Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PELİN BUZLUK’TAN “EN ESKİ YÜZ” Naif bir fısıltı... Pelin Buzluk genç bir isim olmasına karşın üçüncü öykü toplamıyla okurlarının karşısına çıktı: “En Eski Yüz”. Buzluk, bu kitabında toplanan öykülerinde, diğer kitaplarından alışageldiğimiz duyarlığının yanına gerçeğin farklı boyutlarıyla ele alındığı yeni bir algı katmanı da eklemiş. Pelin Buzluk, okurun da öykü içinde var olmasını istiyor. O nedenle öykülerin boşlukları, yarım gibi duran dünyaları değerli. ERAY AK erayak@cumhuriyet.com.tr 2 010’da yayımladığı Deli Bal ile Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’ne, 2012’deki Kanatlar Ölü Açıklığında ile de Selçuk Baran Öykü Ödülü’ne değer görüldü Pelin Buzluk ve araya giren dört yılın ardından yeni öykü toplamı En Eski Yüz ile okur karşısına çıktı. Buzluk, ilk iki kitabıyla aldığı ödüller bir yana, genç kuşağın önemli öykücüleri arasında gösteriliyor. Bunda, yazarın daha ilk günden bu yana her öyküsünde kendini belli eden dil hassasiyetinin yanında öykülerine aldığı yaşamlara, anlara yaklaşımı da çok önemli bir yer tutuyor. Bilinen, olması gerektiği düşünülen, belki de kolay görüldüğü için az öykücüde rastlanan bir duyu penceresi Pelin Buzluk’un öykülerinde okura açtığı. Tam da bu nedenle öyküler bizim yaşam çemberimiz dışında gelişse de bize tanıdık bir yerden ses veriyor. Tam da bu nedenle o seslere kulak verirken biz, kurgu ile gerçeğin bazen ne kadar ayrılmaz sınırlara sahip olduğunu düşünüyoruz. Ve yine tam da bu nedenle Pelin Buzluk’un öyküleri okuru ummadığı yerlerden yakalarken, ardında, yaşananların hayal mi yoksa gerçek mi olduğuna dair ince bir sızı gibi alttan alta yürüyen bir soru işareti bırakıyor. YENİ SESLERİN PEŞİNDE... Pelin Buzluk’un, ilk kitabından bu yana değer görmesinin bir başka nedeni de şüphesiz öykünün olanaklarını sonuna kadar kullanabilmesinde yatıyor. Bunda; yazarın, öyküde yeni sesler peşinden gitmesinin ve bu yeni sesleri kendi özgün dünyasında eritip öykü evrenine katabilmesinin payı büyük. Fakat daha dikkat çekeni Buzluk’un bu kendine özgü öykü evrenini kurarken içinden çıktığı öykü geleneğini de iyi biliyor olması. Hep söylenir özgünlüğü yakalayabilmek için önce geleneğin üzerinden geçilmesi gerekliliği ancak okuma kültürümüzün zayıflığı sadece sokaklarda değil edebiyat yapıtlarının sayfalarında da kendini belli ediyor. Yani pek çok yazarımız, yazdıklarının nereden geldiğini bilmeden hareket ediyor ve bir anlamda temelsiz binalar inşa ediyor. Ancak Pelin Buzluk’un, yeni yayımlanan öykü toplamı da dâhil, kitaplarına baktığımızda, güçlü akan bir nehir gibi yoluna devam eden öykücülüğümüzün, varoluş noktalarına kadar belleğini taşımış bir yapı görüyoruz. Bir anlamda pınarın kaynağına kadar uzanmış bir ses duyuyoruz Buzluk’ta ve bu ses yazarın öykülerinde farklı bir katman gibi değil, tamamıyla içselleştirilmiş bir halde yer alıyor. KENDİ SESİNİ BULAN BİR ÖYKÜCÜ Pelin Buzluk’un kitaplarının sayfaları arasında dolaşırken; Tomris Uyar’ın öykülerinde gördüğümüz zekâyı, Nezihe Meriç’in kadınlarının düştükleri çaresizliklere karşı dik durabilme gücünü, Halide Edip’in o hassas kalplerini, Tezer Özlü’nün hüzünlü hatıralar diyarını ve Sait Faik’in zengin kelimelerini duyabilmek mümkün. Kaldı ki bu isimler ve seslerin hiçbiri kendi varlıklarıyla değil, Pelin Buzluk’ta yeniden var olmuş halleriyle dolaşıyor öykülerde. Bu anlamda Buzluk, bin şiir ezberleyip binini de unutmuş, ondan sonra kendi şiirini yazmak için yola koyulmuş o efsane halinde anlatılan çırak şairi anımsatıyor. Bir yazarı başka bir yazarla tartmak değil niyetim, sakın yanlış anlaşılmasın. Sadece bugünlerde karşımıza kolay çıkmayan bir durumu vurgalamak adına usta yazarları andım. Tam anlamıyla dile getirmek istediğim ise Buzluk’un, Türkçe edebiyatın ustaişi verimleriyle kol kola kurduğu yazın yaşamını. Özellikle bu doğrultuda değerli buluyorum Pelin Buzluk’un yazdıklarını ve bunun etkisinin hiç de küçümsenecen bir durum olduğunu düşünümüyorum. En Eski Yüz’ün sayfaları arasına daldığımızda da hemen yukarıda dile getirdiklerim bağlamında bir farklılık olmadığını söylemek gerek. Bu doğrultuda Pelin Buzluk için de artık kendi sesini bulmuş bir öykücü demek yersiz olmaz. “BÜTÜN GERÇEK HİKÂYELER GİBİ YARIDA KESİLMİŞTİ” Yeni öykü toplamı En Eski Yüz’de Buzluk, hemen yanı başımızda dolanan hayatların arasına sokuyor bizi. Fakat okur adına bu dahil oluş, Buzluk’un kelime kelime ördüğü bir duvarın ardına ulaşmaya çalışmak gibi. Yazar; her kelimenin, hatta noktalama işaretinin bile bir değeri olan öykünün dolambaçlı yollarında, zengin kelime dağarcığıyla dikkat çekiyor ilkin. Ve öykü adına güzel buluşlar yazarın dünyasında önemli bir yerde duruyor. Kaleme getirmek istediklerini, kendi lisanı ve dünyası üzerinden akıtmayı ustalıkla beceriyor Buzluk. Yazarın, öykünün tepe noktasına koyduğu an’a ulaşmak için ise an an akan bir zaman söz konusu. Buzluk’un, kahramanlarını içine yerleştirdiği bu zaman akışı; her adımda, her cümlede daha da genişleyen bir yapıysa sahip. Ve tepe noktada okuru, bir sürprizden ziyade öykünün akışının getirdiği bir vuruculuk bekliyor. Bu vurucu son aslında öyküde cümle cümle bize hissettirilen bir son ancak Buzluk’un öyküleri ne başı ne de sonu için ounacak öyküler. Bu nedenle de sondansa yolun kendisini, yani öykünün bütününe değer veriyor Buzluk. Bütünlüklü manzarada da her kelimesi yerli yerine oturmuş, belli ki üzerine uzunca düşünülmüş bir tablo oluyor karşımızda olan. Öykü evrenine aldığı kişiler de kurduğu yapıyla tam anlamıyla uyumlu. Hepsi öykünün dünyasına, kelimelere hizmet ediyor. Hepsi adına bir ortak özellik olarak ise “yaralı” olmaları. Kiminin zaten yarası var az sonra ortaya çıkacak, kiminin yarası öyküde Buzluk’un kahramanına yarattığı an’la ortaya çıkacak kimisi de zaten bu dünyaya yaralı gelmiş o yarasını sağaltmak için uğraşacak. Çığlığı boğulanlara çığlık değil naif bir fısıltı oluyor yazar öykülerinde. Bu bağlamda Pelin Buzluk’un yaralı ruhlara yaklaşımı aslolan burada. Diğer kitaplarından da alışageldiğimiz bir duyarlıkla yaklaşıyor Buzluk öykü kişilerine ve ajiteye açık durumları, o çukura düşmeden yazabiliyor, ele alabiliyor. Etrafımızda, düşmemiz için açılan bu ajitasyon çukurlarını gördükçe Buzluk’un üslubunun ne kadar değerli olduğu bir kez daha çıkıyor ortaya aslında. Aynı şekilde okura yer bırakmayacak kadar konuşan metinlerin yanında da değerini belli ediyor En Eski Yüz’deki öyküler. Pelin Buzluk, okurun da öykü içinde var olmasını istiyor. O nedenle öykülerin boşlukları, yarım gibi duran dünyaları değerli. “Bütün gerçek hikâyeler gibi yarıda kesilmişti” diyor Buzluk’un bir kahramanı ‘Tozlu Cennet’ adını verdiği öyküde. Bu anlamda Pelin Buzluk’un öyküleri de gücünü kahramanlarının eksiklerinden, eksikliklerinden ve eksilerinden alıyor. Gerçek hikâyeler yarıda kalıyorsa eğer Pelin Buzluk’un gerçek ve kurgu arasındaki o ince çizgide gezinen öyküleri de gerçeğe bir o kadar yakınlaştırıyor okuru. n En Eski Yüz / Pelin Buzluk / İletişim Yayınları / 84 s. 4 13 Ekim 2016 KItap