Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Son pişmanlık fayda etmez! Namık Kemal, “İntibah: Sergüzeşti Ali Bey” romanına ‘Son Pişmanlık’ adını vermişti fakat dönemin yetkilileri, yazara danışmadan, romanın başlığını İntibah olarak değiştirip birçok bölümü sansürledi. Özgün metin günümüze ulaşmadığı için nelerin değiştirilip çıkartıldığını bilmiyoruz. Kitabı günümüz Türkçesine Refik Durbaş uyarlamış ve mümkün olduğunca Namık Kemal’in hissedilmesini sağlayan bir metin çıkmış ortaya. N amık Kemal, ünlü romanı “İntibah: Sergüzeşti Ali Bey”i, 1873’te sürgüne yollandığı ve otuz sekiz ay hapis yattığı Mağusa’da kaleme almıştı. Bugün Namık Kemal Müzesi olarak gezilebilen yerde, belki de hayatının en zor günlerini yaşadı ama bu aynı zamanda onun yazar olarak en verimli dönemlerinden biriydi. Aslında hayatı yazdıklarından dolayı sürgünde geçti ama o sürgüne gittiği her yerde eğitime, sanata hizmet ederek o yerin gelişmesine katkıda bulunuyordu. 1840’ta doğan Namık Kemal’in çocukluğu, dedesi ve babasının görevleri yüzünden Osmanlı’nın farklı şehirlerinde geçti ve bu yüzden düzenli bir eğitim görmedi. On beş yaşına kadar Tekirdağ, Kars ve Sofya gibi birbirinden çok farklı iklim ve kültüre sahip yerlerde yaşaması, onun kişiliğinin oluşumunda önemli rol oynadı. Batı kültürüne ilgi duyuyordu ama bunu bazı çağdaşları gibi tek gelişmişlik yolu olarak görmüyor; Doğu’nun duygularıyla Batı’nın akılcılığını birleştirmek gerektiğini düşünüyordu. Sanat ise gelişme için aracı olmalıydı. Halkı eğitmek, yaşamı güzelleştirmek için sanatın, özellikle tiyatronun kullanılması, halkı eğlendirerek bilgilendirmenin bir yoluydu ona göre. “Uyanış” anlamına gelen İntibah’ı (Günümüz Türkçesine uyarlayan: Refik Durbaş, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) yazmaya başladığında kırk yaşında bile değildi. Tarihsel olarak baktığımızda Namık Kemal, bu romanını yazmaya başladığında, Alexandre Dumas (oğul) Kamelyalı Kadın’ı yazalı yirmi beş, Victor Hugo Sefiller’i yazalı on beş yıl olmuştu. Fransa’da romantizm yerini gerçekçiliğe bırakıyordu ama romantizme hâlâ ilgi vardı. BAHAR VE UYANIŞ Namık Kemal, “İntibah” başlığının hakkını veren bir bahar uyanışı ile başlatır romanını. Coşkulu bir bahar uyanışı, Çamlıca tepesinde çiçekler ve yemyeşil çayırlarda gençlerin gezdiği, doğaya hayran kaldığı, bülbülleri dinlediği bir ortamda başlar. Tam bir doğaya övgüdür giriş bölümü. Aynı zamanda romanın kahramanı genç Ali Bey’in de uyanışıdır. Kısa bir zaman önce babasını kaybeden, annesiyle birlikte Çamlıca’daki köşklerine taşınan Ali Bey henüz yirmi bir yaşında, daha önce aşkı tatmamış, iyi eğitim görmüş, terbiyeli, saf bir delikanlıdır. Baharla birlikte onun duyguları da uyanacak, Çamlıca’da dostlarıyla gezinirken gördüğü bir kadına âşık olacaktır. Şeffaf peçesinin altından yüzünün güzelliğini gördüğü esmer dilber Mehpeyker, aslında hiç de umduğu gibi bir kadın değildir, İstanbul’da herkesin tanıdığı bir fahişedir. Mehpeyker önceleri iyi bir aileden gelen masum bir kız gibi görünür ama Ali daha sonra onun kimliğini öğrendiğinde acıklı hayat öyküsünü anlatarak onu kendisine bağlamayı başarır. Ali Bey’in annesi bu korkunç kadından oğlunu kurtarmak için esir tüccarından eve güzel bir cariye satın alır, amacı genç ve güzel cariyenin Mehpeyker’i unutturmasıdır. Tam bu noktada durup romanda 1873’te Mağusa’ya sürgüne yollandığı ve otuz sekiz ay hapis yattığı bina bugün Namık Kemal Müzesi olarak gezilebiliyor. ki kadın karakterlere bakalım. Namık Kemal’in on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı toplumunda kadının içler acısı durumunu tüm gerçekliği ile dile getirdiği şüphe götürmez ama romanın anlatıcısının bu haksızlıkları fark etmeyişi sorun olarak görülebilir. Bunu bir örnekte görebiliriz: Ali, sevdiği cariyesi hakkında duyduğu dedikodulardan sonra eve gelir ve cariyeyi dövmeye başlar, öylesine sinirlidir ki sonunda baygın düşer. Bu arada cariye kanlar içinde yerde yattığı hâlde kimse onunla ilgilenmez; ev halkı, dövmekten yorgun düşen “zavallı” erkek için üzülür. Haksızlığı, gerçeği öğrenmeden iftiraya kanması ve tabii bir kadını dövmesi suç olarak görünmez. Dehşet veren haksızlıklar, aşağılamalar bu kadarla kalmaz. Roman boyunca tüm sorunların nedeni kadınlarmış gibi anlatılır. Hâlbuki kendi hayatları hakkında bu kadınların hiçbirinin özgür iradesi yoktur. Anne ve eş olarak da düzene uymadıklarında, erkeği eleştirmeye, düzeltmeye ya da müdahale etmeye kalktıklarında sorun olarak görülürler. Ali sonunda sadece kendisini aldattığını düşündüğü Mehpeyker’i değil, cariyesini ve annesini de suçlar. Romanın sonunda bile kendi suçu, kendi salaklığı ve düşüncesizliği olduğunun farkına varamaz. Anlatıcı sık sık Mehpeyker’in adiliğinden söz eder ama bugünün gözünden baktığımızda bize fahişe olduğu söylenen bu kadını o denli korkunç görmeyiz. Bir bakıma o zeki ve zevkli bir kadındır. Evi şık ve güzeldir, estetiğe önem verir. Fahişelikten Kuzguncuk’ta yalı alacak kadar para kazanmasından zeki olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Bunlardan daha önemlisi, Ali’ye âşık olduktan sonra başka bir erkekle görüşmez; parasız kalacağını bilse bile ona sadık kalır. Aşkını açıklarken “… biz de severiz, hem bizim sevgimiz namuslu hanımların sevdasından bin kat beter olur” der. O sadece kıskanç ve kindar bir kadın olduğu için terk edilmeyi kabul edemez. Bu da onun namusuyla değil, kişiliğiyle ilgili bir sorundur. Bence bu romanın en büyük kusuru hümanist bir eşitlik düşüncesinden yoksun olması, yazıldığı çağın düşüncelerinin ötesine kendisini taşıyamaması. Irkçı bir duruş da hissediliyor romanda, örneğin Suriyeli Arap Abdullah Efendi’nin kötülüğü ve Hırvat’ın katil oluşu gibi. ROMANTİK AKIM Öte yandan, Namık Kemal gibi bir yazarı kesin bir çizgiyle ayrılmış iyi ve kötü dünyasını anlattığı için suçlayamayız. Romandaki eşsiz benzetmeler gerçekten o günün romanlarında görünenlerden çok daha güzel. Örneğin, Ali’nin kadınlardan gelen işaretleri anlamayışını “Mısır’ın eski yazılarını elde sözlüğü yokken okumaya çalışan bilginler gibi her şekilden nice anlam, her durumdan birçok konu çıkarmaya çalışırdı” diye anlatıyor. Mehpeyker’in açık pembe evini de bir kadının bedenine, iki ufak pencereyi ise ay parçası gibi iki memeye, söğüt ağacını köşkü kucaklayan kollara benzetiyor. Çamlıca’nın esen rüzgârını ise “memedeki çocuğun uykusuna bekçilik yapan annenin nefesi gibi hafif eserdi” diye betimliyor. Ayrıca romanın her bölümünün başına koyduğu Divan şairlerinden beyitler çok yerinde ve Namık Kemal’in derin bilgisinin de kanıtı. Aslında Namık Kemal bu romanına “Son Pişmanlık” adını vermişti fakat dönemin yetkilileri, yazara danışmadan, romanın başlığını İntibah olarak değiştirip birçok bölümü sansürledi. Özgün metin günümüze ulaşmadığı için nelerin değiştirilip çıkartıldığını bilmiyoruz. Günümüz Türkçesine Refik Durbaş uyarlamış ve mümkün olduğunca Namık Kemal’in hissedilmesini sağlayan bir metin çıkmış ortaya. Belki geniş zamanları geçmiş zamana aktarmak ve bir de eski Güneş saatini okurun anlayacağı saatlerle vermek daha iyi olabilirdi. n 6 2 Ağustos 2018 KITAP