07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

On üstünden on... ‘On’ anlamına gelen ‘deka’ ile gün anlamındaki ‘hemera’dan oluşan ‘decameron’ sözcüğünü Boccaccio uydurur; “Decameron”, edebiyat tarihinin ilk düzyazı metnidir aynı zamanda. Kitabın alt başlığı ‘Prencipe Galeotto’, Lancelot ve Kral Arthur’un hikâyesindeki sanal kahramandır. R önesans iki büyük adamın dostluğu sayesinde ortaya çıktı denir. Giovanni Boccaccio ile Francesco Petrarca, Ortaçağ’da doğmuş, çağın gerektirdiği dini eğitimden geçmiş, kara vebada sevdiklerini kaybetmiş ama öte yandan kendi çağlarının ötesinde eğitimin, sanatın, felsefenin ya da bütünlüğüyle yaşamın nasıl olacağını düşlemiş iki insan... Onları hep, bir ayakları geçmişte, yüzleri geleceğe dönük olarak düşünürüz. İnsanları batıl inançlardan kurtarmak ve iyi eğitimle gelişecek hümanist bir hayat içinde görmek istemiş ve bunun için çabalamışlardır. Gayrimeşru bir ilişkiden doğan, Fransız annesini hiç tanımayan Boccaccio’nun şansı, öğretmeninin Dante’nin öğrencisi olmasıydı. Bu sayede Dante’yi, edebiyatı ve değişen düşünceleri erken yaşta tanıma fırsatı buldu. 1349’da, 36 yaşındayken başyapıtı Decameron üzerinde çalışmaya başladı. Kitabın içindeki bazı öyküleri daha önce yazmıştı ama derleme şeklinde öyküleri bir araya getirip çerçeve öykü ile birleştirme fikri daha sonra oluştu. 1371’de son düzeltmeleri yaptığı el yazması o yıllardan günümüze kalan nadide eserlerden biridir. Boccaccio sadece yazarlığı ile değil, Homeros, Euripides ve Aristoteles’in özgün dilden çevirilerinin yapılmasında rol oynamış, Floransa’daki kültür hayatında önemli bir figürdür. Arkeoloji ve klasik sanatlara meraklı Petrarca ile dostluğu bu açıdan da çok önemlidir. 1351’de Padua’da buluşup fikir alışverişlerinde bulundular ve “Genealogia deorum gentilium” adlı klasik mitoloji ve anlamını araştıran eser bu sohbetler sonrasında ortaya çıktı. Ayrıca bu Antikçağ fikirlerinden rahatsızlık duyan Kilise adamlarıyla da savaşmak gerektiğinin bilincindeydiler. Pagan geçmişten öğrenilecek şeyler olduğu konusunda kiliseyi ikna etmeye çalışıp makaleler yazdılar. Boccaccio, üretken bir araştırmacı ve yazardı. Dante biyografisini yazdıktan sonra başına getirildiği Dante Enstitüsü’nde dersler verdi fakat artık başı siyasi dertlerden kurtulmuyordu, dostları başarısız darbe girişiminden sonra hapse atılınca o da Floransa’yı terk etmek zorunda kaldı; kızıyla birlikte Venedik’te yaşayan Petrarca’nın yanına gidip siyasi görevlerden uzak bir şekilde yazmaya devam etti. Hayatı boyunca kadınları öven, aşk dolu şiirler yazmasına rağmen, son yıllarında kadınlarla ilişkisinde hayal kırıklığına uğradı ve aşkı acı tanımlamalarla yazmaya başladı. Aşırı kiloların neden olduğu kalp krizi sonucunda öldüğünde daha 62 yaşındaydı. DECAMERON “On” anlamına gelen “deka” ile gün anlamındaki “hemera”dan oluşan “decameron” sözcüğünü Boccaccio uydurur; Decameron (Çeviren: Rekin Teksoy, Oğlak Yayınları), edebiyat tarihinin ilk düzyazı metnidir aynı zamanda. Kitabın alt başlığı ‘Prencipe Galeotto’, Lancelot ve Kral Arthur’un hikâyesindeki sanal kahramandır. Dante bu hayali karakterleri Cehennem’in 5. Kantosu’nda gerçek karakterlerle karşılaştırır. Decameron’un çerçeve öyküsü şöyledir: On gençten oluşan kahramanlar, yedi kız ve üç erkek, şehirdeki veba salgınından ve üzüntülerden kaçıp iki haftalığına şehir dışındaki bir villada toplanır. Akşamların eğlenceli geçmesi için her birinin bir hikâye anlatmasına karar verirler. Sadece bir gün işlerini halletmeye ve ibadet etmeye ayırırlar. Böylece iki hafta içinde on günü öykü anlatarak geçirirler: on genç, on gün boyunca tam yüz öykü anlatır. Her gün seçilen genç kral ya da kraliçe o günün temasına karar verir. Konular; trajik biten aşk hikâyeleri, mutlu bi Üçüncü günün öyküsünde, üç güzelin buluştuğu bahçe cenneti simgeler. ten aşk hikâyeleri, kadınların erkeklere oyun oynamaları, aldatmalar, erdemli hikâyeler gibidir. Karakterlerden sadece Dioneo istediği konuda hikâye anlatabilir çünkü o ayrı bir yeteneğe sahiptir. Dioneo karakterini Boccaccio’nun kendi üzerinden kurduğunu söylemek yanlış olmaz. Şehirli zekâsına sahip, eğitimli, varlıklı gençlerden oluşur grup. Alay etme, dalga geçme, eğlenmek günlük hayatın bir parçası olarak görülür. Özellikle kötülüklerden ve ölümlerden kaçıp buraya geldikleri için eğlenmek ayrı bir önem taşır. Sanki hayat onlara bir tatil sunmuş gibi davranırlar. Gençleri, anlattıkları hikâyeler sayesinde tanımaya başlarız. Batıl inançlarının olmadığını, pratik zekâya sahip, cehalet ve sıradanlıkla alay eden tiplerdir. Başka bir deyişle Ortaçağ insanı değildir bu gençler, Rönesans’ın erdemlerini taşırlar, öykülerinde aptallık ve cehalet sadece kötülenmekle kalmaz, aynı zamanda ağır cezalandırılır. Bunlar bugünün okuru için sıradan gelebilecek özellikler olabilir ama on dördüncü yüzyıl insanı için yeni yaşam felsefenin göstergesidir. İnsanın yeni değerler eşiğinde olduğu Decameron’da hissedilir. Ayrıca Feodal sistem veya engizisyon düşüncesinin de olmadığını görürüz. ÜÇ GÜZEL Decameron’da üçüncü gün arzu, yetenek, üretim gibi temalar etrafında toplanan, sevilen bir şeyin kaybedilip sonradan yeniden bulunması anlatılır. Bu öykülerin özellikle cennet bahçesi gibi bir motif etrafında toplandığı düşünülür. Bahçe, burada üç güzelin buluştuğu yer, yani simgesel bir cennettir ve bu günün öyküleri yeni bir çerçeve altında toplanmış görünür. “Kaybolan ve sonradan bulunan”, aynı zamanda insanın cennetten kovulmakla kaybettiği ama sonra kendi yaratarak yeniden bulduğu cennet bahçesini de simgeler. Bu düşünce Rönesans felsefesinin özünü taşır Decameron’a. 650 yıllık bu öyküler, eskiden günümüze kalmış en eğlenceli ve güzel metinlerin başında gelir. Rekin Teksoy’un eşsiz çevirisiyle… n 6 22 Kasım 2018 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle