29 Mart 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

MıCHel TOUrNıer’NiN ArDıNDAN Modern edebiyatın münzevi kralı Michel Tournier modern Fransız edebiyatının en parlak adlarından biri olarak ve benzersiz bir yapıt bırakarak 18 Ocak 2016 gecesi, daha ilk anlatılarından başlayıp uzun yıllar boyunca alkışlandığı çağdaş edebiyat sahnesine veda etti. NEDRETÖZTOKAT kılıçeri* Ö ykü, roman ve denemeleriyle Fransız edebiyatının tartışmasız en özgün isimlerinden olan Michel Tournier, 1967’de yayımlanan Vendredi ou les Limbes du Pacifique’le (Cuma ya da Pasifik Arafı) ilk kez eleştirmenlerin ve üniversiteli araştırmacıların dikkatini çekti, çok geçmeden roman ve öyküleriyle sadık bir okur kitlesi yarattı: Özellikle gençler onun yapıtına hep duyarlı oldu. O da genç okurlarını hep önemsedi, liselerde konuşmalar yaptı, Cuma başta olmak üzere, öyküleriyle ve yeniden kurguladığı masallarıyla sayısız edebiyat ödevine araştırma konusu oldu. Kendisi de okunan bir yazar olmayı amaçladığını her zaman vurguladı: “Ben öncelikle okunmak için yazıyorum, okunmadığımı düşünsem yazmazdım” diyor, Montaigne Lisesi öğrencileriyle 1986’da yaptığı söyleşide. Gençler için yeniden yazdığı ünlü romanı Cuma’nın yanı sıra aralarında Parmak Çocuk ya da Noel Masalları gibi onlarca klasik anlatının yeni versiyonlarını modern edebiyata kazandırdığını düşünürsek gençlerle buluşması şaşırtıcı gelmez ancak kendisini, bir çocuk edebiyatı yazarı olarak görmediğini de belirtmek gerekir. Charles Perrault, La Fontaine, Rudyard Kipling, Jack London ve SaintExupéry gibi ustaların taçlandırdığı ideal bir edebiyat anlayışından etkilenen Tournier, “Bu yazarlar çocuklar için yazmazlar ama o kadar iyi yazarlar ki çocuklar onları rahatlıkla okur” diyor. KALABALIK KİTLEYE ULAŞMA ÇABASI 19461950 arasında Michel Tournier, birkaç aylığına Almanya’ya gider ancak burada dört yıl kalır. Tübingen’de felsefe okuduktan sonra, yirmi beş yaşında felsefe öğretmenliği sınavına girmeye karar verdiği, uğradığı başarısızlığın ardından radyo yapımcılığı, çeviri ve gazete makaleleriyle hayatını kazandığı bilinir. Kendi sözleriyle yazarlığa atılmadan önce içten içe kalabalık kitleye ulaşmayı amaçlar. Roman yazmayı düşünür çünkü metafizik denemelerle kalabalıklarla buluşamayacaktır. Felsefe hocası olmamak onu dışarıdaki dünyaya yöneltmekle birlikte, hocaları olarak nitelediği Platon, Aristoteles, Spinoza, Kant ve Hegel’den kopamayacağı da açıktır. Romanda bu felsefi alt yapıdan yararlanmaya karar verir. Öte yandan, 1948’de ve 1949’da Musée de l’Homme’da Claude LéviStrauss’un derslerini izler. Etnografi, dil, yaban düşünce, uygar düşünce gibi kavramlara âşinadır. Böylece ilk romanının konusunu bulur: Robinson Crusoe’yu etnografinin kazanımlarıyla yeniden yazacaktır. Daniel Defoe’nun 1719 tarihli yapıtında iki şey onu irkiltir: Cuma, boş bir figüre indirgenmiştir, sadece verileni almak üzere vardır. Beyaz, Batılı, İngiliz ve Hıristiyan olduğu için Robinson’un ağzından çıkan gerçek doğrudur. Tournier’nin kendi versiyonunda ise Cuma başrolü oynayacaktır. İkinci olarak Defoe’nun romanında, her şeyin geriye dönük kurgulanması rahatsız eder Tournier’yi. Adada tek başına kalan Robinson’un aklında tek bir şey vardır; yitirdiği geçmişi ve İngiltere’yi yeniden kurmak: “Ben Robinson’un bu saçmalığı fark etmesini ve bu düşüncenin içten içe onu kemirdiğini anlamasını istedim. Cuma da var olanı yok etmek üzere ortaya çıktı. Yeni bir dil, yeni bir din, yeni sanatlar, yeni oyunlar, yeni bir aşk anlayışı yaratılabileceğini göstermek üzere geldi. Bu nedenle başrol ondadır, geleceğin kapısını açar, Robinson’a yeni bir şeyler yapılabileceğini, geçmişi yeniden kurmanın ötesine geçilebileceğini gösterir” (Magazine Littéraire, Ocak 1986, sayı: 226, s. 21). Klasik edebiyata egemen, derinlemesine incelediği felsefe ve etnografya alanlarından, tarih, söylen ve söylencelerden beslenen yazar, roman ve öykülerinde bu malzemeyi eşsiz bir edebiyat dili ve kurgusuyla işlemesiyle Fransız edebiya tının Nobel için en sık adı geçen yazarlarından oldu. Çevirileriyle milyonları bulan romanları dünya okuruyla buluştu. Cuma ile 1967’de Fransız Akademisi Roman Ödülü’ne, Kızılağaçlar Kralı ile 1970’te Goncourt Edebiyat Ödülü’ne oy birliğiyle layık görüldü, edebiyat tarihinde az rastlanır bir karardı bu. Fransa ve Almanya’da devlet nişanlarıyla onurlandırılan Tournier kuralları, alışılmış algıları, kalıpları tersine çeviren, insanlığın tekinsiz yüzünü, var olma talihsizliğini incelikli bir dille anlatan, insanın acı, özlem ve hayal kırıklıklarını, sevginin alabileceği biçimleri ve dış dünyanın güzelliğini incelikle gözler önüne seren son derece zengin bir yapıt bıraktı. Kimileri Hıristiyan bir yazar olarak kimileri de anlatılarında sorguladığı cinsel kimlikler ve aykırılıklarıyla provokatör bir yazar olarak niteledi onu; kısaca kolay etiketlenemedi, kolay sınıflandırılamadı. Ortak kanı ise tartışmasız çok büyük bir yazar olduğu yönündeydi. Eşsiz bir edebiyat yapıtını Fransız ve dünya kültürüne armağan etti. KURBAN OLANLAR VE KURBAN EDENLER “Yaşamanın sıkıcılığı ve ölme halinin can çekişmesi arasında sıkışmış varlıktan yükselen bir çığlık” olarak tanımlıyor onu Françoise Merllié; bu yüzden, her kitapta dikkatli okurların canavar ya da aykırı kahramanların ötesinde, aslında kendine benzer yakınlarını keşfettiğini vurguluyor: “Bu temel çığlık örtülü acıları dile getirir” (Michel Tournier, Belfond, 1988, s. 20). İnsanın doğumuyla bırakıldığı dünyadaki deneyimini cehenneme iniş olarak yaşayan Tournier’nin kahramanları da yitirilmiş birlik duygusunu, karmaşık koşullarda ölümle yaşam arasında bulmaya çalışır; kimileri kurban edilecek, kimileri kurban edecektir. Tournier’nin kahramanları çoğunlukla iki cinsiyeti üstlenmiştir. Erkeksi kadınlar, edilgen erkekler çift cinsiyetli bir ilk insan imgesini taşır özünde. İncil’deki anlatıları felsefe öğretileriyle yorumlayan Tournier’nin yapıtında çift cinsiyetli Adem kadar, anneçocuk, ikizler de karmaşık bir kökensel aşk anlayışını yansıtır (Météores, La Famille Adam). Bu aykırı kahramanlar çoğunlukla yalnız yaşar, kendileriyle yüz yüze gelir. Ancak Cuma’da olduğu gibi kendilerini keşfetme süreci eninde sonunda ötekiyle ilişkiyi gerektirecektir. Kahramanlar tekdüze bir yaşamdan uzak bir varlık sürdürür. Marjinalliklerine rağmen toplumda kendilerine özgü bir yerleri, kimlik ve kişilikleri vardır. Michel Tournier’nin tüm yapıtına “ikilik” düşüncesi yön verir. Çetrefil yaşam koşulları altında zekânın yaratıcı gücüyle ezilmeden durabilme olanağı, bedenle ruhun çekişmesi, ruhsallıkla tensellik arasındaki gerilim, erkek ve kadın, çocuk ve erişkin kutupluluğunun çözülmesiyle belirginleşen felsefi bir dünya görüşü, aslında Tournier’nin yapıtının yalnızca tematik eksenini değil, anlatı yapısını da belirler. Felsefi temalar romanların derin yapısını oluşturur ve anlatı yapısı, idealizmle gerçekçiliği başarıyla harmanlar. En sıradan gibi gelen öykünün gerisinde bir Hıristiyan söylencesini, bir çocuk masalını ve bir İncil kişisini yakalamak, Tournier okurunu şaşırtmaz. 1957’de hafta sonları gitmek üzere satın aldığı Choisel’deki papaz evinde, 1962’den sonra sürekli yaşamaya başladı. Hemen hemen tüm yazınsal üretimini yaptığı bu evde sürdürdüğü münzevi hayatını tamamladığında, Michel Tournier üzerinde daha nice yayınlar yapılacak önemli bir edebiyat eseri bıraktı. n (*) İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü. (Prof. Dr.) 4 11 Şubat 2016 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle