Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Çevirinin politikası olursa Şehnaz Tahir Gürçağlar’ın, “Türkiye’de Çevirinin Politikası ve Poetikası 1923 1960” adlı çalışması çeviri tarihimize farklı bir bakış getirirken kültür politikası ile yapılan ‘insan mühendisliği’nin topluma, kültürel yapılanmaya etkisine dair önemli bir veri oluşturuyor. Yayıncılık tarihi hakkında da önemli bilgiler veriyor. Ç eviriye çok açık bir yayıncılık sektörümüz var. Dünyada, özellikle Batı’da yayımlanan eserleri çok sıkı takip ediyor, nitelik ve nicelik açısından önemlileri hızla Türkçede yayımlıyoruz. Yayınevlerimizin listeleri, çeviri eserlerin çokluğu ile dikkati çekiyor. Klasik eserleri sürekli ve çok okumada da sanıyorum dünyada nadir bulunan ülkelerdeniz. Çoksatarlar listelerinde klasikler yer alıyor, yeni eserlerle yarışıyor. “Yayıncılarımız çeviri eserlere nasıl yöneldi?” ve “Okurun klasikleri sürekli ve çok okumasının nedeni nedir?” gibi sorular beni hep meşgul etti. Prof. Dr. Şehnaz Tahir Gürçağlar, Türkiye’de Çevirinin Politikası ve Poetikası’nda (Ocak 2018, Çev. Tansel Demirel, Türkiye İş Bankası Kültür Yay.) bu soruların birçoğunun cevabını veriyor. BİR TÜR İNSAN MÜHENDİSLİĞİ Çeviri, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılından yani Batılılaşmaya karar vermesinden itibaren kültürel kalkınmanın en önemli unsurlarından biri olarak kabul edilmiş. Devlet kontrolünde ve yönetiminde bu işin sağlanabileceğine inanılmış ve bu amaçla çeviri komisyonları, büroları kurulmuş. 1832’de kurulan Tercüme Odası’nı, 1839’dan sonra kurulan Encümeni Daniş’in çeviri çalışmalarını, anımsayalım. Cumhuriyet döneminde de 1921’de kurulan Telif ve Tercüme Heyeti var. Yani Hasan Âli Yücel’in Tercüme Bürosu bir ilk değil ama bu yöntemin en başarılı şekilde hayata geçirildiği örnek. Türkiye’nin çağdaşlaşmasını yüzünü tamamen Batı’ya dönerek gerçekleştirme arzusu da Osmanlı’dan beri gerçekleştirilmeye çalışılan bir durum. Şehnaz Tahir, Cumhuriyet’ten sonra yapılan bir “kültür planlaması” ile bunun “başarıldığını” anlatıyor. Bu bir “Türk Rönesansı” olacaktır. “Türk Rönesansı”nın ideolojik temeli de hümanizm. Bir tür insan mühendisliği. Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş, dilde arılaşmaya yöneliş, Öztürkçe’nin teşviki ile birlikte çeviriye verilen destek bir arada değerlendirildiğinde bu anlayış daha net görülür. Köy Enstitüleri’nin, Halk Evleri’nin, Halk Odaları’nın kurulması, Devlet Konservatuarı’nın açılması. Bale, opera ve klasik müziğe verilen önem “Türk Rönesansı”nın çeşitli sanat dallarındaki yansımaları olarak görülüyor. Kültürel kalkınma eğitim ve sanatın teşviki ile olacaktır ve bunu gerçekleştirecek kurum da Maarif Vekâleti yani Millî Eğitim Bakanlığı. “Türk Rönesansı” hümanizm üzerinde gelişecekse Yunan Klasikleri’nin çevril Şehnaz Tahir Gürçağlar mesi gereklidir ve bu noktada da Tercüme Bürosu’nun önemli işlevi olacaktır. Batı edebiyatından yapılacak çevirilerin Türk yazarlarının eserlerine örnek olacağı, onları bu türde yazmaya özendireceği de düşünülür. Yani çeviri politikası, hem “Türk Rönesansı”nın önemli bir parçası olacak hem de Türk edebiyatının geleceğini belirleyecektir. Çok önemli ve anahtar bir rol verilmiş çeviriye. 15 Mayıs 1939’daki Birinci Türk Neşriyat Kongresi’nde çeviri politikaları en çok konuşulan konuymuş. Kongrede hangi kitapların öncelikle çevrilmesi gerektiği tartışılmış, listeler hazırlanmış. Ardından da Tercüme Bürosu çalışmaya başlamış. Şehnaz Tahir, çeviri tarihine yönelik araştırmalarda daha çok Tercüme Bürosu’nun faaliyetine odaklanıldığını yazıyor. Bu odaklanma sonucunda da Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki tüm çevirilerin Tercüme Bürosu kaynaklı olduğu gibi bir ortak tez ortaya çıktığını belirtiyor. “Durum gerçekten böyle miydi, bunu sorgulamamız gerek” diyor. Türkiye’de çeviri tarihine de, genel olarak Cumhuriyet sonrası edebiyat tarihine bakışta da seçkinci bir yaklaşım var. “Saygın” ya da “yüksek” edebiyat diye tanımlanan örneklere bakılıyor ama “popüler” ya da “halk edebiyatı” diye adlandırılan eserler, çeviriler tamamen görmezden geliniyor. “POETİKAYI” BELİRLEYEN OKUR Devlet Tercüme Bürosu ile yetinmemiş, özel yayınevlerinin de kendi politikası yönünde yayın yapmasını özendirecek tedbirler almış. 1940’lara kadar özel yayınevlerinden kitap satın alma yoluyla verilen desteğin yöntemini değiştirmiş. Çevrilmesi gereken kitaplar listesi ilan etmiş ve bu listeden yayımlanacak kitapları satın alacağını bildirmiş. Remzi ve Varlık gibi yayınevlerinin listelerindeki klasik eserlerin çokluğunun bir nedeninin de devletin bu politikası olduğunu anlıyoruz. Şehnaz Tahir, Tercüme Bürosu ve bazı özel yayınevlerinin yayımladığı çevirilerin tüm bir yayıncılık sektörü içinde ne kadar payı olduğunu da incelemiş. Bu inceleme, Türkiye’deki yayıncılık tarihine önemli katkılarda bulunmuş. Harf Devrimi’nden sonra Türkiye’de yayıncılığın nasıl şekillendiğini araştırmış. 19381948 arasında, İngiliz ve Amerikan edebiyatından yapılan çevirilere baktığımızda Maarif Vekâleti’nin 74, özel yayınevlerinin 391 kitap yayımladığını görüyoruz. Aradaki fark çarpıcı. Türlere dağıtıldığında daha da ilginç hâle geliyor tablo: Romanların yüzde 91’ini, çocuk kitaplarının yüzde 98,5’ini, popüler kitapların tamamını özel yayıncılar yayımlamış. Sadece tiyatro eserlerinde devletin payı yüzde 72,5; özel yayınevlerinin yüzde 27,5. Şehnaz Tahir, genel olarak yayıncılığa baktığımızda ise halk kitapları denilen Kan Kalesi, Arzu ile Kanber gibi kitapların yüz binlerce tiraja ulaşırken klasiklerin ortalama baskı adedinin devlet yayınlarında 3 bin olduğunu, bu sayının özel yayıncılarda daha da düşük kaldığını belirtiyor. Zamanla destanların, cenk hikâyelerinin yerini, popüler edebiyat, Mayk Hammer çevirileri almış. Şehnaz Tahir, erken Cumhuriyet döneminde edebiyat çevirisi alanını şekillendiren “politika”yı devlet belirlese de “poetika”yı okur, dolayısıyla özel yayınevleri belirliyordu, ağır basan da poetikaydı diyor tezinde. Çeviri politikasının günümüze yansımasına gelirsek hem metnin tamamını çevirmek, aslına sadık kalmak gibi çeviri etiği diyebileceğimiz kuralların Tercüme Bürosu ile koyulduğunu hem de önemli eserlerin çevirilerini, klasikleri okuma alışkanlığının o dönemde şekillenip bugüne yansıdığını düşünüyorum. Yayıncılarımızın bu kadar çok ve nitelikli çeviri yayımlamasında da bu politikanın etkisi vardır. Yani devletin çeviri politikası yayıncılık sektörünü belirleyemese de iyi çeviri alışkanlığını hem okura hem de yayıncıya kazandırmış. Bu da önemli bir kazanımdır. Prof. Dr. Şehnaz Tahir Gürçağlar’ın, Türkiye’de Çevirinin Politikası ve Poetikası, 19231960 adlı çalışması, çeviri tarihimize farklı bir bakış getirirken kültür politikası ile yapılan “insan mühendisliği”nin topluma, kültürel yapılanmaya etkisine dair önemli bir veri oluşturuyor. Yayıncılık tarihi hakkında da önemli bilgiler veriyor. Merakla okudum, çok şey öğrendim. n 6 22 Şubat 2018 KITAP