Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İNCI ARAL’DAN AŞK ÜSTÜNE BIR INCELEME: “AŞKIN GÜZELLIĞI” ‘Aşk iki kişilik bir örgüttür!’ İnci Aral, aşk üzerine düşünme ve yazma deneyimlerinden doğan incelemesi, “Aşkın Güzelliği”nde; “varoluşun özü” olarak nitelediği bu olguyu, çeşitli duygu düzeylerinde, farklı yaşanma biçimleriyle ve her evresiyle irdeliyor. GAMZE AKDEMİR Rgamze.akdemir@cumhuriyet.com.tr omanlarında ve öykülerinde aşka aralıksız yer vermiş bir yazarsınız. Fakat burada analitik bir odaklanma, çözümleme söz konusu. İçeriğin yönünü nasıl belirlediniz, nasıl ilerlediniz? Kitap, aşk üzerine düşünme ve yazma deneyimlerimden doğdu. Çok yoğun bir kitap oldu. Bu konuya fazlasıyla kafa yormuş biriyim. Pek çok yeni okumanın yanı sıra daha önce okumuş olduğum yapıtları ve araştırmaları da tekrar okudum. Aşk üzerine çok şey yazılıyor, anlatılıyor ama ben öyle bir kitap yazmak istemedim. Popülist bir yaklaşımla böyle formüllerle falan değil, aşkın ne olduğunu ve nasıl yaşandığını biraz felsefi bir bakış açısıyla yazmaya, kavratmaya çalıştım. Hem kendi yazdıklarımdan örnekler paylaştım hem de tarih boyu yaşamdan, dünya edebiyatından, sanattan ve bilimden aşka bakışları inceledim. Aşk, o kadar inişli çıkışlı, çeşitli insan hallerini yansıtan, o kadar muazzam bir duygu ki; bugüne kadar yazdığım tüm roman ve öykülerimin içine kendiliğinden girdi. Ben de aşkı herkes gibi geçici hevesler, uçucu mutlulukların yanı sıra kırılma ve yıkım anlarıyla da yaşadım. Roman kahramanlarıma da aşkta ne varsa hepsini yaşattım. Ben de yıllarca sevdiğim insanlara mektuplar yazdım. Mektupsuz aşk düşünemiyorum. YAZARLIĞIM AŞK MEKTUPLARIYLA BAŞLADI n Yazarlığınız da öyle başlamıştı... Evet, âşık olduğum bir insanla yazışmaya başlamıştım. Bir gün bana, “O kadar güzel yazıyorsun ki, bunların bir kısmı başlı başına öykü gibi. Bunları dergilere gönderelim” dedi. 1976 yılıydı. Ben de yazdığım mektuplardan dört öykü çıkardım. 1977’de aralıksız öykü yazmaya başladım. On yedi öykü yazdım, on ikisini o günün dergilerine gönderdim ve hepsi yayımlandı. KURTULUŞ ARI Aşk, insanın tüm yaratıcı gücünü ortaya çıkaran bir hal. Karşı tarafı keşfetmeye çalışırken içinizde nasıl bir cevher olduğunu da keşfediyorsunuz. Bende de öyle oldu ve birdenbire Manisa’dan bir yazar çıktı. n “Aşkın Güzelliği”nde irdelediğiniz üzere sanatın her alanında aşka temas etmeyen yok. Aşk yoksa sanat da yok! Önce aşk vardı, sanat sonra doğdu. Aşksız roman olmaz, sanat olmaz. Müthiş iniş çıkışlarla yaşanan, insana özgü bütün duyguların sergilendiği bir insanlık hali aşk. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak tüm sanatların en önemli malzemelerinden biri oldu. Mitlere, söylencelere, trajedilere kaynaklık etti. Edebiyatın, şiirin, romanın temel kaynağı oldu. Resim, müzik, heykel sanatçılarına ilham verdi. Sinema zaten aşksız çıplak kalır. n Günümüzdeki aşklara dair değerlendirmeleriniz neler, artık nasıl yaşanıyor? Bugün aşkın kopyasını yaşıyoruz. Özellikle değişen dünya, değerler, tüm bu hızlı iletişimin yarattığı kaos aşka kaybettiriyor. Şiiri kayboluyor. Aşk bir masaldı şimdi ise bir oyuna dönüştü. Büyük tutkular yok oluyor, aşk özünü kaybediyor. Kaçınılmaz olarak sanat ve edebiyata da yansıyor bu. Aşkın basit şablonlara indirgenip sıradanlaştırıldığı örnekler ortaya çıkıyor. n Ya aşkın değişmeyenleri? Bir büyülenme ve dikkat olgusu aşk. Bir başkası olmadan kendi varlığımızı tam olarak tanımlayamıyoruz ve onaylayamıyoruz. Birinin bizi beğenmesi, onaylaması, gerekiyor. Aşkta karşı tarafın varlığında kendimizi kutsuyoruz. Ne kadar sevilebilir, güzel, iyi biri olduğumuzu görüyoruz. Bizde var olan ama belki de farkında olmadığımız tüm duyguların, tüm gücümüzün ortaya çıktığı bir dönem. Müthiş bir sıçrama, atılım. İki kişilik bir örgüttür aşk. O yüzden aşk bir devrimdir denilmiştir. n Aşkı tüm cepheleriyle yazıyorsunuz; bu teslimiyetin bedelleri gibi söz gelimi... Aşkın yarısı coşku, mutluluk, yarısı hüzün, keder ve acı. Bedellerin başında benliğini kaybetmek tehlikesini irdeledim. Bu, aşkın gelgitleri arasında en büyük korkular dan biri. Kimliğim, kişiliğim ya zarar görürse korkusu. Erkeklerde daha çok görülüyor. O yüzden kimi aşkta yavaş yavaş açılır, her şeyi birdenbire ele vermez. Bana göre aşk, keşfetmek tutkusu, tıpkı yeni bir kıtayı keşfeder gibi o yolculuğa çıkmak. Elbette nadiren böyle olur, yaygın olan körü körüne âşık olmak. Bu da doğal çünkü aşk bir körlük! Aşkımızı kendi kafamızda, kendi imgelemimizde yaratırız. ENGELLER DAĞ GİBİ! n Ve aşkın önündeki engeller! Aşkın olmazsa olmazı. Kendimizin farkına varma yolunda ne kadar açık olduğumuz çok önemli öncelikle. Gurur ve kibir aşkın düşmanı. Zamanla ortaya çıkan örtüşmezlikler ve kopmalar da öyle. Aşk kişisel olduğu kadar toplumsal, kültürel, ekonomik yapılanmamızla da bağlantılı. Aşkın mekaniği herkeste aynı fakat bunu etkileyen, nasıl yaşanılacağını etkileyen bu çevresel koşullar da dağ gibi! Bizim gibi geleneksel değerleri daha yoğun olan toplumlarda daha fazla engel çıkabiliyor. Mitlere veya halk hikâyelerine asıl böyle esin olmuştur. Bütün masallarda sık tehlikeli ormanlardan geçilir, canavarlarla boğuşulur, inanılmaz bedeller ödenir. n Âşık olamayanları da okuyoruz. Ne yaratıyor bu kapalılığı? Çok benmerkezci, kendilerine dönük, korkuları olan, kendilerinden emin olmayan, kimi ebeveynlerine karşı sorumlulukları olan insanlar için aşk büyük bir risk gibi. Kapalılığı bu yaratıyor. Claude Sautet’nin Ayazda Bir Yürek filmi mesela, tipik bir örnektir. Adam iş hayatında falan kendinden çok emin görünen biridir ama âşık olamaz. Ya da olur belki ama kendine bile itiraf edemez. Çünkü o aşka teslim olup, sonuna kadar götürmek gücünü kendinde bulamamıştır. BEYİN Mİ, KALP Mİ? n Sözü bilim cephesine getirirsek; aşkı insanbilimiyle, anlambilimiyle, psikolojiyle de dört koldan irdeliyorsunuz. İnsanı çözümlemek isteyen aşka mutlaka bakmış, araştırmış. Bilime önemli katkıları var. Beyin araştırmaları yapılıyor. Her şey beyinde başlayıp bitiyor. Bunu antropologlar ve nörologlar çok güzel ortaya koyuyorlar. Âşık olduğumuzda dopamin salgılıyoruz. Beynin ödül bölgesi bunu salgılayan. Kokain alınınca da dopamin salgılanıyor. Sosyolog antropolog Helen Fischer diyor ki; “Ancak romantik aşk kokain sarhoşluğundan çok daha fazlası. Kokainden ayılabilirsiniz oysa aşk bir saplantıdır. Kişilik bilincini kaybedersiniz. Başka bir insanı düşünmeden edemezsiniz.” İlk görüşte aşkın da dopamin ve noradrenalin salgılarıyla gerçekleştiği saptanmış. Dopamin heyecanı, mutluluğu; noradrenalin de yüz kızarması, çarpıntı, el titremesi ve göz bebeklerinde büyümeye neden oluyormuş. n Aşkın Güzelliği / İnci Aral / Kırmızı Kedi Yay. / Şubat 2019 / 176 s. 8 21 Mart 2019