Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> geliştirdiğim kişiler. Matematik dâhisi Deniz’i andıran insanlara denk geldim ama onun gibisine rastlamadım. Aynı şey Gülderen için de geçerli. Ama onların serpildiği çevreyi çok iyi biliyordum. Örneğin, 1990’ların “yükselen değerler” ortamı, banka alıp satmalar, para içinde yüzmeler, bir anda zengin olmalar ve yeraltı dünyasıyla ilişkiler, Arena programının editörü olarak yakından izlediğim konulardı. Susurluk’taki Mercedes kazasının esrarını çözmek için az mı çaba göstermiştik? Ayrıca bol bol araştırma da yaptım yazmak için. Yalnızca mitolojiyi incelemekten söz etmiyorum. Örneğin, İstanbul’daki yalı emlak piyasasını dikkatle inceledim. Çünkü Feri, adını İstanbul’un saygınları arasına yazdırmak için yalı da almak istiyordu. Benim gazetecilik ve akademisyenlikten gelen yaklaşımım böyle: Karşıma çıkan soruları araştıra araştıra, çöze çöze ilerliyorum. Olgusal planda hata yapmamaya çaba gösteriyorum. Kişisel fantezilerden, sayfalarca ahkâm kesmelerden uzak durmaya çalışıyorum. Hikâyem akıp gitsin, okur sıkılmadan okusun istiyorum. Böylece romanı bitirdiğinde hayata birazcık da olsa farklı baksın! n Troya Savaşı ve Çanakkale Savaşı arasındaki benzerlikler de imleniyor romanda. Hatta romandaki hocaya yani Kazı Heyeti Başkanı Prof. Manfred Osman Korfmann’a göre Çanakkale Savaşları, Troya Savaşı’nın devamı. Sizce bu savaş nasıl sürüyor? n Evet, saygıyla andığım dostum Osman Hoca’nın da dikkat çektiği gibi MÖ 1200’lerdeki Troya Savaşı ile 1915’teki Çanakkale Savaşları arasında büyük benzerlikler var. İkisinde de deniz aşırı bir kavimler koalisyonu Anadolu’ya saldırıyor ve bir Anadolulu kavimler koalisyonu savunmasıyla karşılaşıyor. Saldırganların bazı gemi adları bile bu tekerrüre işaret ediyor: Agamemnon, Ajax... İlk Troya Savaşı, günümüzde de devam eden DoğuBatı ayrışmasının başlangıcı sayılıyor. Bir yanda Grekler var, öte yanda Grekçe konuşmayan, “bar..bır..bar” gibi anlaşılmayan sesler çıkaran anlaşılmaz “barbarlar”. Sonradan bu ikileme GreklerPersler, HıristiyanlarMüslümanlar, ÖzgürlerDespotlar, BatıDoğu gibi etiketlerle devam ediyor, ettiriliyor. Bu anlamda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne alınmamasını bu ikilem üzerinden açıklayabilirsiniz. Ancak bence Türkiye, tam Doğu da değil, ikisinin ortasında kendisi olma kavgası veren bir “sui generis” bölge. Burada anlatamam, uzun hikâye! “BOZCAADA HÂLÂ ÖLMEK İSTEDİĞİMİZ YER” n Roman kişilerini genellikle topyekun ve eşzamanlı devreye sokan bir yazımı tercih ediyorsunuz. İdeal bir sosyal komün, özlenesi bir kardeşlik, samimiyet ve çeşitlilik ortamı sunan huzurlu bir sığınak Ada. Yolsuzluklar zinciriyle sarsılan Susurluk dönemi Türkiyesi’nde, finans, medya ve sanat dünyasından seçme dejenere kodaman lar cirit atarken Bozcaada kurtarılmış bir bölge gibi... n Evet, Bozcaada’yı gürültülü, bencil, kalleş, nobran ve şımarık İstanbul’a karşı bir huzur adası olarak resmediyorum. PostÖzal dönemi İstanbulu’nun bir antitezi. Bir sığınak! 1990’larda benim için ada gerçekten öyleydi. Henüz kitle turizminin pençesine düşmemiş, yoksul, sakin, hatta sapa, poyrazla serinleyen bir minievren. Orada yalnızca havadaki oksijen değil, insani ilişkilerdeki sevgi oranı da yüksekti. Romanda biri söylüyor ya: “İnsanın hiçbir neden yokken kendisini iyi hissettiği bir yer burası.” Babıâlî’nin hoyratlıkları arasında ayakta kalmaya çalışırken böyle bir yere çok ihtiyacım vardı ve bana çok iyi geldi. Hayat ayarlarımı düzeltmemi sağladı. Deniz’in durumu ise farklı. O kendisini Bozcaada’da bile iyi hissedemiyor. Onun sırtında ağır bir yük var: Deha olmanın laneti! n Sizin gibi otuz yıllık bir Bozcaadalıya göre ada nedir ve ne değildir? n Her şey gibi ada da değişti. “Bozuldu” da diyebiliriz. Önceliklede insan ilişkileri... Araya Marx’ın sözünü ettiği “nakit bağı” girdi. Bizim masum balıkçılar, bağcılar, şaraphane çalışanları, küçük esnaf yeni çağa ayak uydurmaya çalıştı, başarabilen “işletmeci” oldu, başaramayan işçileşti. Bağlarda çalışacak insan bulunamıyor. Günde üç küçük araba vapurunun geldiği yere şimdi on beş büyük vapur geliyor. Ada artık bir mesire yeri. Tur otobüsünün biri gelip biri gidiyor. İnsanlar “bu özgün ada”yı görmek için değil, “ünlü bir yer”i görmeye geliyor. Adayı bir dekor olarak kullanıp sokaklarında fotoğraflar çekiyorlar. Biz kasabanın dışında, bağda yaşıyoruz. Buranın sıradan bir yer olmadığını unutmamaya ve unutturmamaya çalışıyoruz. Romanda Deniz için olduğu gibi “Sığınakken tuzağa mı dönüştü?” diye sorarsanız, hayır derim. Adı ne olursa olsun burası hâlâ olmak ve ölmek istediğimiz yer! n Bu romanın kaleminize en dramatik katkısı ne oldu? n Öyle bir planım yoktu ama Ada’nın yazarı oldum. Oysa başlangıçta bu sırrı saklamaya kararlıydım. Ada ile ilgili ilk uzun yazım Atlas dergisinde 1994’te çıktı. 2000’de Haluk Şahin’in Bozcaada Kitabı yayımlandı. Bu kitap, kızım Ayşe tarafından İngilizceye çevrildi. Sonra Poyrazaltı’da (2013) adanın değişimini anlattım. Adanın yazdırdığı üç şiir kitabımı Uçuşur Ege Rüzgârı’nda (2015) adıyla birleştirdim. Derken bu roman geldi. Bundan iki yüz yıl sonra bir araştırmacının şaşkınlıkla; “İşe bakın yahu! Haluk Şahin adlı bir adam takmış, bu küçük ada hakkında yedi kitap yazmış!” deme olasılığı beni mutlu ediyor. n Yeni bir roman tasarınız var mı? n Yirmi birinci yüzyılda insanlığın karşısındaki en önemli sorunla ilgili: Kitleler niçin bu kadar kolay kandırılıyor? n Ada / Haluk Şahin / Kırmızı Kedi Yayınevi / 288 s. BİRİKİM • AYLIK SOSYALİST KÜLTÜR DERGİSİ SAYI: 352 GEÇEN AYIN BİRİKİMİ ÖMER LAÇİNER Kavşakta • SEÇİM SONRASI, İKTİDAR ÜMİT CİZRE “Vetocu demokrasi”, siyasal korku ve vazgeçilmez “lidere meftunluk” • EKONOMİ IŞIL KURNAZ Demiryolları özelleştirmesi: “Geçen trenin içinde siz olmak istersiniz” • MİLLİYETÇİLİK ONURŞAH ÖZKAYA Die Grauen Wölfe Bozkurtlar: Almanya’da ülkücü olmak • ÇERKESLER MERİH CEMAL TAYMAZ Çerkeslik halinden Çerkeslik hallerine • İSLÂMCILIK ERTUĞRUL MEŞE Sözleşme dergisi, İslâmcı aydınlar ve özdüşünümsellik: “Zaruretten demokrasi”nin sınırları • SİNEMA SEZEN ÜNLÜÖNEN Ahlat Ağacı üzerine • HALÛK SUNAT Candide, Mihail Bahtin / psikanalitik duyarlıklı bakış ve Ahlat Ağacı • EDEBİYAT ABDULLAH AREN ÇELİK İktidarın yarattığı korku bağlamında Mehtap Ceyran’ın Mevsim Yas romanı: Mevsim korku • DİDEM NUR GÜNGÖREN E Evi Eposta: birikim@iletisim.com.tr • web: www.birikimdergisi.com Genel Dağıtım: Telefon: 212 496 10 50 Faks: 212 551 30 13 Eposta: punto@puntokitap.com • web: www.puntokitap.com