23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BARIŞ BIÇAKÇI’NIN YENİ ROMANI: ‘TARİHÎ KIRINTILAR’ Gidenlerin ardında kalan yıkıntılar Yakınlarını kaybetmiş aileler kayıplarını bulacakları günü umut ederek yaşar. Çünkü yaşamın sürekliliği acının hatırasını en güçlü şekilde bastırabilecek bir umuda ihtiyaç duyar. Her kayıp beraberinde öfkeyi taşır. SACIDE ALKAR DOSTER B azen çoğalan, geçen yılların etkisiyle durulan ama hep tetikte bir öfke. Kaybedilenin yokluğu her yere yayılır; geceye, gündüze, yarına, bugüne. O artık her yerdedir. Onun ardından kalan boşluğa yaşamak ve onu yaşatabilmek için hikâyeler yazılır. Barış Bıçakçı’nın, son romanı Tarihi Kırıntılar’da yaptığı da bu. Bir kaybın ardından girişilen çözülme sürecini edebiyatın içinden poetikalar ve hikâyeler yaratarak anlatma çabası. ŞAİR HİKÂYELERİ Can’ın bir dizi şairle söyleşi yapıp bunları hikâyeleştirmek istemesinde, on dokuz yaşındayken (meçhul) bir şairin peşinden giden ablasını ve onu bu gidişe yönelten güçlü itkiyi anlama isteği yatıyor. Can’ın söyleşileri bir oyuna çevirmesi, Meral’in hatırasını canlı tutma çabasının yanında şairlere duyduğu gizli öfkenin dışavurumu olarak da yorumlanabilir. Çünkü hayatlarının doğal seyrini değiştiren, onlardan Meral’i koparan en somut şey bir şairin varlığıdır. “Yıllar içinde şairler yekpare bir şeye dönüştü benim için, Meral’i kendisine doğru çeken bir karadelik. Şimdi orayı ele geçirmek istiyorum. Meral’in kendini kaptırdığı şeyi ele geçirmek istiyorum.” Hikâyelerde şairlerin güçlü, etkileyici yönleri değil de zayıf, değişken ve tutarsız yönlerinin yansıtılmasında yine aynı öfkenin tohumları filizlenmiş. “Mesele şairlerin ipliğini pazara çıkarmaksa, söyleşilerin amacı buysa, bunu bizzat şairler yaptı zaten, kendilerini dünyanın ve insanın pisliğine bir güzel buladılar.” Söyleşiler ilerledikçe Can’daki öfkenin teslimiyete, kendiliğinden bir kabullenişe dönüştüğü seziliyor. Belki de bu dönüşümün sebebi, şair söyleşilerinin Meral’in yasını tutmak için gereken yüzleşmeyi mümkün kılmasıdır. Can’ın kızdığı, öfkelendiği, hatta kıskandığı şairlerle söyleşmesi, onların hikâyelerini yazarken Meral’i anmak sağaltmıştır onu. “Meral’in yokluğunun bütün dünyayı yuttuğunu hissettim. Bu duygusal karmaşa hâlâ sürüyor ve galiba ömrüm boyunca da sürecek. Şairlerle görüşürken de böyle karmaşık duygular içindeydim. Onlara sahiden kızdığım, onlardan uzaklaşmak istediğim zamanlar oldu. Ama kimi zaman da hep onlarla kalmak istedim, beni en iyi şairler anlar, diye düşündüm. Hep şiirden, edebiyattan konuşmak istedim. Çünkü kaçacak başka bir yer bulamadım.” EDEBİYATIN İÇİNE ÇEKİLEN KARAKTERLER Kitapta dikkat çeken bir başka sorun ise karakterlerin şairleşmesi. Annenin, kızının izini sürmek için edebiyat dergilerini izlemeye başlaması, okuduğu şiirlerin izini sürerken onlara yüklediği yeni anlamlar, o anlamların peşinden şairleri tanıma, onlarda Meral’i bulma ihtiyacı başka bir yere evriliyor. Başlarda kızını bulmak için atıldığı arayış zamanla anlam değiştirmiştir. Annenin şöyle dediğini okuyoruz: “Şair belden aşağısı geçmiş belden yukarısı insan olan bir yaratıktır, yarı insan yarı geçmiş” ya da “Baban geçmişin dallarını silkeliyor, sonra bütün gün hatırlamakla geçiyor.” Okudukları onu heyecanlandırıyor, Meral’i ararken dolaştığı dizeler yolu oluyor annenin. Öte yandan babanın da kızının ardından şiire heves ettiğini görüyoruz. O da tıpkı anne gibi okuru şaşırtıyor: “İki dünya var, birinde biz yaşıyoruz diğerinde şairler.” Ajandasında şiirler biriktiren baba, şiirini arkadaşlarına okur, alay edilir, kavga eder. Artık kimse eskisi gibi değildir. Çünkü Can’ın da söylediği gibi “Karayolları’nda harita mühendisi olarak çalışan kendi halinde bir adam” olan babası, Meral gitmeseydi onun evde olduğu zamanları anlatan olağanüstü güzellikteki, çoktan gitmiş kızını kalması için ikna etmeye çalıştığı şiirler yazmaya caktı. Ve belki de Can, Meral’in yasını tutabilmek için şairlerle yüzleşmeyecek, onlara ait hikâyeler yazmak için yollara düşmeyecekti. Kitapta karakterlerin iç içe geçmiş, sanki tek bir ağızdan çıkan ses oldukları fikri gelişiyor. Barış Bıçakçı, Kurbağalara İnanıyorum’da yazarın sesinin karakterlerin sesine karışması hakkında şöyle der: “… bence yazar ile okur arasındaki sözleşme artık şöyle bir madde içermeli: Ey okur, bu metni okurken kimin (yazarın, kahramanın) ne zaman söze girdiğini hiç fark etmeyeceksin, öyle ki okuduğun metnin bir yazarının olması gerçeğini bile unutacaksın.” Bir anlamda karakterlerdeki bu ses birliğinin yazarın bilinçli bir seçimi olduğu kabul edilebilir. Elbette bunu olanaklı kılan metnin bütününe yansımış edebi kurgu. Yani şairler, sonradan şairleşenler ve onların hikâyelerini yazan karakterler olmasaydı Barış Bıçakçı’nın “güzel sözleri” havada kalabilirdi. POLİTİK ARKA PLAN Romanın arka planında konu edilen Türkiye’nin yakın geçmişi, bence en az ka yıp ve arayış kavramları kadar önemli. Önemli, çünkü toplumsal hafızanın uçucu bir sis bulutu kadar varlık gösterdiği bu günlerde düne bakmak, kişisel tarihimizi hatırlamak kadar mühim. Bu tarihsel aktarımın edebiyat yoluyla edebiyatın içinden geçerek sunulması anlatıyı güçlendirmiş. Kurbağalara İnanıyorum’da Barış Bıçakçı’nın kendini tekrar etme sıkıntılarını duyarız. Başka türlü bir anlatımdan, farklı bir yol arayışından söz eder. Hatta kendini tekrar etmesini, kulaklarını dış dünyaya kapatmasına ve içinde yankılanan seslerle meşgul oluşuna bağlar. Tarihi Kırıntılar’da yazarın bu eşiği geçtiği kanısındayım. Evet, Barış Bıçakçı anlatılarının klasiği haline gelmiş aforizmalar, metaforlar kendi yalnızlıklarıyla başa çıkmaya çalışan kahramanlar yine var. Ama hikâyeler aynı zamanda politik bir bakış ve toplumun hasas yönlerini açığa çıkarma konusunda cesur bir tavır sergiliyor. Ve evet, etnik kimliği yüzünden yağmalanıp yakılan insanlar, onları linç etmek için her an fırsat kollayanlar, yaşadığı coğrafyanın dikenli tellerinden kurtulmak için çirkin ya da önemsiz olmak arasında bir seçime zorlananlar var. n 12 21 Mart 2019 İllüstrasyon: Gervasio Troche ‘Zihnimiz azıcık berrak olsa’ Roman, sanatçıdan topluma yön gösterecek çıkış tabelaları beklenirken şiir mümkün müdür, Meral’in ailesini terk ederek sevdiği şairin peşinden gidişini, tarihten kaçmak için şiire, sanata tutunmak şeklinde mi okumalı sorularıyla baş başa bırakıyor. ÖMER ARSLAN B arış Bıçakçı, yalınlığı tercih eden yazarlardan, öykü ve romanlarında gündelik karmaşanın duyarsızlaştırdığı gözlerden kaçan aydınlanma anlarını sözün yaldızlı cildine sarmadan sunuyor. Yeni romanı Tarihî Kırıntılar da bir kaybın izindeki genç Can’ın dünü, bugünü ile kurguladığı hikâyeler, yıllara yayılmış belirli duyarlılık anları üzerine kurulmuş. Ablası Meral, esrarengiz bir şairin peşinde kayıplara karışarak geride bıraktığı ailesinin hayatını şekillendiriyor; ondan bir iz, haber bulabilmek uğruna edebiyat dergilerini izlemekle, kitapları, eski mektupları okumakla Can, annesi ve babası kısa zaman içinde şiirle içli dışlı bir aileye dönüşüyorlar. Can’ın üniversite tercihi, meslek seçimi de edebiyatı ucundan yakalayabileceği alanlara yöneliyor hâliyle. Bir gazetenin kültür sanat editörü olarak çalışmaya başlıyor okulunu bitirdikten sonra. Şairlerle söyleşip, hayatlarından topladığı kırıntılarla hikâyeler kurguluyor, hayatlarıyla şiirlerinin buluştuğu noktalardan poetikalarını çıkarıyor: “Şair mutfak masasındaki kırıntıları avucunda toplarken sabahı, öğleni, akşamı, masada oturanların geçmişini toplar. Pencerenin önüne serper sonra onları. Yakın tarihimizi en iyi serçeler biliyor.” Can, ailesi ile birlikteyken, dost sohbetlerinde, bir söyleşide, kokteylde ya da konuk olduğu şair evlerindeyken konu doğrudan, dolayından toplumun yüklediği ödevler sebebiyle sanatçının sanatıyla meşgul olamaz, eserini çekinmeden ortaya koyamaz hâle gelmesine dayanıyor. Roman, sanatçıdan topluma yön gösterecek çıkış tabelaları beklenirken şiir mümkün müdür, Meral’in ailesini terk ederek sevdiği şairin peşinden gidişini, tarihten kaçmak için şiire, sanata tutunmak şeklinde mi okumalı sorularıyla baş başa bırakıyor. Tarihî Kırıntılar adından anlaşılacağı üzere bir kaybın peşindeki ailenin tarihini bütünlüğüyle, sürerliliğiyle ele almıyor, aksine yıllar geçerken geriye kalan belirli anlara, kırıntılara odaklanıyor. Meral’in evi terk etmesinden sonra Can ve ailesinin onun izini sürmekten kendi hayatlarını sürdürememe hâli çizgisel bir kurgu yerine dünden, bugünden iç içe kesitlerle aktarılarak biçim ile içerik buluşmuş. Böylece ailenin bir anda değişen hayatı sözle irdelenmeden çokça biçimin imkânlarıyla yansıtılmış. “Zihnimiz azıcık berrak olsa hiçbir acıyı başka bir acıyla, hiçbir ölümü başka bir ölümle karşılaştırmayacağız.” Bir kaybı anlatsa da metnin acıyla mesafesi olan biteni açıkça görmeye imkân tanıyacak uzaklıkta kurulmuş, ne duygu sömürecek kadar yakın ne de katı soğuk denecek denli uzak. Okurları, Bıçakçı’dan yeni bir roman okuyacak olmanın heyecanıyla Tarihî Kırıntılar’ı gözden kaçırmayacaktır. İlk kez okuyacaklar, hangi kitabından başlayacağına karar veremeyenler de Tarihî Kırıntılar ile Bıçakçı edebiyatına giriş yapabilirler. Hem romanı gününde okumuş hem de bugünün önemli yazarlarından birini tanımak fırsatını yakalamış olurlar. n Tarihî Kırıntılar / Barış Bıçakçı / İletişim Yayınları / 194 s. / Mart 2019/ 1321 Mart 2019 Prof. Dr. SELÇUK ŞİRİN’den Mükemmel ebeveyn olma baskısı hisseden tüm anne babalar ve eğitimciler için olağanüstü bir rehber! • Bebeklerle ilk diyaloğu nasıl kurmalıyız? • Erken yaşlarda zihinsel gelişimi desteklemek için ne yapmalıyız? • İkinci bir dil öğretmek için ideal yaş nedir? • Çocukları ekran bağımlılığından nasıl koruyabiliriz? • Ergenlerle sağlıklı diyaloğun formülü nedir? • Okul tercihinde nelere dikkat etmeli?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle