08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yıllara yayılan bir ilgisizlik Suat Derviş’in tefrika olarak yazılan ama yılları yılı yazıldığı gazete sayfalarında kalarak kitaplaşmayan eserleri bir bir gün yüzüne çıkıyor. Eserleri, arşivlerden çıkaran Serdar Soydan, Suat Derviş’in izini nasıl sürdüğünü anlatıyor. SERDAR SOYDAN “K orkarım ki, eserlerim tarafımdan bastırılmazlarsa ben ölmeden evvel basılmayacaktır.” Suat Derviş bu cümleyi Behçet Necatigil’e 24 Ocak 1967’de yazdığı mektupta kurmuş. Mektubun hikâyesi de bu cümle kadar hazin. Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü’nün ilk üç baskısında Suat Derviş maddesi olmadığını fark eden ve bu eksiği gidermek isteyen Behçet Necatigil, Suat Derviş’e bir mektup yazarak sözlüğü için kendisinden otobiyografik bilgiler istemiş. Yani tüm eserlerini verdiği, hatta yazmayı bıraktığı 1967’de, bir yazar, hem de Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü yazarı bile Derviş’e dair sözlük maddesi yazabilecek kadar bir şey bilmiyor, bulamıyor ve mektup yoluyla bilgi istiyor. Necatigil de haklı aslında. Suat Derviş’in ne bir röportajı ne eserlerine dair eleştiri/değerlendirme yazısı çıkmış 1940’tan sonra. Yirmi yedi koca yıl bu mektuba kadar. Derin bir sessizlik. Sanki kırka yakın roman, yüzlerce hikâye yazmamış, sayısız gazete ve dergiye yazı yetiştirmek için uğraşmamış, hatta hiç var olmamış gibi. Belki de bu yüzden sözlüğünün ilk üç baskısında onun eksikliğini hissetmemiş Behçet Necatigil. Yani Suat Derviş edebiyat dünyasında o derece yok, o derece unutulmuş daha o yılda bile. Tabii Suat Derviş’e özgü değil bu unutuluş, yok sayılış. Pek çok isim. Bazıları hâlen yok hatta. Çeşitli sebeplerden dolayı unutulmuş yahut unutturulmuş, isimleri zamanla yitip gitmiş yazarlar... Gelelim Suat Derviş’in kehanet gibi cümlesine... “Eserlerim tarafımdan bastırılmazlarsa ben ölmeden evvel basılmayacaktır.” Romanlarından sadece ikisinin basıldığını görebilmiş ölmeden önce. Ankara Mahpusu ve Fosforlu Cevriye, bu mektubun yazılışından kısa bir süre sonra May Yayınları tarafından basılmış. Bir umut. Fakat hayır, devamı gelmemiş, bu kadarla kalmış. Öldükten sonra da uzunca bir süre, 1996’da Çılgın Gibi’nin ikinci baskısı yapılana kadar okurlarıyla kucaklaşamamış yeniden. Oysa mektupta teker teker sayıyor eserlerini. “Sultanın KarılarıBir Haremağasının Hatıraları (19351936) Son Posta. 1952’de bir Ankara gazetesinde, (Cavit Oral’ın gazetesinde) 19311932’de Berlin’de Almanca olarak Tempo gazetesinde. Onu Bekliyorum, 193435 arasında Cumhuriyet gazetesinde. Onları Ben Öldürdüm, 19351936 arasında Son Posta gazetesinde. Baba Oğul, yine aynı tarihlerde Son Posta gazetesinde. Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır, Tan gazetesinde, 1937’de. İstanbul’un Bir Gecesi, 19381939, Haber gazetesinde. Biz Üç Kız Kardeşiz, Son Telgraf’ta, 19441945. Kendine Tapan Kadın, aynı senelerde, aynı gazetede. Büyük Ateş, 194748, Son Posta. Yaprak Kıpırdamasın, Hürses, 1950. Yeniden Yaşayabilseydik, 19501951. Aksaray’dan Bir Perihan, 196364, Gece Postası. Şoför Mustafa, 196465.” “BU ROMANLARI YOK MU SAYIYORDU?” Kitap hâlinde günümüze gelmeyi başarabilmiş Fosforlu Cevriye ve Hiç romanlarını okuduktan ve kaleminden etkilendikten sonra Suat Derviş hakkında bir şeyler öğrenmek, daha fazla eserini okumak için araştırma yapmaya başlamıştım. 1976’de Nesin Edebiyat Yıllığı’nda yayımlanan, yukarıda alıntıladığım Behçet Necatigil’e gönderdiği mektubu bulmamla gazete ve dergi arşivlerine saldırmam bir oldu. Yeni romanlar, öyküler buluyor, okuyordum. Fakat çok tuhaf... Romanların pek çoğu Suat Derviş’in söylediği gazete ve tarihlerde yoktu. Şaşırtıcıydı bu. Nihayetinde bir röportajda, aniden gelen bir soruya cevaben de söyle memişti ki bunları, düşüne taşına yazdığı bir mektupta listelemişti. Neden, niçin böyle hatalar yapmıştı? Yılmadım. Adı geçen gazeteleri yıl yıl taradım. Sonra o yıllarda çıkan başka gazete ve dergileri. Zira Suat Derviş mektubunda, “Yazı yazmaya başladığım günden bugüne kadar, bir Akşam, bir de Hürriyet gazetesinden başka ve yeni çıkmaya başlamış, yani 1953’ten bu yana dergiler ve gazeteler müstesna, bütün İstanbul ve birçok Ankara ve Adana, İzmir gazetelerine yazdım. 1934’ten 1944’e kadar hemen hiç olmazsa bir yazı vermediğim olmamıştır zannındayım. Dergilere de öyle,” diyordu. On yıllık bir sürece yayılan taramalarım sonunda listedeki tüm eserleri bulduğum gibi bir bu kadar romana daha ulaştım. Yani Suat Derviş, listelediği romanlarının bazılarının tefrika edildikleri gazete ve tarihleri karıştırmakla kalmamış, pek çok romanını tümden unutmuştu. Bu romanları yok mu sayıyordu, onları unutturmak mı istiyordu diye düşünebiliriz. Ancak 1950’de Son Telgraf’ta tefrika edilen ve belki de en güzel romanlarından Gel Eve Dönelim’i Türkiye’ye döndükten sonra 19641965’te Her Gün gazetesinde Kâtip Benim Ben Kâtibin ismiyle yeniden bastırmış. Fakat bu roman da listede yoktu. Yani nitelikle alakalı bir unutuş, unutuluş olduğunu sanmıyorum bunun. Kaldı ki zikrettiği eserlerinin yerlerini doğru söylese yani hepsini mükemmelen hatırlasa kalanları özellikle sakladığını, yok saydığını daha rahat düşünebilirdik. “SANATKÂRDAN ZİYADE ZANAATKÂR” Suat Derviş’in kendi eserlerini unutmasının, ismini hatırladıklarından bazılarınınsa yerlerini yanlış söylemesinin altında yatanın ne olabileceğini düşündüm uzun süre. Belki bir hafıza sorunuydu bu. Bir tür erken bunama? Ama hayır, mektubunda ve aynı yıl Zihni Turgay Anadol’a vereceği röportajında (Gerçekler Postası, sayı 1112, AğustosEylül 1967) her şeyi hatırlıyor, akıcı bir üslupla anlatıyordu. Avrupa’da, hangi ülkenin hangi yayın organında hangi eserlerinin yayımlandığını teker teker sayıyordu. Ama sıra kendi ülkesinde, kendi dilinde bin bir emek vererek yazdığı romanlarına gelince şaşırıyor, unutuyordu. Unutulduğu için mi unutmuştu eserlerini? Önemsenmediği için önemsemiyor olabilir miydi kendisini? Yıllara yayılan bir ilgisizlik, umursamazlık ve bunun bir yaratıcının ruhunda, belleğinde açtığı yaralar... Belki böyle de yorumlanabilir. Tabii ki Suat Derviş’in kendi edebî mirasıyla ilişkisi de sorgulanabilir. Yazarak hayatını kazanan bir insan, hayatı boyunca ekmeğini yediği eserlerini, başkaları değer vermezse vermesin, unutursa unutsun, neden doğru düzgün listelememiş, hepsini kayıt altına almamıştı? Bu ‘kayıtsızlık’ bu ‘belleksizlik’ özellikle gazete ve dergilere tiraj sağlamak için ‘tefrika makinesi’ gibi yazmış, büyük oranda sipariş üzerine, yani bir sanatkârdan ziyade bir zanaatkâr gibi ürün vermiş yazarların külliyatı üzerinde çalışırken sıklıkla karşımıza çıkıyor. Mahmut Yesari, İskender Fahrettin Sertelli, Selami İzzet Sedes, Sermet Muhtar Alus... Daha pek çok isim sayılabilir. Çok yazdıkları için çok unutuyorlardır belki de. Suat Derviş’in izini sürmek meşakkatli bir iş yani. Hem çok yazmış hem yazdıklarının çetelesini tutmamış. O tutmayınca tutan da olmamış. Dahası bilinenbilinmeyen takma adları var; Hatice Hatip, Suat Suzan... “Ekmek paramı kazanmama ve ismimi, en verimli çağımda memleketimizdeki okuyucularıma duyurmama mâni olanlar şimdi benim bin bir takma ismimin peşine düşsünler.” Neyse ki on yılı aşkın bir süre oldu, bayağı bir yol kat ettim Suat Derviş külliyatını toparlamada. Sadece ben de değil, pek çok okur, akademisyen ve araştırmacı iz sürüyor hâlâ. Romanları, öyküleri, röportajları... Eserleri yayımlandıkça onun edebiyatımıza ve dünyamıza kattıkları daha net bir şekilde ortaya konacak. Emeği, kaleminin değeri git gide anlaşılacaktır diye umuyorum. n Kendine Tapan Kadın / Suat Derviş / İthaki Yayınları / 368 s. İstanbul‘un Bir Gecesi / Suat Derviş / İthaki Yayınları / 280 s. Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır / Suat Derviş / İthaki Yayınları / 272 s. Hiçbiri / Suat Derviş / İthaki Yayınları / 248 s. KItap 1122 Kasım 2018
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle