Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> bullunun ayırdına varamadığı bir yaşam biçimidir. Dolayısıyla salt bir kentin değil, o kente dair her şeyin adıdır bir anlamda. Bu nedenle her yazının arka planında yola kültürel tarihsel dönüşüm, modernleşme/ modernleşememe, bütün bunların karşısında başkaldıran ve ezilen insan, zamansal bellek/ belleksizlik, görüntünün olanakları ve olanaksızlığın açık temsili gibi çok değişik olguları bir araya toplanmış, insanın yolculuğuna dair değişmeyen bir rota üzerinde durmaya çalışmıştır. Belki de Walter Benjamin’in tarihsel alana yaklaşımının, dokümantasyon kavramına bakışının yeniden, kültürel iklimde ilerlemesini hatırlatır kişiye zaman zaman kaleme aldıkları. Benjamin de geçmişin bütün parçalarını, kültürün bir o kadar da kültürsüzlüğün arenası olarak nitelendirir: “Geçmişin gerçek imgesi uçucudur. Geçmiş ancak bir daha görünmemek üzere kendini gösterdiği an, birden parlayıp aydınlanıveren bir resim olarak yakalanabilir. Geçmiş imgesi onda kendini amaçlamış olarak bulmayan her bugünle birlikte yitip gitme tehdidi taşır; bu imge bir daha geri getirilemez”(47). YARATICI ÖZ Akatlı da geçmişin gerçekliğinden yola çıkarak gerçeğin aslında ne derece somut bir baskı oluşturduğunu vermeye çalışır. Aslında tarihin kültürsüzlüğünden ve devrik parçalarından bugünün hiçbir farkı yok: Metinlerinde yine Benjamin’in koleksiyonculuğa, alıntılara ve montaj tekniğine düşkünlüğü yaslanan yanlar da bulunur. Koleksiyoncu için nesneler, günlük hayatta mahkum olduğu kullanım değerinden arınır, bir işe yaramaktan kurtulur. Mesela Pasajlar’da izlediği yöntemi Benjamin şöyle açıklar: “Bu projenin yöntemi edebi montaj. Bir şey söylemem gerekmiyor. Yalnızca göstermeliyim. Ne parlak üslup oyunlarına başvuracağım ne de hazineden herhangi bir şey çalacağım. Yalnızca artıklar, yalnızca çöp; ki onları da tarif etmeyip yalnızca sergileyeceğim”(57). Ancak Füsun Akatlı’nın meselesi, Benjamin’in arzu ettiği gibi sırf alıntılardan oluşmuş bir yapıt yaratabilmek değil, geçmişe ait bütün olanakları kendi süzgecinden geçirerek yeni bir olgu yaratmak: “Siz istediğiniz kadar mektuplarınızı, resimlerinizi, yazılı kâğıtlarınızı, manalımanasız nesnelerinizi atmayın, saklayın... Kendinize kolay el uzatılamayacak bir çekmece içinde özgül bir ‘yitik zaman parçası’ ayırın, onu kendinize saklayın. Belleğinizle uyumlu yaşamaya çalışın... Bu arada bir şeyler yazın, yazın, yazın (...) Yazdıklarınız sanki suya yazılıdır”(12). Füsun Akatlı, insanın kendisine doğru yapacağı her yolculuğun onu yaratıcı özüyle mutlaka buluşturacağını savunarak “çaba” sarf etmenin ilk eylem olduğunu, dökülecek terin hiçbir zaman boşa gitmeyeceğini belirtir, yazma uğraşında çaba harcayanlar için de ağırbaşlı bir yöntem sunar hep. Nurdan Gürbilek, “Kendine Ait Olmayan Oda” isimli yazısında, roman okurken içimizi, “kendi kaderimizden asla sağlayamayacağımız, bir yabancının kaderini tüketmiş olan alevin ver diği sıcaklıkla” (95) ısıttığımızı söyler. Gürbilek’in anlatmak istediği, birçok romanın okur üzerindeki etkisinin, anlattığı hayatın tüketilmişliğinden; yanlış yaşanmış ancak yaşanabilecek bir hayat olmasından kaynaklandığı düşüncesidir. Karşımızda “sakatlanmış bir hayatın ama pekâlâ olmuş bir roman”ın izleri bulunmaktadır. Peki, o zaman sözü edilen yaralı hayatın acısı romanda nasıl ortaya çıkar? Yaratıcının kişilik oluşturma serüveni, kendi hayatına tüy kadar dokunsa bile roman karakterlerinin özgüllüğüne nasıl yansır? Üstelik Akatlı’nın savunduğu üzere, “yaratıcılık kavramı üzerinde fazla düşünülmeden orta malı edinilmiştir” vurgusuna karşı okur nasıl konum belirler? Yoksa Metin Altıok’un “ben diyorsam bilin ki o sizsiniz” dizesi okurun bakışıyla açılan büyük bir kapı mıdır? Öte yandan yazın dünyasında çok tartışılan, “yaygın kitle”ci, “seçkin okur”cu, “ortalama okur”cu yönsemeler seçilerek edebiyatın içinde olduğu açmaz ne kadar anlatılabilir? Akatlı da bu nitelemelere karşı kendi tasarımını sunarak bu kavramları bir anlamda alaşağı ederken yapılan tekdüzeliklerin de dalgasını geçer. Böylece her defasında var olan üzerinden değil de, kavramların anlamlarıyla ilgili derinlemesine düşünce sunar. Yazı Bahçesinden’in son bölümleri tiyatro sanatı üzerine yazınsal düşüncelerle örülü bir soluktur. Gerçekçi tiyatro anlayışının öncülerinden Stanislavski, Bir Karakter Yaratmak isimli yapıtında, genç oyuncu adayına, sahnede gerçeği yansıtması için bir oyuncunun ilk akla gelen, bildik fikirlerle yol almasının tuzağa düşürücü olduğundan, yaşama ait farkındalığın ayrıntılarıyla göz önüne alınması gerektiğinden söz eder. Böyle bir çaba da bir anlamda yazıdaki gibi sabır ve ıstırapla örülü bir başlangıcı işaret etmez mi? Akatlı da yazı ile sahne arasında kurduğu bakış açısına bir düşünür kimliğiyle yaklaşır. Kültür yazılarının ilk cildi sayılabilecek Yazı Bahçesinden’de, çıkışta “bilimcilik” oynamak yerine “bilgi üretme” çabası içindeki tam bir aydının farklı alanlarda felsefede, edebiyatta, tiyatroda, müzikte, kent kültüründeki düşünce dünyasının izlerini bulmak mümkün. Bugün Füsun Akatlı aklıma gelince böylesine derin bir bilgi birikimin de bedeniyle birlikte toprak altına göçmüş olmasının sancısını yaşıyorum. Füsun Akatlı’yı ölümünden bir ay kadar önce Metin Altıok Şiir Ödül Töreni’nde görmüş, tören sonrasında da bir uzun masada bol bol sohbet etmiştik. Dahası o yıl ödül alan, sevgili babam Behçet Aysan’ın on iki yaşından beri arkadaşı, dostu Hulki Aktunç’un da şimdi olmadığını bilmek daha fazla hüzünlendiriyor beni. Oysa bütün gece karşılıklı gözyaşlarımızı saklamıştık birbirimizden. Ve gecenin sonunda sevgili Füsun Akatlı’yla vedalaşmamızı hatırlıyor, o koca gülümseyişiyle hepimize el sallarken yerleştiriyorum zihnime. Yalnızca kalbim değil, aklım da parçalanıyor. Şimdi her neredeyse huzur içindedir umarım. n Yazı Bahçesinden / Füsun Akatlı / Kırmızı Kedi Yayınları / 360 s. KItap 2513 Ekim 2016 ayrıntılarönemlidir N. Ahmet Erözenci Tutku ve Aşkın Kutsal Kitabı Türkçe Edebiyat, 224 sayfa Ekim 2016 Ursula K. Le Guin Başlama Yeri Çeviri: Aydın Çavdar Edebiyat, 224 sayfa Suzan Samancı Koca Karınlı Kent Türkçe Edebiyat, 160 sayfa Stefan Zweig Alacakaranlıkta Bir Öykü Çeviri: Ahmet Arpad Klasik, 128 sayfa Lynn Crosbie Dün Gece Nerede Uyudun? Çeviri: Şeyda İşler Yeraltı Edebiyatı, 400 sayfa www.ayrintiyayinlari.com.tr online@ayrintiyayinlari.com.tr twitter.com/ayrintiyayinevi facebook.com/ayrintiyayinevi instagram.com/ayrintiyayinlari “ayrıntılar önemlidir” diyen tüm kitabevlerinde...