Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
21 Mart; ne bereketli hafta Yazınsal türler arasında var olan geçirgenlik yoğunlaşarak sürüyor. Öte yandan kimi şairler öykü roman, romancılar öykücüler oyun yazarken, onlar kadar olmasa da sinemacılarla oyun yazarları yazınsal türlere karşı iştahlı davranıyor... Dünya Şiir Günüyle Dünya Ormancılık Günü aynı tarihte, 21 Mart. 22 Martsa Dünya Su Günü, 27 Mart da Dünya Tiyatro Günü… Şu günleri karakucak karşılayacak yanı olsun istedim 21 Marttaki bu yarımay yazısının. Şairi, oyun yazarı, öykücüsü, romancısı aynı yazıda bir araya gelsin, kabaca havalandıralım şöyle birlikte. BIR ŞIIR ANITI: CEMAL SÜREYA… Cemal Süreya’nın, “eşi Zuhal Tekkanat’a hastanede kaldığı on üç gün boyunca (yazdığı) mektuplar”dan oluşan bir kitap var elimizde: On Üç Günün Mektupları (Can, Şubat 2019) “Erdal Öz’ün sunumuyla” yayımlanan “kitabın ikinci kısmını 19671978 tarihli mektuplar” oluşturuyor. Kitapta, şairin el yazılarına çizimleri de eşlik ediyor. Birlikte olamadıkları eşikte bir Milena’ydı kuşkusuz Zuhal. Bu nedenle belki “öznel bir Milena” imgesi aranabilir onda: “Bilmediğimiz kır kahvelerine gidelim. Ayran içelim. / Eve dönüp azıcık rakı içelim, beyazpeynir ve domatesle.” (29) ŞAIRLE YAZARIN ANLATI DÜNYASI… Şairlerin öyküleriyle romanlarına zaman zaman yer açıyorum. Çünkü azımsanmayacak şair var öyküye, romana uzanan. Ali F.Bilir de bir ilk romanla geliyor: Döngüde Bir Yusuf (E, 2108). Oyunlar da kaleme alan bir yazar olarak Onur Orhan’ın ikinci romanı, Yusuf’u Bulmak (Can, 2019). Şairler anlatı kurmaya giriştiğinde, imgelemi çekip uzatarak, bunları düzyazımetin kıvamına getirerek yapılandırmaya girişiyor, yazarlarsa şairin tekelinde gördüğü imgelemeyi yakalayıp anlatılarını şiirili yapıda harmanlama ya çalışıyor. Andığım iki roman, bunu ele vermekte cömert. Örnekse Onur Orhan, bir kahramanına şöyle söyletiyor sözgelimi; “…bir bakirenin bilgeliği vardı anamda, neredeyse bozkırın bilgeliği, kuru ve yavan. Hiç uğranmamış otel odalarının bilgeliği…” (ss. 39, 40) Buna karşılık Ali F.Bilir de elindeki siyahbeyaz fotoğrafı çekiştirip uzatmaya çalışıyor, ama şiirde dize yerine konulabilecek kare, kimileyin kullanılmaktan şişmiş iskambil destesi gibi hantallaşabiliyor da. Bu çerçevede yazarlar, metinlerinde kimileyin parıltı yaratmaya girişirken şairler de zaman zaman dolgu anlatıma kayabiliyor. Her iki halde de kendi yanılsamasına kaptırmış oluyor şair, yazar. Gelin şimdi, biraz olsun bu iki romandan içeri girmeye çalışalım… YUSUF’LA BAKMAK YA DA YUSUF’LA ARAMAK… Romanlardaki ana karakter Yusuf, ayrıksı, farklı, sıra dışı yanlarıyla ilginç örtüşme sergiliyor denebilir. İki Yusuf, iki örtüşme. Nerede, nasıl peki? Ali F.Bilir, roman kişisi Yusuf’un altı yaşlarında, çocuk duyarlılığına dayalı bir “mazı torbası”yla yakalayabileceği mutluluk yerine, babasının katledilişe tanıklık sonrasında nasıl bir dönüşümle nerelere uzandığını yansıtıyor bir bakıma. Yazar, Toroslarda Yörük yaşamıyla açılan yapıtında, âdeta belge film yansıtımına dayalı aktarımla dikkati çekiyor. İlk elde Köy Enstitülü bir yazarın anlatısı havasında algılanabilecek romanın, bu izlenimden kendini enikonu kurtardığı söylenebilir. Nitekim yapıtın dolayımlı çocuk gözüyle aktarılan, neredeyse ilk yarısını oluşturan bölümünde sergilenen Yörüklere özgü folklorik değer, anlatıyı dengede tutabiliyor. Gerçekten Ali’nin anlatısında kimi sözcük ya da söyleyişler eşliğinde şairin imge örüntüle riyle gelişen metin, bu bağlamda bir Yörük yurtsaması bağlamında kendini gösterirken taşıdığı toplumbilimsel yanlar da ilginç karelere dönüşüyor. Ali F.Bilir, yapıtını, giderek bir siyasal roman örüntülemeye doğru taşırken söylem ağırlıklı anlatı, ister istemez ağırlaştırıyor metni. Onur Orhan’ın Yusuf’u Bulmak adlı romanında ana karakter yine Yusuf. Ancak bu kez biz Yusuf’u doğrudan görmüyor, başkalarının gözüyle tanımaya çalışıyoruz. Üstelik bir karşı kahraman o. Yine de, aslında biz iki yazardaki Yusuf’un, muhalif niteliğiyle görece sosyal eşkıya olduğunu, bu nedenle içinde bir Robin Hood karakteri taşıdığını söyleyebiliriz pekâlâ. Onur Orhan, çocukluğundan başlayıp anne babasından komşusuna, mahalle arkadaşlarından polise ilişkilendiği farklı çevrelerden insanlara dek tanıyanların bakışıyla Yusuf’u odağına alırken ortadan kayboluşuyla ortaya çıkan durumu da getiriyor önümüze. Böylece anlatıdaki yapboz tamamlanmış oluyor. Onur, bir yandan farklı kesimlerin duyuş düşünüşlerini büyük bir hünerle sergilerken, aranan Yusuf’u da okur gözünde somutlamayı başarıyor. Biz bu yolla, farklı kesimlerin sosyolojik kazısını yapmaya da çıkıyoruz bir biçimde. Uyuşturucusundan aracısına, yeraltı dünyasından buralara bulaşmasalar bile yoksullukları nedeniyle bu dünyayla ilişkili ötekilere, bu arada Yusuf’tan destek görenlere uzanan bir varoş kesimi içinde geziniyoruz alabildiğine. Böylece merak duygusu da sürekli kışkırtılıyor. Gerek Ali F.Bilir’in Döngüde Bir Yusuf’u gerekse Onur Orhan’ın Yusuf’u Bulmak adlı romanı, bu açıdan haksızlıklara karşı içindeki isyanı açıkça ortaya döken bir Yusuf’la karşı karşıya bırakıyor bizi. n ÖYKÜDENLİK… Seray Şahiner; ‘Hepyek’… Seray Şahiner, araya iki romanla buna üç de oyun katarak sürdürdüğü yazarlığında bu kez sıraya öyküyü aldı, üçüncü öykü kitabıyla çıkageldi: Hepyek (Everest, 2019). Gelin Başı’yla (2007) Hanımların Dikkatine (2011) adlı öykü toplamları ardından yuvarlamayla on yıl sonra geldi bu öykü kitabı. Önceki yazılarımda roman, oyun yazarlığında, Seray Şahiner imzasına dikkat edilmesi gerektiğinin altını çizmiş, öyküde biraz daha beklemeyi yeğlemiştim kendi payıma. Seray’ın, öykücülükte kendini alabildiğine elden geçirdiğini gözledim son verimlerinde. Üstelik hem farklı hem oturmuş bir öykü dili kurduğu görülüyor yazarın. Onun anlatı dünyasında halk kesimleriyle entelektüel kesimin harman edildiği bir evren çıkıyor sürekli karşımıza. Entelektüel kesim doğrudan katılmasa da anlatının kendisi hınzır bir dolayımlı aktarımla bunu destekliyor. Örneğin bir fesleğen, dokunuştan okunuşa halkın elinden entelektüelin diline, derken elden ele geçiveriyor sanki. Hatta anlatısında yer yer gülmeceden yararlanıyormuş izlenimi bıraksa da bunun köşesinden ustalıkla dönmeyi başarıyor. Acılı gülümseyiş hemen bütün öykülere egemen. Ustalıklı söyleşimler eşliğinde dilce de sesçe de çok farklı bir öyküleme getiriyor Seray. Bu yolla alabildiğine farklı görsel, işitsel etmenler yaratarak zengin bir artalan oluşturuyor. Bunun, öykücülüğümüze de bir katkı olduğu açık. Bu nedenle bir çalım birer radyo oyunu, kısa oyun hatta yer yer kısa film olarak da okunup alımlanabiliyor öyküler. Sonuçta okunası, sıcacık metinler halinde karşılıyor Seray Şahiner, bu yeni öykülerinde okuru. O halde sıra sizde. n www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. AÇIKLAMA: 7 Mart tarihli sayımızda bu sayfada yer alan Murat Erşahin’e ait fotoğraf Gökçe Uygun’a aittir. Düzeltir, özür dileriz. 14 21 Mart 2019