Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SEBASTIAN HAFFNER’İN TANIKLIĞI Bir Alman’ın Hikâyesi İnsanlık tarihinin en karanlık sayfalarından biri olan İkinci Dünya Savaşı, Almanya özelinde değerlendirildiğinde koca bir ulusun, bir lider etrafında günden güne karakter değişimine uğraması açısından dikkat çekiyor. Bu dönemin atmosferini anlatan ve Sebastian Haffner tarafından kaleme alınan “Bir Alman’ın Hikâyesi”, Birinci Dünya Savaşı’nı çocuk, gençliğini ise Nazi zulmü altında yaşamış bir Alman’ın anılarını ve kişisel gözlemlerini içeriyor. KEREM GÜREL 1907’de Berlin’de dünyaya gelen Sebastian Haffner, Nazi yönetiminin baskılarına direnmeye çalışan ancak demokratik inançları ve Yahudi sevgilisine duyduğu aşk nedeniyle 1938’de İngiltere’ye yerleşmek zorunda bırakılan Nazilerin tabiriyle Ârî bir Alman. İngiltere’deyken Observer gazetesinde yazan Haffner’in ilk kitabı ‘Germany: Jekyll and Hyde’ 1940’ta yayımlanıyor. 1954’de ülkesine geri dönen yazar, daha sonra İkinci Dünya Savaşı, Almanya ve Naziler üzerine pek çok çalışmaya imza atıyor. 1999’daki ölümünün ardından ikinci eşi ve çocuklarının çabasıyla gün yüzüne çıkarılan Bir Alman’ın Hikâyesi ise daha çok otobiyografik özellikler içeriyor. SELAM VERİLMEYECEK KİŞİ… Haffner, kitabın en başında anlatacağı hikâyeyi “bir düello” olarak adlandırıyor ve taraflardan birini “güçlü, muktedir ve merhametsiz devlet”, diğerini ise “kim olduğu bilinmeyen küçük münferit bir şahıs” diye tanımlıyor. Denk olmayan bu düelloda, devletin zamanla nasıl baskı kurduğu, münferit kişinin arkadaşlarından kopuşunu ve sevgilisini terk edişini, kendisininkilerden vazgeçip önüne konan fikirleri benimseyişini ve hepsinden önemlisi bütün bunları yaparken her an yoğun şekilde bir coşku ve minnettarlık gösterişini, tehditler savurarak talep ettiğini örneklerle okura sunuyor. ‘Giriş’, ‘Devrim’ ve ‘Veda’ olmak üzere üç bölümden oluşan kitabın ilerleyen kısımlarında, her iki Dünya Savaşı’nın Alman halkı üzerindeki etkisine değiniliyor ve ilk savaştan farklı olarak insanların Nazi İmparatorluğu’nun çarkları arasında değişmeye zorlanıp kendi gibi kalamadığına vurgu yapılıyor. Ancak bu değişim sürecinin köklerini yine Birinci Dünya Savaşı’nda aramak gerek. Zira yazarın da satır aralarında dikkat çektiği gibi savaş sonrasında imzalanan barış antlaşmalarının ağır maddeleri, Alman halkı üzerinde bir hayli olumsuz etkiye sahipti. Savaş ve savaş sonrasında ödenen bedellerle çocuklar da dâhil, halkın bilinçaltına öfke tohumları saçıldı ve zamanı geldiğinde filizlenmesi beklendi. Derinlerdeki öfke, Adolf Hitler gibi bir tiran yarattı. Yazarın, Birinci Dünya Savaşı sonrası Almanya Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Rathenau ile Adolf Hitler’i karşılaştırdığı kısımlar, Hitler gibi yolda görülse selam bile verilmeyecek birinin devleti nasıl ele geçirdiğine dair ipuçları barındırıyor: “Normallik, çalışkanlık ve işini iyi yapma arzusuyla bir araya geldiğinde sizi popüler kılabilir ama sevgi ya da nefretin son kertesi, Tanrılaştırma ya Asıl adı Raimund Pretzel olan Sebastian Haffner’in kitabı ‘Giriş’, ‘Devrim’ ve ‘Veda’ olmak üzere üç bölümden oluşuyor da Şeytan’ın ta kendisi olarak lanetleme ancak tamamen sıra dışı olan bahis konusudur, kitlenin erişemeyeceği bir yerde, çok daha aşağılarda veya çok daha yücelerde olana tevcih edilir. Alman halkıyla ilgili tecrübemden eğer tek bir şey biliyorsam o da budur. Rathenau ve Hitler, Alman halkının oluşturduğu kitlenin hayal gücünü son kerteye kadar harekete geçiren iki fenomendi, biri tahayyülü imkânsız kültürüyle diğeri ise yine tahayyülü imkânsız alçaklığıyla. Her ikisi de ulaşılması zor alanlardan, birer ‘öte dünyadan’ geliyordu ki belirleyici olan da buydu. Biri üç bin yılın ve iki kıtanın kültürlerinin symposionlarına ev sahipliği yapan en yüksek düzeyde tinselliğin gök küresinden, diğeriyse en pespaye ucuz edebiyatın seviyesinin bile çok altındaki bir cangıldan; küçük burjuva evlerinin karanlık arka odalarının, evsiz barınaklarının, kışla helâlarının ve idam avlularının korkularının kokteyli olan bir ufunetten, iblislerin ortaya çıktı cehennemî bir yeraltından gelmişti.” TOPLUMUN KAYBOLAN DEĞERLERİ Haffner’e göre Hitler’i iktidara taşıyan ana unsurlardan biri de Alman halkının çoğunluğunun cumhuriyetle gelen özgürlük ve özel hayat fikrine ayak uyduramamasıydı. Bu, toplumun Naziler ve Nazi olmayanlar şeklinde ikiye bölünmesindeki temel çatlaktı. Siyasiler tarafından ciddiye alınmayan Nazilerin, 14 Eylül 1930’da meclisteki sandalye sayısını bir anda 12’den 107’ye yükseltilmesi toplum üzerinde baskı yarattı ve korku daha fazla hissedilmeye başladı. Yazara göre insanlar, kaçınılmaz olanı yılgın bir şekilde beklerken son ana kadar yakalarını ondan kurtarabileceğini umdu. Ancak korkulan hadiselerin yavaş yavaş gerçekleşmesi, direnmesi beklenen güçlerin dağınıklığı insanları huzur ve düzen ile iç savaş arasında bırakıyordu. Nazilerin sayısının giderek artması, ül kenin atmosferini tamamen değiştirmiş ve yazarın ifadeleriyle “yaşama sevinci, nezaket, hayırseverlik, anlayış, kimseye zarar vermemeye özen göstermek, iyi niyet, cömertlik ve mizah duygusu artık kolay rastlanılamayan nitelikler hâline gelmişti.” Haffner geriye kalan iki bölümde, Nazilerin giderek artan baskıcı ve zorba yönetim anlayışının yarattığı atmosferi, kitabın geneline hâkim olan akıcı diliyle ortaya koyuyor. Bunu yaparken insan ruhunun labirentlerinde dolaşıp bilinmeyen veya pek dile getirilmek istenmeyen karanlık noktaları gözler önüne seriyor. Özellikle korku bulutlarının göğü kapladığı toplumsal ortamlarda insanların, var olan düzenlerinin devamı için neleri görmezden gelebildiğini ve neleri kanıksayabildiğini net bir şekilde anlatıyor. Haffner, içinde bulunduğu ortamı oldukça iyi gözlemleyebilmiş, milliyetçilikten faşizme kayan Alman toplumunu ve Nazilerin totaliter rejiminin altındaki yaşamı, ayrıntılı ve tarafsız bir anlatımla okura sunabilmiş bir yazar olarak takdiri hak ediyor. Asıl adı Raimund Pretzel olan yazarın, Alman kültürüne ve klasik müziğe olan sevgisi İngiltere yıllarında seçtiği takma ad olan Sebastian Haffner’de de görülebiliyor. Zira “Sebastian”, Bach’tan, “Haffner” ise Mozart’ın çok bilinen bir senfonisinden geliyor. 1914 ile 1933 gibi nispeten Nazi zulmünün başlangıcına uzanan dar bir dönemi ele alsa da Nazilerin ortaya çıkışındaki toplumsal dinamikleri, münferit bir şahsın dilinden tarafsız bir gözle anlatmayı başaran Haffner’in ölümünden sonra, şans eseri bulunan notlarından oluşan bu değerli kitap, Hulki Demirel’in son derece başarılı çevirisiyle dünü, bugünü ve yarını anlamak için önemli eser. n Bir Alman‘ın Hikâyesi / Sebastian Haffner / Çeviren: Hulki Demirel / İletişim Yayınları / 270 s. 4 2 Ağustos 2018 KITAP