Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ÖYKÜDENLİK... Kısa öykünün romandaki yüzü… “Hikâye”, edebiyat kadar müzikten resme, baleden tiyatro, sinemaya bütün sanat dalları, türleri için “omurga” bağlamında zaten var. İlginç olan kısa öykü sanatını roman kurgusu içinde kendi özgünlüğüyle işlerken çatıyı buna göre yapılandırıp geliştirmek… R omanlar, okurun da alıştığı bir hikâyeler koridorundan geçerek önümüze geliyor. “Salkım hikâye” olarak adlandırabileceğimiz pek çok olay, ilişki, anlatı vb. romana katılırken onu renklendirip zenginleştiriyor, daha da boyutlandırıyor. Ancak bu hikâyelerden hiçbiri, kısa öyküyle özdeşlenmiyor, öykü türünün niteliğiyle bütünleşmediği için. Gerektiğinde ana gövdede oyun, tiyatro; film, senaryo olarak nasıl yer alıyorsa kısa öykünün de buna uyması zorunlu çünkü. Şiir, öykü verimiyle tanınan Ercan y Yılmaz işte bunu yapıyor bir bakıma ilk romanı Sahir’de (Alakarga, 2016). “SAHİR”DEN “O ÖYLE OLMADI”YA… “Sahir”, sihir yapan büyücü anlamında. Yedi kişi, yayımladığı öyküsünde, anlatı kişileri olarak kendilerini kullandığını söyleyip evini bastığı yazarı derdest eder. Ne ki bu yedi kişinin her biri için birer öykü kaleme almıştır aslında yazar. Ötekiler de el yazısıyla “siyah kaplı defterde”dir (s. 70). Hırpalansa da bunu açık etmekten kaçınmaz. Kaldı ki öyküleriyle ilgili kararlık içindedir; “ben anlatmak istediğim hikâyenin yazarıyım. Sen ise sadece oyuncu!” (s. 90). Bunu özöyküsel anlatımla sürdüren de zaten yazarın kendisidir. Köydeki yedi öfkeli adam, yazarın “kısa öykü”süyle roman evrenine katılırken okur bu yolla romanı bütünleyip anlatının tadına varır aynı zamanda. Bu bağımsız öyküler aracılığıyla açılan koridorsa, farklı bir havalandırma sağlayıp “çözgü” işlevi yansıtıyor âdeta. Her şey apaçık ortada, anlatıcının, olacağı önceden bildiği bir konum söz konusudur. O, bunları sıralıyormuş gibidir zaten. Âdeta bir “kırmızı pazartesi” olarak başlaması anlatının, bunu daha da güçlendirir. Zorlayıcı yaşam koşulları karşısında irrasyonel hurafeye sığınan insanımızın çilesi de denebilir anlatı için. Ercan y Yılmaz, Sahir’deki evreni, karakterleri ikinci romanı O Öyle Olmadı’ya da (Sel, 2017) taşıyor, kuşkusuz farklı yaklaşımla. Bakıyoruz, kısa öykü yerine bilinen salkım hikâyeler kesiyor önümüzü. Ancak yazar konumuyla roman evrenine girip çıkmayı sürdürüyor yine Ercan. Şiir damarıyla öyküdeki yaratıcılığını, bu ikinci romanında da gösteriyor nitekim. Böylelikle anlatısını alabildiğine çeşitlendirip çoğaltıyor, çoksesli hâle getiriyor. Kuşku yok ki hüner, gerçektenlik duygusunu hiçbir zaman yere düşmeyişi onun. Okur, bu gerçeklik paydasının etkisiyle anlatı peşine düşüyor olmalı. Yoksul, yoksun Güneydoğu’da bir köy halkı (Batman / Aydınkonak), ortak değer olarak “muhalif kalma gayesi” (s. 77) içinde “süper kahraman” bir Meçhul Dayı karakteri yaratır. “Gerçeğini bulan bir hayal”dir bu (s. 99). Ne var ki sonradan öteki muhalif, “müzmin borçlu” Asaf”a/ Asal’a uzanarak Meçhul Dayı’ya ulaşıp onunla buluşsa da anlatı, bu iki ana bölüm arasında görece bir aks kayması yaşandığı söylenebilir yine de. Yazarın cinler, periler, melekler ve ermişlerle örülü ritüel çevresinde kurgulayıp anlatmadan duramadığı, bunlara sürekli yenilerini ekleyerek yaydığı bütün bu uydurmaları, yazınsal dille örtüştürüp her defasında yeniden kurduğu öne sürülebilir kanımca. ROMANDA YENİ BİR ANLATICI: ERCAN Y YILMAZ… Yaşar Kemal’in deyişiyle insanoğlu, uydurmadan edemiyor ya, Ercan y Yılmaz da her iki romanda aynı köyün insanları, örtüşen dünyalarıyla, aynı evrenle ama biçemce birbirinden ayırdığı msaslankara@hotmail.com www.sadikaslankara.com iki anlatı kurarak okuru buluşturuyor. Gerçekten kurduğu bu anlatılarla doğrudan dikkati çekebiliyor Ercan. Şair uçuculuğuyla yaratıcı zıplamalar, sıçramalar eşliğinde metni örüntülüyor. Yanı sıra bunları sislendirip puslandırıyor, grotesk bir ele alışın dayanaklarına dönüştürüyor. Nitekim kıpırdak, oynak, alabildiğine ustalıklı yinelemeler, göz çelen sözdizimleriyle okuru da bağlayabiliyor kolayca. Metni açımlarcasına örüntü getirirken yanı sıra halkalayıp örterek gizem kazandırmaya girişiyor yazar, anlatısına. Bu doğrultuda halkın ürettiği, sonra da dönüp ilk önce kendisinin inandığı hurafeler, aslında toplumun buna duyduğu gereksinimden kaynaklanıyor. Doğrusu Ercan bunu, büyük ustalıkla yansıtıyor bana göre. Bu çerçevede Yaşar Kemal, Osman Şahin, Latife Tekin anlatılarından sızan hurafeyi ileriye taşıyıp bunu farklı bir damardan akıtmaya koyulduğu izlenimi bırakıyor. Bu yanıyla Hasan Özkılıç, Hasan Ali Toptaş, Faruk Duman, Berna Durmaz, Kemal Varol gibi yazarların yanında kendine apayrı, özgün bir yer açıyor. Aykırı gerçekçi humorla beslediği bu damarı alaysamalı göndermeler, yan anlam öbekleri, artalan sezdirmeleriyle kıpır kıpır hâle getiriyor böylelikle. Bunlar, metnin sabun köpüğü gibi kaymasını sağlıyor. Bir yanıyla Ercan, Haldun Taner’in kimi öykülerinde, özellikle epik oyunla Sibel Ateş Yengin; “Bu Evde Kimse Yaşamıyor”… S ibel Ateş Yengin, Bu Evde Kimse Yaşamıyor (Everest, 2018) adlı ilk öykü kitabında, Ercan y Yılmaz’ın yaptığına benzer tutumla çıkıyor karşımıza. Kitaptaki on dört öyküden ilk yedisi, bağlamlı kısa öykü temelinde verim niteliği yansıtsa da roman evrenine dönük bütünleyici bir anlatı konumu da taşımıyor değil. Evet, her biri birer kısa öykü ama bir araya getirilip de topluca okunduğunda roman olduğunu sezdirmeyen anlatı da değil. Kurgusu, aynı izlek çevresinde sürüklediği konular, kişiler bir roman evrenine girildiği izlenimi bırakıyor çünkü insanda. Yazar bu ilk yapıtında öykülerini külyutmaz, bıçkın anlatıcılar aracılığıyla kuruyor. Farklı anlatıcılar aracılığıyla, “ikinci el” bakışla kurmaya girişmesi, öykülere ayrıksı bir yan bakış kazandırabiliyor. Bir mahallenin orta yerinden bakarcasına 1960’lardan ve 1970’lerden günümüze, öyküsel gereçleriyle birlikte hemen her yaştan insana yer açılmış öyküler. Sözdizimlerine dönük arayışlarla bunları biçemce değişikliğe uğratma çabasını da ekleyebiliriz. Sonuçta çocukluktan erginliğe, genç kızlıktan erişkinliğe derken anne babasından yakın çevresine, mahallesine toplumun koyduğu sınırlara uzanan, baskı karşısında enikonu ruhsal yarılma yaşayan bir kadın anlatıcının farklı düzlemde, zamanda, biçimde birbirine karışan, birbiriyle girişen anlatıları. Özetlersek, “Hoş geldin” diyeceğimiz bir öykücü Sibel Ateş Yengin. n www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. rında kendini gösteren anlatı kıvrıklığıyla cinliğini metinlerinde birebir sergiliyor bana göre. Buna Ferhan Şensoy anlatılarını eklemek de olanaklı. Bütün bunların ardından Ercan y Yılmaz’ın siyasal romanımıza bu tür sevimli, sıcak, söylenlerle bir halka eklediği öne sürülebilir kolayca. Sonuçta bu iki romanda, büyülü birer metin ortaya koyduğunu söylemek de olanaklı zaten. İşte bir yazarı bütünlük içinde tanımanın fırsatı… n 20 18 Ekim 2018 KItap