20 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

PATRICK MCGUINNESS’TEN “SON 100 GÜN” Buğusuz ve pürüzsüz roman “Son 100 Gün”, Çavuşeskuların hegemonyasında ve onların emrinde her deliğe sızan Securitate’nin ablukaya aldığı, her an patlamaya hazır Romanya’nın altüst oluş zamanlarının romanı. “Halkın Sarayı” adı verilen devasa yapının “her şeye rağmen” yükseldiği, kalkınma adı altında “geleceğe dair” masalların her geçen gün çöküşü... Patrick McGuinness, bu tarihi romanında, eşitsizlikler içinde ve tehlikenin kıyısında yaşamların, hayal kırıklıklarının ve yozlaştırılmış ideallerin hikâyesini anlatıyor. Ülkenin yakın dönem tarihi, tartışmaya değer bir yolsuzluk ve yoksulluk öykülerini de beraberinde getiriyor. Roman, rüşvetin ahlakı yavaş yavaş satın aldığı, gıdanın temel ihtiyaçların binbir zorluklarla temin edildiği, her türlü toplumsal hareketin baskı ve şiddetle söndürüldüğü dönemde geçerken yabancı ülke görevlilerinin ve Romanya devlet temsilcilerinin ağırlıkta olduğu bir yüksek sınıfın bakışından darbelerin, yeraltı piyasalarının, aşkların, lüksün, şatafatın ve atamaların dinamiğini anlatıyor. Tüm faaliyetlerin yasaklandığı ama her türlüsünün de perde ardında serbest olduğu hep bir göz yumma, çıkara emanet özgürlükler bize fantastik bir yeraltı dünyasının da kapılarını aralıyor. “YUKARIDAKİ” VE “AŞAĞIDAKİLER” Romanın bir diğer izleğiyse akan zaman içinde, göğe yükselen binaları; yeniden şekillenen bir ülke olarak tanıtılan ve her şeyin yıkılıp yerine yenisinin dikilmesinin zeminini yaratan müthiş beton yığınlarının caddeleri ve sokakları bir şantiye alanı haline getirişi. Bu toz toprak içindeki şehirde genzimizi temizleyerek gezerken buluyoruz kendimizi. En önemlisi, bir simge gibi sesi sürekli dört bir taraftan yankılanan, her daim kulaklarda yer eden, sokaklara hâkim bir inşaat tabakasını daim kılan “Halkın Sarayı” adındaki Çavuşesku’nun devasa sarayının da hikâyesi kitap. Bir trajedi... Şiirsel bir sembolizmin işletildiği bu anlatım, “yukarıların” “aşağılara” dayattığı kalkınmacı modelin politik ve sosyolojik gerçekliğinin bir tasvirini oluşturuyor. Ama elbette kalkınma sadece ekonomik eksenli bir süreç değil devletlerde; toplumsal olanın ayrılmaz parçaları olan iç içe geçmiş bir yapı söz konusu ve ekonomik programlar gibi onun da hazırlanması, hazır hale getirilmesi gereken bir zamanı var. Son 100 Gün’deki Romanya, tüm totaliter rejimlerde olduğu gibi Çavuşesku’nun “fetüs halkın malıdır” derken “her ailenin beslenemeyecek ve iş bulamayacak olsalar da en az üç çocuğunun olması” gerektiğini ilan edişi gibi insanlara ne yapması gerektiğini belirten bir distopya. Bu toplumda doğum kontrolünün, kürtajın ve doğum kontrol hapının suç sayılması gibi hedefler doğrultusunda insanların hizaya sokulma arzusu ön plana çıkar. Çünkü toplum mühendisliği bir bütündür, bölünemez! Romanın son bölümünde, Marx’tan yapılan alıntı bize tüm bu satılan masalın imkânsızlığını gösterir nitelikte: “Çürüme doğada olduğu gibi tarihte de yaşamın laboratuvarıdır.” Romanya’da yaşanan da bu ve Son 100 Gün, bu çürümenin romanı, tarihi ve edebiyatı. n Son 100 Gün/ Patrick McGuinness/ Çeviren: Feride Nagehan Öztürk/ Habitus Kitap/ 368 s. DERYA KARAHAN 2 5 Aralık, Çavuşeskuların kurşuna dizilişinin yıl dönümüydü. 1989’da tüm televizyonlar, o ân’ı canlı yayınlamış ve ölüme giden süreç de insanların güçlülüğüyle güçsüzlüğünün tarihi karşılaşması olarak yansımıştı zihinlere. Elena ve Nicolai Çavuşesku’nun konuşmaları da gerçeklikten uzak sürreel bir sinemanın fragmanlarından biri gibiydi: “Bir kadına böyle davranamazsınız!” Bu görüntüler bir diktatörün ya da bir “dönemin sonu” olarak yer aldı tarih sayfalarında. Kimilerine göre darbe kimilerine göreyse bir halk hareketiydi ama kesin olan son, bir “halk adamı”ndan bir “halk düşmanı”na dönüşümdü. Her anlamda ibretlik bir vesika. Ancak yine de infazın bu kadar canlı ve net bir şekilde akıllarda yer etmesi şaşırtmıştı beni. Belki görüntülerdeki çıplak gerçeklik belki de sürekli aynı sahnenin tekrar tekrar bıkmadan usanmadan gösterilmesi, bizi etkileyen şeylerin başında geliyordu. Çünkü tekrarla birlikte ölüm veya öldürme, size yabancılaşır ve bu tarz eylemleri kanıksar hale gelebilirsiniz; olağan akışta tepki koyulabilecek bir eylem bir tepkisizlikle sonuçlanabilir. İşte 25 Aralık’taki yıldönümü vesilesiyle yeniden dönen görüntülerde, her gün buzlanan dudaklardaki sigaralara inat kurşuna dizme görüntüleri net bir film karesi gibi buğusuz ve pürüzsüzdü. Gerçekte hangisi daha zararlı? Bunun ayrımını bize fark ettiren, dışarıdan ve içeriden hissetmemizi sağlayarak bu sahneleri aynı şekilde “pürüzsüz ve buğusuz” bir dil zenginliğiyle sunan da Patrick McGuinness’in Son 100 Gün romanı oldu. Yiyecek kuyruklarındaki yığınlar, meydanlarda dayak yiyen insanlara dönüştü, ardından sokaklar kalabalıklarla doldu taştı, binalar işgal edildi ve bir kentten (Timişoara ya da Temeşvar’dan) başlayan ayaklanma, tüm ülkeyi etkileyen bir gösteriye dönüştü. Güvenlik güçlerinin ilk bastırma, tutuklama ve infazları, kitleler büyüdükçe azaldı ama o saate kadar kimisi hayatıyla kimisi de dayak ve tutuklamalarla bunun bedelini ödedi ve son olarak Çavuşesku’nun helikopterle binanın tepesinden kaçma çabası da canlı izlendi. İşte tüm bunları tekrar hatırlamamızı sağlayansa yayımlanması bu sürecin yıldönümüne denk gelen bol ödüllü ve adı daha birçok ödülle de anılan Son 100 Gün. “BÜYÜK” DIŞARIDAN “KÜÇÜK” İÇERİYE Eş zamanlı bir rastlantıyı taşımakla birlikte hem dönemi tekrar yaşamak hem de belgesel özellikleriyle okuru yönlendirmekten kaçınarak “Romanyalı olmayan” bir antikahramanın hangi saiklerle ülkede olduğuna dair muhasebeyle başlıyor hikâye: “Oraya iyimserlikle dolu gitmiştim, öyle bir iyimserlikti ki bu geriye baktığımda aslında işlerin kötüye hem de çok kötüye gidebileceğinin mutlak bir işareti olduğunu artık görebiliyorum. Benim için fark eden bir şey yoktu, ben nihayetinde sadece yoldan veya daha doğru bir ifadeyle oranın içinden geçen biriydim. Etrafımda, ötede, hatta karşımda bir şeyler oldu ama bana asla olmadı. Orada bulunduğum, işlerin Patrick McGuinness’in romanı Romanya’da yaşanan çürümenin tarihi ve edebiyatı. tamamen çığırından çıktığı o son yüz günde bile.” Kitabın hemen başındaki, Randall Jarrell’dan yapılan alıntı ise bu anlamıyla tamamlayıcı: “Ama yine de hayatımızı ıskalama yöntemlerimiz hayatın kendisidir” ve hatırlamak, düşünceler birbirine girmeden, görüntüler flulaşmadan akılda tutmak her zaman iyi. McGuinness’in, varlığın kendisini farklı kişiler nezdinde sorgulaması, romanın temel izleğini oluştururken tarih de onu çevreleyen hareye dönüşüyor. “Büyük” dışarıda, “küçük” içeriyi belirleyici bir hayat yaşanırken habitus kavramı, kahramanlarımızın içinde olduğu zaman ve mekâna da damgasını vuruyor. Özellikle de 1989 Romanyası’nda. 16 11 Şubat 2016 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle