da Yahya Kemal ile olan yakınlığından ötürü kıskanılmış olduğu bilinmektedir. Kesin “özdeşleştirme”ler yapmadan soralım: Tanpınar, Suad figürünü oluştururken kendisine dönük şantajlarından ömür boyu korktuğu, “itiyat”larına bağımlılığını ballandırarak anlatmış ve aynı dünya görüşünden kişilerin bile tepkisini çekmiş, tıpkı Suad gibi bir dönem Anadolu’da da bankacılık da yapmış olan Necip Fazıl’dan ve karakter olarak romanlarında anlattığı hastalıklı kişilere benzeyen Peyami Safa’dan bir hayli “ilmek” almış olamaz mı? Suad kişiliğinin, Nuran kişiliğinden çok daha “sahih” olması, bu türden somutluklara dayanıyor olmasından ötürü değil midir? n 8 23 Mayıs 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle