05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> ğunu görünce tarihini inceledim. Yıllarca normal sayılan anormal uygulamalardan haberdar oldukça da dehşete kapıldım. Bu dehşet, romanın kurgusunda kendine yer buldu. Sonra, hasta ya da doktor olarak akıl hastanelerine yolu düşmüş kimselerle görüşme yaptım. Oralardaki işleyişle ilgili hemen her detayı öğrenmeye çalıştım. Ama en sonunda kendi kurumumu kurdum. Yani temel gerçekler üzerinden inşa olmuş, distopik bir kurum... n Misafir pek çok şey üzerine düşündürüyor. Ama her şeyin başında “normal” algısını kaşıyor. “Deli” deyip geçtiklerimizin gerçeklerinin, görünen yüzün arkasındakilerin peşindesin Misafir’de ve görüyoruz ki bize “anormal” gözüken pek çok şeyin ardında “normal” bir dünya var. Sıkıntı genelde normal görünenlerin ardındaki anormalliklerde hep. Misafir’de de böyle... Şunu soracağım: Nedir bu normal? n Az önce konuştuğumuz mevzu... Normal, toplumsal düzenin devamlılığını sağlamak için şekillendirilir ama devamı istenen sahiden toplumun gereksinim duyduğu huzur ve refah mıdır, yoksa bütün bu kalıplar bir tür ehlileştirme projesinin parçası mıdır? Toplumsal yapıyı belirleyen ve denetleyen gücün bu gayesine hizmet eden normlar mıdır bunlar? Ortak paydaya, normlara elbette bütün toplumların ihtiyacı var ama o normların tam olarak neye hizmet ettiği biraz karanlık. Anormalin ardındaki normal dünyaya gelince; terapistlerin sıklıkla danışanlarının yakınlarıyla görüşmek istemesi oldukça açıklayıcı aslında. Kimse kendi kendine delirmiyor, etrafındakiler epeyce yardım ediyor hastalara bu konuda. Machado de Assis’in Asabiyeci romanında, deliliği tanımlamaya çalışan doktor, kriterleri bir türlü tam belirleyemediği için, önce şehrin yarısını hastaneye sokar, sonra onları çıkarıp dışarıda bıraktıklarını sokar. Hatta bir ara kendi bile girer hastaneye hasta olarak. Benzer bir durumu bugüne uyarlamak mümkün. “HİKÂYE MUTSUZLUKTA GİZLİ” n “Akıl, insanın kaybetmekten utandığı bir şey” diyorsun, evet romanda da bunu gösteriyorsun zaten. Bir şey var daha kaybedilen, bunu da gösteriyorsun ama bu utandırmıyor: Ahlak... Neden? n Ne güzel söyledin! Asıl utandırması gereken ve nedense zerrece utandırmayan ahlakın çöküşü. Merhamet, vicdan, adil ve dürüst olmak... Eskiden erdem saydıklarımızın şimdi ahmaklık ya da en iyi ihtimalle gereksiz iyi niyet gibi nitelendirilmesi. Değerler sisteminin külliyen değişmesiyle açıklayabiliriz bunu ancak. Eskiden ayıp sayılan pek çok tutum artık ayıp olmadığı gibi, işini bilmenin, kafayı kullanmanın alameti sayılıyor. Ama çürümenin tarihi eski. “Benim memurum işini bilir”den sonra, rüşvet almanın toplumdan dışlanmaya vesile olacak korkunç bir kabahat gibi algılanması mümkün mü mesela? Hiçbir şey birdenbire olmadı bu toplumda. n Ev içleri, aileler hep ilgini çekti bugüne kadar. Misafir de aslında neresinden bakarsan bak bir aile hikâyesi değil mi, mekânı farklı olsa da... Bir yere ne zaman ev, bir topluluğa ne zaman aile demeye başladığımızı düşündün mü hiç? Misafir özelinde nasıl gelişti bu mevzu? n Adına “Ev” denen bir akıl hastanesi var romanda. Burada hemşirelere “abla”, hastabakıcılara “abi”, başhekime “baba” deniyor. İçeridekileri fiziksel olarak kuşatan ev ve ruhsal olarak baskılayan koca bir aile... Gerçek evler ve aileler de bundan çok farklı bir işlev görmüyor esasında. Ailenin bir yanıyla en güvenli limanlardan, bir yanıyla da kendi orman kanunlarıyla yönetilen en tekinsiz yerlerden biri olduğunu unutmamak gerek. Bu anlamda Ev’i akşamları kapısından girdiğimiz yer olarak da okumak mümkün, içinde dönüp durduğumuz ülke olarak da. n İlgini çeken bir başka konuya gelelim: Polisiye... Yazdıklarına nasıl bir katkısı olduğunu düşünüyorsun polisiyenin? n Polisiye bir izlek üzerinden yürümekten hoşlanıyorum. Okurken de, yazarken de oyun oynamayı sevenlerdenim. İpuçlarını, şaşırtmaları, tahminleri, yanılgıları... Ayrıca polisiyenin zihinde doğurduğu karanlık ihtimalleri de seviyorum çünkü size kendi karanlığınızı yoklamanın imkânını tanıyor. Hem yazar hem okur olarak... n Unutma Dersleri’ne dönmek istiyorum. Az önce de konştuğumuz gibi senin için bir geçiş romanı oldu. Ardından gelen romanlarında, cenazedeki kahkahayı arayan bir romancıya dönüştün. Misafir de öyle... Buruk bir hikâye ama alabildiğine muzip bir anlatıcı var. Nedir bu anlatıma seni yönelten? n Cenazede kahkahayı arayan bir romancıya dönüşmek... Ne güzel tanımladın. Evet tam da böyle oldum çünkü devasa bir cenaze evinde yaşıyor gibiyiz ama hikâyelerimi gözyaşları içinde, karamsar bir dille, çıkışsız, umutsuz anlatmak istemiyorum. Umut, yaşarken de, yazarken de çok tutunduğum bir duygu çünkü. Hikâye mutlulukta değil, mutsuzlukta gizli. Karanlığı, dehlizi, çukuru, uzun, karanlık tünelleri yazmayı seviyorum. Ama tünelin ucundaki ışık da çok mühim benim için. Bu ışığı ararken, mizaha, kara mizaha tutunuyorum. İlk üç romanın da sarkastik yanları vardı ama Unutma Dersleri’nde bu anlamda dilde bir tür arayışa girdim. Acı arttıkça ben de mizah dozunu yükselttim sanırım. Fakat alaycı, umursamaz, dünya yanarken saçını tarayan bir mizahtan bahsetmiyorum, onu sevmiyorum da... Yaşadığı dünyaya kör olmayan, aksine kendiyle ve içinde bulunduğu durumla dalga geçerken bile aslında isyan eden ve çıkış arayan karakterler seviyorum. Unutma Dersleri bu arayışın köşe taşlarından oldu benim için. Haklısın. n Peki, anlatıcıların sesi gittikçe senin sesin hâline dönüşüyor, desem ne dersin? n Mümkündür derim. Belki de ben yaşlandıkça kendisini ya da alter egolarını yazan birine dönüşüyorumdur, kim bilir. n Misafir / Nermin Yıldırım / hep Kitap / 332 s. KItap 1318 Ekim 2018 İnsan, kendi faaliyetiyle, tarihte kendini yaratır. İnsan, bencilliği alt ettiği zaman, başkalarıyla bencillikten arınmış ilişki kurduğu zaman, her türlü dış güçten tam bağımsızlık kazandığı zaman, çok şeye sahip olduğu için değil, kendisi çok olduğu için varlıklı bir insan olduğu zaman, tam insan haline gelir. İNSAN OLMAK ÜZERİNE Erich Fromm Çeviren: Şükrü Alpagut 192 sayfa DİNLEME SANATI Erich Fromm Çeviren: Nurdan Soysal 200 sayfa Yüzyıllar boyunca Çinliler, Japonlar, Osmanlılar ve Güney Asyalılar çok daha ileride olmalarına karşın dünya üzerinde egemenlik kurmayı başaran neden Avrupalılar oldu? Tarih, siyaset ve ekonomiye ilgi duyan okurların bu kitapta “Neden Avrupa?” sorusuna tatmin edici yanıt bulacaklar. AVRUPA NEDEN DÜNYAYI FETHETTİ? Philip T. Hoffman Çeviren: Mihriban Doğan 368 sayfa SAY YAYINLARI’NDAN YENİ KİTAPLAR SON ÇİÇEK Gülsüm Cengiz İLÂHÎNÂME ZAHİDE Ferîdeddin Attar İZAFİYET Bruce Bassett, Ralph Edney AHŞAP EVİN ÇOCUKLARI Gülsüm Cengiz KONUŞMALAR (ANALEKTLER) Konfüçyüs İPİNİ KOPARTAN UÇURTMA Gülsüm Cengiz METİNDİLBİLİMİN ABC'Sİ Hülya Aşkın Balcı AYDINLANMA Lloyd Spencer, Andrzej Krauze www.sayyayincilik.com / www.saykitap.com Tel.: (0212) 512 21 58 • eposta: [email protected] www.facebook.com/sayyayinlari www.twitter.com/sayyayinlari www.instagram.com/sayyayincilik
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle