Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AYDIN ENGİN’DEN “BEN FRANKFURT’TA ŞOFÖRKEN” ‘İlginç bir dünya tanıdım...’ Aydın Engin’in uzun süredir baskısı bulunmayan kitabı “Ben Frankfurt’ta Şoförken” tekrar çıktı okur karşısına. Altı yıl, hele kişinin yetişkinlik dönemine denk gelen altı yıl çok uzun bir süre. On iki yıllık siyasal göçmenliğin tam altı yılını Frankfurt sokaklarında taksi şoförlüğü yaparak geçirmek; dile kolay. Engin bunu başarmış işte... Aydın Engin’le bu on iki yılın kısa hikâyesini ve altı yıllık taksicilik günlerini yazdığı kitabını konuştuk. eray ak erayak@cumhuriyet.com.tr S izi Frankfurt’ta taksicilik yapmaya iten nedenlerden önce, Frankfurt’a götüren nedenleri merak ediyorum; ortamı, siyasi atmosferi, itiliş kakılışı, hasılı duyguları ve yaşanmışlıkları... n Bu uzun bir hikâye... 1970’lerde sadece yazdıklarımdan dolayı beş defa hapse girdim. İki üç aylık kısa süreli hapisliklerdi. Sonuncusunda yine bir yazımdan dolayı Davutpaşa Hapisanesi’nde yatıyordum. Bu sırada tutuksuz yargılandığım başka davalarım da sürüyordu. İçerdeyken Günaydın gazetesinde gördüm; tutuksuz yargılandığım bir davadaki yedi buçuk yıl hapsim onanmış. Yani cezam kesinleşmişti ve çıkmam mümkün değildi. Ama tutuklu yargılandığım ve o sırada askerî hapisanede olduğum davanın duruşmasında, sanıyorum uykusu gelmiş bir mahkeme başkanı albay; “Yahu dışarıda bir sürü katili serbest bırakıyorlar; ne yapmış bu, yazı yazmış, bırakın gitsin,” dedi ve beni tahliye ettiler. O zamanlar bilgisayar vesair olmadığından, infaz savcılığının, “Bu davadan tahliye edildi ama kesinleşmiş davası var, infaz savcılığına teslim ediniz,” minvalinde bir yazı yazması lazım. Bu yazının yazılıp hapisaneye gelmesi de iki saati bulur. Bu iki saat içinde hapisane müdürü olan binbaşı beni bıraktı. Doğrudan havaalanına gittik. İlk uçak Düseldorf’aydı. Nijerya ya da Malezya’ya da olabilirdi ama tesadüf ve şans; ben bitlerimle beraber Almanya’ya gittim. n Aklınızdaki neydi? Ortam sakinleşene kadar uzaklaşmak mı yoksa temelli yerleşmek mi? n Ne nasıl olacak diye düşünme fırsatım olmadı açıkçası. Bir yandan korkuyorum da tekrar tutuklanacağım diye... Beni bırakacaklarını düşünmüyordum çünkü. Mayıs’tı gittiğimde. Darbe olmamıştı henüz. Oğlumuz var; küçücük bir bebek. Bunlar zihinde dolaştıkça insanı yoruyor. Ardından eşim Oya Baydar da Berlin’e geldi. Ülkeye nasıl dönerizin yollarını ararken de darbe oldu zaten. Böylece mecburi siyasi göçmenlik günlerimiz başladı. “PEK ÇOK İŞE BULAŞTIM” n İlk zamanlar nasıldı peki? n Ben özellikle Türkiye’deki darbeye karşı, ilericilerle, demokratlarla, sosyalistlerle dayanışma göstermek isteyenlerin elinde hak etmediğim ölçüde parlak bir figürdüm. Cuntaya karşı ilk zamanlarda toplantıdan toplantıya çağırıldım, konuşmalar yaptım. Daha sonra diğer siyasi göçmenler gelmeye başladığında yüküm kısmen hafifledi. Pasaportumun süresi dolduğundan, çalışma ve oturma müsaadesi olmadığından, nerede yaşayacağımıza henüz karar vermediğimizden Almanya mı, Fransa mı, Oya Baydar Fransızca bilir, ben çat pat İngilizce biliyorum, Almancayla alakamız yok yani tam bir belirsizlik içindeydik. Bu çok tahrip edici bir duygudur. Siyasi göçmenlerin tümü için de geçerlidir. Valizini her zaman kapı ağzında hissedersin... Bu duyguyu ancak bir şeyler yaparak yenebilirsin. Örgüt bana baksın, örgütün olanaklarıyla geçinme gibi tavırlar da benim hoşuma gitmiyordu. Tam da bu nedenle epey işe bulaştım; çocuğu Aydın Engin bir çocuk yuvası öncesi emekleme odası diye tabir edilebilecek bir yerlere bırakarak hamburgercilikten forklift sürücülüğüne, Türkçe dersi vermeye kadar pek çok işe... Böyle anlatıyorum ama çok ciddi bir yoksulluk, üşüme, açıkta kalma gibi şeyler de yaşamadık. Şansımız yaver gitti diyelim. Biraz oradaki dayanışma duygusu. Belki Politika gazetesindeki yöneticilik ve köşe yazarlığımdan tanınmış olmanın getirdiği daha da güçlü bir destek imkânı doğdu. Böylece iki yıl kadar da Türkiye Postası diye on beş günlük bir yayın çıkardık. Ama o işin doğruluğuna ve yararına inanmadığımdan bitirmeye karar verdim. Yani devam etmedi. n Bir adım sonrasına gelebiliriz artık; taksicilik günlerinin başlangıcına... Ama öncesinde yine bir gazetecilik denemesi var değil mi? n Gazetecilikten başka iş bilmem ben. Lise son sınıftan beri hayatımı daktilo yazmaktan, yazı yazmaya kadar geçen süreçte bir şekilde yazarak kazandım. Ama hızlandırılmış kurs ve sokakta öğrenilmiş bir Almanca ile gazetecilik yapılamaz. Alman gazetesine çalışmak için başvurduğumda da “Tamam, birikiminiz çok iyi ama gazetecilik için dili bilmek yetmez, dile hükmedebilmek gerekir,” dediler ki son derece doğru. Ama iyi kalpli bir kadındı bunu söyleyen ve bana gazetenin şoförlerinden biri olmayı teklif etti. Yani işsiz kalmış, siyasi göçmen bir gazeteciyle dostluk gösterdi. Biraz kaba da oldu gerçi ama, “Eğer şoförlük yapacaksam taksi şöförlüğü yaparım, hiç olmazsa daha özgür olurum,” minvalinde bir cevap verdiğimi hatırlıyorum. n Dediğiniz gibi de oluyor... n Evet. O sırada siyasi sığınma talebimiz de kabul olmuştu. Bu, çalışma ve oturma müsaadesi anlamına geliyor. Hayatımı kazanmak zorundaydım. Dolayısıyla kendi ayakların üzerinde durmak önemli ve taksicilik yapmak için başvuruda bulundum. Oradaki sistemde taksi şoförü ehliyeti almadan önce ciddi bir eğitimden geçiyorsunuz. Fabrikada çalışacağıma şoförlük yaparım, rahat ederim hesabıyla taksicilik yapmak için başvuran çok oldu. Nitekim benim katıldığım kurs mevcudu toplam yüz altmış beş kişiydi ama sadece dört kişi taksi şoförü ehliyeti alabildi. Bunlardan biri de bendim. Kursu birincilikle bitirdim. “UZUN MÜDDET GECE ŞOFÖRLÜĞÜ YAPTIM” n Taksiciliğe başladınız... Nasıl bir dünya karşıladı sizi? n Frankfurt tuhaf bir yerdir. Avrupa’nın, yabancı sayısı en fazla kentidir. Yüzde yirmi sekizdi 1980’lerin ortasında. Şimdi artmıştır muhtemelen çünkü bütün çok uluslu şirketlerin Avrupa merkezleri Frankfurt’tadır. Tıpkı Avrupa Merkez Bankası’nın da Frankfurt’ta olması gibi. Dolayısıyla çok yabancı vardır. Bir de kentin çeperinde İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma, çok büyük, her biri dört beş bin asker barındıran Amerikan kışlaları bulunur. Amerikan askerleri arasında ne yazık ki kriminal tipler aşağı yukarı yetmiş seksen kilometre uzaklıktaki bir kışlaya gidip para vermeden kaçar. Ben uzun müddet gece çalıştım. Gece çalıştığınızda; bu kadar çok yabancı yaşıyorsa eğer kentin çöplüğünü de bilirsiniz. Yani kumarhane nerede vardır, hangisi sahtekârdır, hangisi harbi kumarhanedir. Gece şoförü biraz da odur ama. Çok pişman değilim. İlginç bir dünya tanıdım ben orada. n Kitabın alt başlığı olarak “Kendimle Röportajlar” derken de tam olarak bu >>ilginç dünyanın kendi iç sesiniz den yansımalarını mı kast ediyor 12 10 Ağustos 2017 KItap