25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

LEVENT YANLIK’IN ÖYKÜLERİ Sürgün Ruhlar Levent Yanlık’ın “Sürgün Ruhlar”ındaki öykülerin gerçekliği ortada. Özgürlükle, suçla, kefaretle, iyilikle derdi olan metinler sunuyor okura. Bir yerlerde kaybolmuş bazı insanların hayatlarına şöyle bir bakıp okuyorsunuz. ADALET ÇAVDAR T ürkiye’de her on yılda bir, sürgünü ya da bir sürülmeyi mutlaka görüyoruz. “Sürgün”, “gurbet” ve “gitmek”, sadece kelime anlamı ya da kökündeki yoğunluktan çok daha başka şeyler ifade ediyor artık bize. Yersizyurtsuzluk, geri dönememek, hasret, ölüm, savaş ve kaybediş gibi hikâyeler dolduruyor içini. Gitmenin pek çok türü acıklı olsa dahi insan bir yerden sonra dönüp kendi hikâyesinden o trajik anları bambaşka bir şekilde, en önemlisi gülümseyerek anlatabiliyor. Çünkü bir acıyı yaşarken “ne yaşıyorum ben” diye dertlenecek mecalimiz kalmıyor genelde, acının üstünden zaman geçtikten sonra “Vay be, neler de yaşamız” diyebiliyoruz ancak. Girişteki kısacık biyografi, kitapta neler okuyacağınıza dair ön bilgi veriyor. Levent Yanlık’ın Sürgün Ruhlar’ı doğduğu yerde yaşamaya devam edememiş, savrulup gittiği dünyanın öbür ucunda hikâyelerini sürdürmüş insanları anlatıyor. Kitapta herkes herkesle dostmuş gibi; sanırsınız yıllardır birbirini arayan arkadaşlar kayboldukları coğrafyalarda buluşmuş ve başlarından geçenleri, hâlleriyle eğlenircesine anlatıyor. 1970’te Ordu’da doğan Levent Yanlık, siyasi bir yayının yazı işleri müdürlüğünü yaparken açılan davalardan ötürü 1994’ten itibaren yurt dışında yaşamaya başlamış. Arada birkaç yılını Türkiye’de geçirse de şu an hâlâ yurtdışında. Hazal Yalın mahlasıyla Rusçadan ve İngilizceden pek çok çevirisi yayınlanan yazar, aslında inşaat mühendisi ve tarih doktorası yapıyor. TANIDIK VE ACI ÖYKÜLER Kitap Amsterdam’la başlıyor; Mike ile tanışıyoruz. O bize Türkiyeli Ayşegül’ü anlatıyor, onun kara gözlerini ve karşı konulmaz aşkını, başına açtığı belaları. Mike’la beraber Amsterdam’ın çokkültürlülüğü ve her daim kafası güzelliği çıkıyor elbette karşımıza. Sokaklarda bisiklet sürerken bile şehrin rüzgârından durduk yere gülümsemeye başlıyoruz. Bir koğuşta hikâyeyi dinliyoruz. Sonra birden bir hayli ilginç adıyla Sanayi çıkıyor karşımıza. Türkiye’nin bir köyünden kalkıp soluğu Belçika’da almış. Yollarda başına gelmeyen kalmamış, çalışmaya çalışmak, yaşamaya yaşamak denmeyecek koşullardan paçayı kurtarınca kendisini bile unutmuş bir adam. Ta ki cezaevine kadar. Gerçek bir kötü Emil çıkıyor ortaya, kod adı Emin, Rusya’da bir cezaevinde. Bir sürü hikâyesi var ama bir tek kendisininki değil söz konusu olan. İnsanın zekâsını zarar vermek için nasıl kullanabileceğine dair çok ciddi bir gösterge Emil. Nabza göre şerbeti bol, kişiye göre kederi her daim mevcut. Sanyok, Vanyok ve Danil, hayatları bir yerde kesişmiş ve iyi arkadaş olmuş üçlü. Biri büyürken taksi şoförü olmuş, biri diğerlerine göre daha şanslıymış, ailesi onu harçlıksız bırakmamış diğeri ise hamallık ve getir götür işleriyle hayatını sürdürmüş. Üç erkek ahbabın hikâyesinde elbette kadınlar var ama erkeklikleri ve insanlıklarıyla başları dertte olduğu için onlar da cezaevinde. Yanlık’ın son öyküsü ise hem çok tanıdık hem de çok acı. Aynı zamanda oradan geçmeyen hiç kimsenin pek bilmediği bir öykü. Öykünün yazılma tarihinin artık pek önemi yok. Bir gözaltıdan, haksız yere hüküm giymekten bahsediyorsak bugünden de söz ediyoruz elbette. Sürgün Ruhlar, kurgusu ve diliyle başarılı bir öykü kitabı. Gerçekliği ortada ve özgürlükle, suçla, kefaretle, iyilikle derdi olan beş öykü sunuyor yazar. Bir yerlerde kaybolmuş bazı insanların hayatlarına şöyle bir bakıp okuyorsunuz. n Sürgün Ruhlar / Levent Yanlık / Tekin Yayınevi / 150 s. BIR ÖYKÜ DERLEMESI “İSTANBUL’UN SAKİNLERİ” İstanbul ve emanetleri Tuğçe Isıyel’in yayına hazırladığı “İstanbul’un Sakinleri”; Mehmet Güreli, Fuat Sevimay, Haydar Ergülen, Şükrü Erbaş, Irmak Zileli, Mario Levi gibi on sekiz ismin, İstanbul’a; yolu bu kente düşmüş hayvanlar özelinde keyifli bir bakış getiriyor. REYYAN BAYAR Ş ehirleri konuşur ve düşünürken çoğu insan kimi zaman bir yanılgıya düşebiliyor. Şehrin dokusu, mimarisi, mekânları bağlamında bir portre ortaya koymak aslında her zaman biraz eksik kalıyor. Tabii bu noktada sosyal yaşam ve insan faktörü akıllara geliyor öncelikle. Ancak göz ardı ettiğimiz birileri daha var: Hayvan dostlarımız. Tuğçe Isıyel, yayına hazırladığı İstanbul’un Sakinleri’nde, unuttuğumuz bu pencereden kente bakan öyküleri bir araya getiriyor. Bu öykülerin ortak noktası ise İstanbul ve İstanbul’u mesken tutmuş hayvanları odağına alması. KENTHAYVANİNSAN ÜÇGENİ Ömer İzgeç’in kitaptaki ‘Tüyün Ağırlığı’ metninin başında yer alan “İnsanların savaşında yaralanan, ölen tüm hayvan dostlarımıza” ithafı, aslında kenthayvaninsan üçgeninde olup bitenlerin kısa ve çarpıcı bir özeti. Şehri paylaştığımız, gün delik koşuşturmada güzelliklerini gözden kaçırdığımız, kulağımıza birçok şey fısıldayan martılar, güvercinler, kediler, köpekler... İşte tam da bu noktada Mehmet Güreli, Fuat Sevimay, Haydar Ergülen, Şükrü Erbaş, Irmak Zileli ve Mario Levi gibi on sekiz isim, her biri farklı bir edebî duyarla ve farklı bir hayvanı temele alarak kurguluyor bu öykü ve anlatıları. Kitapta kimi zaman bir köpeğin ağzından Tuğçe Isıyel büyüme serüvenine tanık oluyor okur, kimi zaman bir kuşun yarasını sarma hikâyesine... Bazen de ‘kedi sevmenin on yararı’ yansıyor metinden. Hâl böyle olunca insanın kendini dünyanın merkezine koyduğu durumdan hayvanların dünyasına sert ama keyifli bir geçiş sağlıyor bu macera. Bu bağlamda İstanbul’un semtleri, mahalleleri, sosyal yapısı ve insanlarına ilişkin düşündüren anekdotlar, yazarların belleğinden süzülerek yeniden anlam kazanıyor. Yazarlar, kenti ve hayvanları kendi kişisel tarihleriyle harmanlayarak ele alıyor bir anlamda. Şükrü Erbaş, İstanbul’un Sakinleri’nde yer alan yazısını, “Şimdi ben yalnızım. İstanbul yalnız. Konyaaltı yalnız. Sevgi, yoksul. Öfke, aptal. Merhamet, kimsesiz. Vicdan, azap. Şimdi hepimiz, elimizde ölü bir dünya, koşa koşa bütün iyilikleri unutmaya çalışıyoruz” diyerek sonlandırıyor. Aslında kitap tam da koşa koşa bütün iyilikleri unutmaya çalıştığımız, ölü dünyaya bir hayat öpücüğü vermek üzere yola çıkıyor deyim yerindeyse. Yazarların hatıraları ile İstanbul’un ortak belleğinin edebiyat zemininde buluşmasına, hayvanların başkahraman olduğu anlatılar ev sahipliği yapıyor. Aynı zamanda bir sosyal sorumluluğu da dikkat çeken derleme, şehrin belki de ‘esas’ sakinlerine, sokak hayvanlarına hakkını teslim ediyor. Değeri yeterince bilinmeyen İstanbul’un, değeri yeterince bilinmeyen emanetlerini esas kahraman olarak günyüzüne çıkarıyor. n İstanbul‘un Sakinleri / Yayına Hazırlayan: Tuğçe Isıyel / Timaş Yayınları / 160 s. 10 22 Şubat 2018 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle