05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ANAKANA SCHOFIELD’DAN “MARTIN JOHN” Ne halt ediyordun Martin John? Anakana Schofield, “Martin John” adlı romanıyla teşhircilik ve fortçuluk yapan, bazen daha da ileriye giden sapık bir adamın zihnine alıyor okuru. Gökçe gündüç İ zlediğimiz filmdeki ya da okuduğumuz kitaptaki karakterlerden hangisiyle özdeşleşeceğinizi belirleyen nedir? Ne düşündüğünü, ne hissettiğini, hangi süreçlerden geçtiğini en iyi anladığımız karakteri içselleştiririz biz; büyük olasılıkla böyle olur. Bir insanı anladığımızda onun için üzülür, onun mutlu olmasını arzu ederiz. Genellikle de yönetmen ya da yazar hangi karakterin dünyasına bizi davet ediyorsa uslu uslu o dünyaya doğru yol alırız. Çünkü duygu ve düşünceleri diğerlerininkinden daha çıplak bir biçimde karşımıza serilen bu karakterdir. Onun dünyası bizimkine çok yabancıysa eğer yönetmenin ya da yazarın daha becerikli olması, yabancıyı tanıdık kılmak konusunda bir maharet sergilemesi gerekir. Böyle bir yönetmene veya yazara denk gelince en “olmadık” insanla bile özdeşleşebilir, durup bir an düşünsek böyle bir insanın paçayı sıyırmasını istediğimiz için kendimizden utanabiliriz. Zira söz konusu kişi bir katil de olabilir, bir çocuk istismarcısı da... Fakat yukarıda tarif ettiğim tablonun farkına varmış, üstelik karşı bir duruş benimsemiş az sayıdaki “militan okur” ya da “militan seyirci” için süreç başka türlü işleyebilir. Böyle biri, Dexter’ı ya da Hannibal’ı izlerken örneğin, anakarakterin kimi öldüreceğini seçerken uyguladığı ahlaki kodları genel izleyicinin aksine alkışlamayıp “Şiddeti hiçbir şey meşrulaştıramaz!” diyebilir veya Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar’ın yazarı Rebecca Solnit gibi Nabokov’un Lolita’sını okurken kendisini Humbert Humbert’ın değil, istismar edilen Dolores’in yerine koyabilir. Jack Kerouac’ın Yolda’sını bitirdikten sonra, yine Solnit’in izinden gidersek “Kitaptaki ana karakter Latin Amerikalı kadın işçiyle ilişkiye girip ardından onu umursamadan terk ediyor, bir yandan da kendisini çok derin ve duygusal bir insan zannediyor. Kerouac de sizin kendinizi ana karakterin yerine koyduğunuzu varsayıyor” diyebilir. Özetle kime sempati duyacağı okurun ya da seyircinin sahip çıkması gereken bir karardır aslında. Bu noktada karanlık bir dünyayı nasıl sunacağına yazarın da henüz daha yola çıkmadan karar verdiğini söyleyebiliriz. Sözgelimi, bir katili zalim bir ebeveynin kurbanı olarak mı görmemizi istiyor, ona acımamızı ya da sempati duymamızı mı yoksa ondan tiksinmemizi mi bekliyor? Belki de sadece olayları ortaya dökmekle yetinip bizi yönlendirmeye yanaşmıyor; bunları da kolayca anlamak mümkün aslında. Tabii “genel izleyici”nin tahmin edilemez tepkiler verebileceğini de hatırlamak gerek. Mesela “seri katil” sıfatını icat ettiren, en az otuz kadına tecavüz edip onları öldüren ABD’li Ted Bundy’e gönderilen aşk mektuplarına şaşırmamak kolay değil. BELANIN BAŞLANGICI Geçen günlerde yayımlanan Anakana Schofield’ın Martin John’u da teşhircilik ve fortçuluk yapan, bazen daha da ileriye giden sapık bir adamın zihnine alıyor bizi: “Yetişkin Martin John itiraf etmeyi de düşündü ama fırsat çıkmadı buna. Yüksek sesle söylediği zarar verildi cümlesinden fazlası yok, eğer daha fazlasını isteyen olmazsa. Kim soracak bunu ona? Sen sorar mısın? Ben mi sorayım? Kim soru soracak bu insanlara? Mahkeme dışında hiç soruluyor mu, yoksa ne halt ettiğini veya ne düşündüğünü sanıyordun, diye sorabilmek için mutlaka mahkemeye mi çıkarmak zorundayız onları. Keyfine göre anlat bize. Buraya seni dinlemek için toplandık. Sonunda.” Metnini, Martin John’un neler düşündüğünü ve neler yaptığını, sanki gerçeklere onu ürkütmeden yavaş yavaş yanaşırmış gibi anlatarak tıpkı onun metro istasyonlarında yürüyerek meydana getirdiği daralan halkalar gibi kurgulayan Schofield, her bölümde biraz daha fazlasını söyleyen nakaratlardan faydalanıyor, tıpkı Martin John’unkiler gibi. Yani Schofield kitabın kurgusuyla içeriğini birbirine benzetiyor ve bizden Martin John’a acımamızı, onu sevmemizi ya da ondan nefret etmemizi değil, onu anlamamızı istiyor sadece; bu takıntılı ve paranoyak adamın kendi içinde oldukça tutarlı olan hastalıklı düşünce yapısı, kimi zaman gerçeklikle bağını iyiden iyiye yitiriyor, kimi zaman ise kabullenmek zorunda kaldığı bazı gerçeklere uyum sağlayarak değişiyor: “Ne de olsa kadınlar seviyor o şeyi ve böyle anlarda kendilerini seçmiş olduğu, onu onlarla paylaştığı için ağızlarının suyu akıyor. Deli oluyorlardı onun için, ta ki onun için deli olmadıklarını anlayana kadar ve o zaman bela başladı işte.” AZARLAYAN ANNE SESİ Martin John’un annesi demişken... Roman bizi sadece bir sapığın zihniyle değil, tacize uğramış bir kadının çok sayıdaki “Emin misin?” sorusuyla kendisinden şüphe duyar hâle nasıl gelişiyle de Martin John’un annesinin iç dünyasıyla da tanıştırıyor. Annesinden istediği ilgiyi görememiş, yanlış bir şey yaptığında annesi tarafından bağışlanmamış, eylemlerinin sorumluluğunu alan, ayakları üzerinde duran bir yetişkine dönüşememiş, ergenlikte tıkanmış biri Martin John. Attığı her adımda annesinin onu azarlayan sesi yankılanıyor kafasının içinde: “O gece her şey korkunçtu, bunun en kötü gecesi olduğuna karar verdi. Halüsinasyonlar geldi, peş peşe, hiç kesilmeden, arttıkça arttılar, sonunda ziyaret edildi, her zaman ziyaret edildiği gibi kafasının içindeki o kadın sesi tarafından. Çık oradan Martin John, eğ başını önüne, Tanrı aşkına son ver buna, başını eğip ayaklarına bak ve o ayakları izle Martin John, Tanrı aşkına onları izle ve bu saçmalığa son ver. Duyuyon mu beni Martin John?” Anakana Schofield Annesinin hayatı da pek huzurlu ve mutlu değil çünkü bir sapığın annesi olarak onun böyle bir insana dönüşmesinde kendi sorumluluğu var mı yok mu, durmadan bunu tartıyor: “Anne kendisinin bunda bir rol oynadığı fikrinden hoşlanmıyordu. Bunda bir rolün olduğu fikrinden hoşlanmazsın.” Martin John’un annesine göre bir suçluyu ziyaret eden papazın ya da bir suçlu hakkında demeç veren Adalet Bakanı’nın işi hiç de zor değil çünkü papazın da bakanın da olayların bu noktaya gelmesinde bir suçu olamaz. Anneler ise hem toplum tarafından yargılanarak dışlanıyor hem de kendilerini sorgulamaktan vazgeçemiyorlar. Bir metin üzerinde çalışmak demek, bir süre o metinle yaşamak demektir; yazılan bir romansa bu süre çoğu kez yılları bulur. Anakana Schofield’ı Martin John’a bir kitap ortaya çıkaracak kadar katlandığı için tebrik etmemiz gerekir. Sonuç olarak şimdi elimizde 2015 Giller Prize, 2016 Goldsmiths Prize finalisti olan ve 2015’in en iyi kitapları listelerine giren, bize daha önce bakmadığımız açılardan baktıracak, mutlaka okunması gereken bir kitap tutuyoruz; metindeki çok sayıdaki yazım yanlışını yok saymak suretiyle tabii... n Martin John / Anakana Schofield / Çeviren: Mehmet Öznur / Encore Yayınları / 320 s. 4 29 Haziran 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle