16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZEHRA ÇELENK’TEN ‘HAYATTA KALMA REHBERI’ ‘İnsanın önemli bir gücü var’ Büyük cümleler kurmak yerine kendi derdini herkes gibi anlatan kahramanları var Çelenk’in. Bugünün değişimine yetişilemeyen hayatının içinde yaşadığımız yalnızlığın farkına varmamızı sağlıyor. Gelecekten ve geçmişten sesleniyor. ADALET ÇAVDAR Senaryolarından ve yazılarından tanıdığımız Zehra Çelenk’in ilk öykü kitabı Hayatta Kalma Rehberi Everest Yayınları tarafından yayımlandı. Zehre Çelenk ile yazın hayatını ve öykülerini konuştuk. Pek çoğumuz sizi haftalık köşeyazılarınızla tanıyoruz ama siz bilinen bir senarist ve yazarsınız. Biraz yeni öykü kitabınız Hayatta Kalma Rehberi öncesindeki süreçten söz edelim mi? Edebiyatla ilişkim aslında hepsinden önce başladı, küçük yaşlarda yayımlanan şiirler ve öykülerle… Sinema tutkusu da hep vardı, RadyoTelevizyon, Sinema eğitimi aldım. Bunların birleşimi senaristliğe yönlendirdi. İlginç biçimde ilk kitabım Ruhumun Aynası bile TV senaryosundan romana dönen bir metin oldu. TV işleri çok talepkârdır, çok zaman alır. Son yıllarda bunu esas tutkularım lehine dengelemeye çalıştım. Bir de Ankara’da yaşıyordum birkaç yıl öncesine kadar. Sonra İstanbul’a taşındım, son iki yılda da köşeyazıları geldi. n İlk öykü kitabınız Hayatta Kalma Rehberi Everest Yayınları’nca bu hafta yayımlandı. Öyküler tematik açıdan birbiriyle paralel olmasa bile aşktan aileye, aileden kopuşlara ve aldatmaya varan bir sıralama var sanki. Bu bilinçli bir sıralama mı yoksa bir denk geliş mi? İlginç bir soru, teşekkür ederim. Denk geliş olabilir. Çünkü, bildik deyişle, ayrılık da, aldatma da, kopuşlar da aşka ve hepsi birden hayata dâhil. Çok sert zamanlardan geçiyoruz. Pek çok açıdan arada kalmış, temel sorun ve travmalarıyla, acılarıyla yüzleşemeden durmaksızın yenilerini yaşayan bir toplum olarak geçiyoruz… Ergenliği atıp bir türlü yetişkinleşemeyen bir toplum. Her tür ilişkiye yansıyor bu. Paralel hayatlar var, görünür olanla kapalı kapılar ardında yaşananlar arasında büyük farklar var. Aile hayatın başladığı ama tüm bu sıkıntıların da başladığı yer. Baba anne meseleleri, “ev”den çıkmak, kendin olmak, evini bulmak ve yüzleşmek hep ilgimi çeken temalar. n Köşe yazılarınızda zaman zaman hayli “mayınlı” arazilere, tartışmalı ve sert konulara girseniz de pek kırıp dökmeyen, mizahi ve hakkaniyetli bir diliniz, üslubunuz var. Ve yine öykülerinizde de konuların bu yer yer sertliği yanında umut veren, neşeli yan belirgin. Bu dengeyi nasıl koruyorsunuz? Bu denge beni biraz koruyor diyebilirim. Yazılarda, malzeme ne olursa olsun, gerçekten dert ettiğim mevzularda yazmaya ve mesafemi koruyup adil olmaya çalışıyorum. Bunu başarabildiğim ölçüde, ne mutlu bana. Öykülerde kurmaya çalıştığım dengenin de esası şu: Hayatın bu sertliği, hızı, sürgit mücadelesi içinde insanın önemli bir gücü var: Geride bırakma, yeniden başlayabilme, yeşertebilme gücü. Bu herkesin içinde var. Umut da burada. HAYAT SERT AMA İÇİNDE UMUT DA VAR n Her öyküde akılda kalıcı cümleler olsa da sermayeyi büyük cümlelere yüklemeyen, yalın ve mizahi bir dil seçmişsiniz. Konuların zaman zaman sertliğine, sivriliğine karşın bu sessizlik bir tercih mi? Evet, tercih. Genel olarak karakterleri, durumları “konuşturmak”, sözün büyük kısmını bağlamayı okura bırakmak sevdiğim, çabaladığım bir şey. Bir de işte evet hayat sert ama içinde umut da var. İnsanın güzele, iyiye akan bir yanı var, onu vurgulama arzusu. n Yazılarınızda kadın hakları, insan hakları, ilişkiler önemli bir yer tutuyor. Öyküleriniz içinde de kadınlıkerkeklik meselesinden öte insanlık hikâyesi anlatmanın peşine düşmüşsünüz. Bir kadının bir inşaat işçisi gence “sesiniz ne güzel” demesinden bir yazarla evli bir kadının dört duvar arasında ya da yüzünde bir yumruyla doğmuş bir adamın toplum içindeki yalnızlığına varan temalar…. Birkaç öykünün anlatıcısı da erkek bu arada. Bu dengeyi özellikle mi gözettiniz? Kadın olmak, erkek olmaktan çok hegemonik erkeklik anlayışı dünyanın sorunu. Kadını da erkeği de, çocuğu da, hayvanı da tehdit eden, ezen bir şey bu. Bunun içinde erkeğin de dramı var. Başlıca sebep bu. Bir de farklı kimliklere bürünebilme yazarlığın en zevkli yanlarından biri. Farklı hayatlara girebilmek, onların içinden kendini ve hayatı görmeye, tanımaya çalışmak… SES VEREMEYENİN SESİ OLMAK n Instagram model hayatlar yaşayan insanların öyküleri de, arkada kalan, kendini yeterince gösteremeyen karakterler de var kitapta, hatta ikincisi daha baskın. Bu öykülerin size seslenmeleri, onları yazma nedeniniz nedir? Anlamak ya da anlamamak, anlaşılmamak sizce ne bırakıyor kişinin iç dünyasında? Bunu sorma nedenim köşe yazılarınızda da özellikle yaşadığımız coğrafyaya dair hepimizin sitemlerini bir şekilde dile getiriyor olmanız. Ses veremeyenin sesi olmak birinci neden... Öte yandan “görünür” olanın da görünmeyen yanları, kendiyle ve hayatla yüzleşme/yüzleşememe biçimleri hep ilgimi çekiyor. Yazık ki ilişkileri hep güç dengeleri üzerinden kuruyoruz. Aslında ikili ilişkilerde bu konumlar da çok boyutlu. Gücün kendisi oldukça kırılgan bir şey, hep başkalarının güçsüzlüğünden beslenen, giderek daha fazlasını talep eden… Merdivenin apayrı basamaklarında duran insanların kendilerine ve başkalarına nasıl baktıklarını anlamaya çalışmadan hayatı çözümlemek pek mümkün değil. Herkes görünür olmak, sevilmek, anlaşılmak, iz bırakmak istiyor. Hem hayatın hızı hem de toplumsal değişimler bunu çok zorlaştırıyor. Bir tür geçicilik, yüzeysellik getiriyor her şeye. Her şeyin içinde bir tür “story” var ama aslında bir birimizi pek de merak etmiyoruz. Bakılmak için bakıp geçiyoruz. Seçenek bolluğu yanılsaması, elde olanın hakkını vermeyi zorlaştırıyor. Hikâyeler anlatmak bunlara direnmenin bir biçimi... n Kitabın sonunda “Gelecekte Biten Hikâyeler” adında üç öykülük bir bölüm var. Distopik öyküler bunlar. Peki, geleceğe bakmak, insanı anasının rahmine geri göndermek ya da kendi ölümünü seyrettirmek düşüncelerinin çıkış noktaları neydi? Şu an yaşadığımız sorunları düşündüm, bunların diyelim otuz yıl sonra ne tür bir hal alabileceğini… Teknolojik değişimlerden çok insan ruhu, yaşamı üzerindeki olası etkilerine yoğunlaştım. Sözgelimi aşka ne olacak? Bir hayat içinde sınırsız deneyim yaşayabilmenin bedeli bir tür “hayatsız hayat” mı olacak? Gösteri ve tüketim çağının devamında kendi ölümümüzü en ön sıradan yaşama “şansımız” olsa ne hissederdik? Bu tür düşüncelerden yola çıktım. n Peki son sorum; sizin hayatta kalma rehberinizin temel maddeleri nelerdir? İyiliğin de kötülüğün de kaynağının kendi içimizde olduğunu bilmek. Hayatı farklılıklarıyla kucaklamak… Kendini de sorgulamaya devam etmek, sivrilikle kötücüllüğü ayırt edebilmek, yaygın nefret dilinden kaçınma gayreti, “iyi” de kalmak… Umudu, aşkı, aşkla sevmeyi yitirmemek. Yüzleşmek, umut etmek ve devam etmek... n 12 23 Mayıs 2019 ‘Hayatı sürdürebilme duygusu’ Hayatta Kalma Rehberi ‘ndeki öyküler yer yer hayatın ve ilişkilerin sert ve mayınlı bölgelerine dokunsa da neşeli ve umut veriyor. İLAYDA ARİN H ayatta Kalma Rehberi, aile içi sorunlar, terk etme/edilme, aldatılma, kendini açamama, fark edilememe hallerinin renklerini ışıklandırırken, zor anlardan çıkıp hayatı sürdürebilme duygusu tüm kitaba yansıyor. Buna karşın kitabın son üç bölümünde distopik öyküler yer alıyor. Yazar bu bölüm için “duyguların bilimkurgusu” diyor. “Kendi ölümümüzü seyretme imkânımız olsa en ön sıradan bilet almak ister miydik?” gibi farklı yaklaşımlar içeriyor. Öykü karakterleri gizli takıntıları içinde harmanlanırken içlerindeki tutkuyu besledikleri halde hayatı “idare” ediyorlar. Yazar, tüm öyküleri değerlendirildiğinde, “idare” etme halimizi sorgulamamızı, kısa hayatın içinde kendimizi anlamamızı, yüzleşmemizi ve umutla hayata devam etmeyi salık veriyor. Zehra Çelenk’in babası Hasan Tahsin Çelenk’in anısına ithaf ettiği, Julian Barnes’ın, “Daha önce bir araya getirilmemiş iki şeyi bir araya getirirsiniz. Ve dünya değiş ir. İnsanlar bunu o zamanlar fark etmey ebilirler ama bu önemli değildir. Dünya yine de değişmiştir.” cümlesinin alıntısıyla başlayan Hayatta Kalma Rehberi’nde on dört öykü yer alıyor. “Manzara Körlüğü”, romantik bir aşkın kırılma ânını anlatırken çarpıcı ifadeleriyle okuru sarsıyor: “Seri katil gibi iz bırakmadan çıktı hayatımdan. Manzaramdan hiç çıkmadan.” “Boynuz”, doğuştan bedensel kusuru olan bir adamın öyküsünü anlatılırken, “… boynuz başa belaydı. Onu tüm insanlıktan ayıran bir lanet gibiydi.” sözüyle farklılığın hapishanesine sürüklüyor bizi. “Küvet”, dışarıdan kusursuz görünen ailenin arka kapılarına sürüklüyor, “Hayatta Kalma Rehberi”yse naiflikle öfke zincirleri arasında gidip gelen kadınları anlatıyor: “Güzel olan her şey bizi terk ediyordu. Sonunda o evde sap gibi iki kadın kalacaktık. Kıvrım kıvrım, zehir zıkkım biberler ve dağınık saçlı deli kadınlar.” “Hiçbir Şey Olmamış Gibi Öğle Olmuştu” öyküsü, hayat boyu gönüllü gölgeliği seçen bir kadını anlatıyor. “Ses Rengi” görünmemeyi seçen bir adamın hikâyesine kulak vermemizi sağlıyor: “Güzel kızlar görmüştü elbette. Önünden geçmişlerdi, yanında durmuşlardı, yürürken ona çarpmış, otobüste yer verdiğinde yarım ağız gülümsemişlerdi.” “Kan Bağı” tutkusunu içine gömen, duygularını belli belirsiz ifade eden bir kadını anlatıyor. “Mavi Fincan”, hayran olduğu yazarla evlenen genç bir kadını anlatıyor: “Mutsuzluğu tanımak uzun zaman alır. İlk bakışmada kalbe küçük bir tohum atılır. O arsız tohum serpildikçe serpilir.” “Geride Kalan” abla ve ağabeyinin sevmediği, görmezden geldiği annesine bakmaya kendini adamış bir kadının öyküsü. “Sonbaharın İki Yüzü”nde, bir kedinin sitemi aktarılıyor: “Merakın kediyi öldürmediği o şanslı, güzel günlerden biri. Biz kediler kaçacak delik aranırken uslanmaz romantiklere fantezi olsun diye yağmur da yağdırıyordu.” “Tolga’yla Üçüncü Yemeğimizi Yediğimiz Yer”, terk edilen bir eşin hezeyanını dillendiriyor: “31 yaşındayım. Sosyoloji eğitimi görmüş bir işsiz olarak kocamla dört sene beraber yaşadığımız evin tam karşısındaki binada bir daire tuttmuş, günde nerden baksan sekiz on saat kocamla sevgilisini dikizliyordum.” “Gelecekte Biten Hikâyeler” bölümünün başı da Julian Barnes’ın bir cümlesinin alıntısıyla başlıyor: “Tarih daha çok, çoğu ne zafer kazanmış, ne de yenilgiye uğramış olan, hayatta kalanların anılarıdır.” “Yazının hemen her biçimine tutkun” Zehra Çelenk’in Hayatta Kalma Rehberi, hemen hepimizin kendimizi sınayıp yüzleşmeye fırsat tanıması ve umudu her zaman yeşertmenin bir yolunu bulmamız için bize rehberlik ediyor. Keyifli bir bahar okuması için kaçırılmaması gereken fırsat. n Hayatta Kalma Rehberi / Zehra Çelenk / Everest Yay. / 111 s. / 2019 Gerçekçi yazında Kopernik devrimi Sanatın toplumsal işlevi olduğuna inanan Cengiz Gündoğdu, yaklaşık elli yıldır gerçekçi edebiyat mücadelesi veriyor. GÜLAY YEŞİLİPEK G enelde sanatın, özelde de romanın çok yönlü işlevlerini şöyle sıralıyor: “Gerçekliğin bilgisini göstermek, insancıl duyarlılığı geliştirmek, insanı deneyimli kılmak, insanda estetik bilinç oluşturmak ve estetik haz vermek…” Gündoğdu’nun gerçekçi edebiyat mücadelesi insan içindir. Ona göre gerçekçi yapıtlar insana yaşama deneyimi kazandırır, yaşama sanatını öğretir. Gündoğdu’ya göre, bir roman ancak bir özne onu anlamlandırdığı zaman insan için var olur. Her sanat yapıtı, dolayısıyla roman da nesnelerin estetik biçimlenmesiyle oluşur. Bir romanı değerlendirirken onu oluşturan nesneler ortaya çıkarılmalı, üstünde durulmalı, anlamlandırılmalıdır. Bu anlam landırma şu estetik ölçütlere göre yapılmalıdır; dilanlatım, karaktertip, nedensellik, nesnelerin birliği, örge, çatışmalar, canlandırma, itki, uzam/zaman, izlek, toplumsal çözümleme. Cengiz Gündoğdu, roman/öykü yazanlara yol gösterici olması amacıyla hazırladığı Estetik Kalkışma yapıtında bu estetik ölçütleri romanlardan örnekler vererek açıklar. Bu estetik ölçütlerin aynı zamanda okurun bir romanı/öyküyü değerlendirmesine de katkı sağlayacağını belirtir. Gündoğdu’nun İnsancıl Atölyesi’nde verdiği yazarlık seminerlerinde yetişen bir grup İnsancıl yazarı, Estetik Kalkışma’daki ölçütlere göre Türk romanlarını belirli dönemler halinde irdelemek için yola çıktı. Gündoğdu’nun editörlüğünde yürütülen bu ortak çalışmanın ilk kitabı Romanda Estetik Kalkışma1, “Osmanlı’da Toplumsal Değişi min Romanlara Yansıması” alt başlığında, Osmanlı dönemini ele alan yirmi yedi roman değerlendirildi. Dizinin ikinci kitabı Romanda Estetik Kalkışma2 “Kurtuluş SavaşıErken Cumhuriyet Dönemi Toplumsal Değişimin Romanlara Yansıması” alt başlığında 19201950 dönemi Türkiyesi’ni konu alan toplam kırk bir roman değerlendirildi. Romanda Estetik Kalkışma3’te ise, “Çok Partili Siyasi Yaşam (19461970) Toplumsal Değişimin Romanlara Yansıması” alt başlığında dönemi konu alan otuz sekiz roman değerlendirildi. Gündoğdu, Türkiye’de “güzel” yar gısının sanıya dayandığını, buna karşın Estetik Kalkışma’da romanın estetik ölçütlere göre değerlendirmesi gerektiğini ortaya koyarak “kuramda Kopernik devrimini” başlattığını… Romanda Estetik Kalkışma123 dizisiyle de Kopernik devriminin uygulamada gösterildiğini belirtir. n Estetik Kalkışma / RomanÖykü Nasıl Yazılmalı, Nasıl Okunmalı/ Cengiz Gündoğdu / İnsancıl Yayınları / 948 s. / 2012 Romanda Estetik Kalkışma1 Osmanlı’da Toplumsal Değişimin Romanlara Yansıması / Editör: Cengiz Gündoğdu / İnsancıl Yayınları / 421 s./ 2015 Romanda Estetik Kalkışma2 Kurtuluş SavaşıErken Cumhuriyet Dönemi Toplumsal Değişimin Romanlara Yansıması / Editör: Cengiz Gündoğdu / İnsancıl Yayınları / 594 s. / 2016 Romanda Estetik Kalkışma3 Çok Partili Siyasi Yaşam (19461950) Toplumsal Değişimin Romanlara Yansıması / Editör: Cengiz Gündoğdu / İnsancıl Yayınları / 399 s. / 2018 1323 Mayıs 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle