Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
haruki murakami’nin öyküleri Murakami’nin hüzünlü erkekleri Haruki Murakami, yedi öyküye yer verdiği “Kadınsız Erkekler”de “kadınsızlık halini”, yitirmenin ardından gelen ağıtlar ve anmalarla ortaya koyuyor. Murakami, erkeklere, erkeklerin penceresinden bakıp zor bir alana giriyor. Murakami, öykülerine bir dinleyicianlatıcı olarak kendisini de katmış. MURAT CAN OKAN K adınsız Erkekler, ilk bakışta maço bir isim gibi geliyor. En azından biz erkeklerin sıkça düştüğü art anlamlar söz konusu olduğunda. “Dost meclislerinde” yapılan dedikodular dikkate alındığında “belki Murakami de aynı yoldan gitmiştir” diyorsunuz ama sayfaları çevirdikçe işin rengi değişiyor: Aldatılan, kaybeden, hayatı öğrenmeye çalışan; sert görünümlü, gönlü kırık veya aşkıyla yanıp tutuşan adamlar çıkıyor karşımıza. Aşkın taraflarından biri olan erkeklere odaklanan ama bunu yine erkeklerin gözünden bakarak yapan öyküler var kitapta. Murakami, çok da alışık olmadığımız biçimde erkekleri anlatıyor. En güçlüsü bile aşk söz konusu olduğunda içindeki kırılganlığı sonuna dek yaşıyor onlar. OYUNLAR VE GERÇEKLER Murakami, olayı arabeskleştirmiyor ve konuyu ciddiye alıp sulandırmadan ilerliyor. Karşılaştığımız gerçekleri de atlamadan yapıyor bunu. Araba süren kadınları sınıflandıran erkeklere selam gönderişi de belki buraya bağlanabilir. Peki, bir erkek, bu konuda çok kuşkucuyken ve kendisine bile açmadığı önyargılarını kırıp direksiyona geçen kadına güvenmeyi öğrenirse ne olur? En basitinden saçma bir tabu yıkılır ya da alaya alma alışkanlığı sonlanır. Oyun veya rol biter, gerçekler başlar. Ama mesele “anlam verilemeyen” bir aldatılmaysa duvarları yıkmak o kadar da kolay olmayabilir. Murakami, burada erkeğin tarafını tutmuyor fakat olup bitene onun gözünden bakıyor. En çok da havada kalan sorular yüzünden böyle davranıyor. Bu gibi durumlarda, “keşke hiçbir şey bilmeseydim” benzeri erkek kolaycılığı hemen kapıyı çalabiliyor. Rol yapmanın ve oyuncu olmanın getirdiği profesyonellik bunu gerektirir ne de olsa; Murakami’nin kahramanlarından Kafuku, işte böyle bir çelişkiyle kıvranıyor: Oynamakla gerçekleri konuşup var olanı anlamak arasında sıkışıp kalan bir erkek o. Öykülerin içinde dolaştıkça Murakami’nin, erkeği anlamak ve kurcalamak için didindiğini fark ediyoruz. Birçok erkeğin üstünkörü biçimde yaptığı, hatta geçiştirmeye eğilimli olduğu bir soruşturma bu. Erkeklerin, kendisini mükemmel görme ve kadınları “anlaşılmaz” diye peşinen etiketleyip bir yargıya varma türünden sorunları mevcut. Murakami, bu noktayı çok iyi yakalamış ve yerinde cümlelerle ya da satır aralarıyla okura aktarmış. Murakami’nin kahramanları arasında, hasretini anımsayan ve eski günlerini yâd edenler de bulunuyor. Dinlediği şarkılardaki gibi bir aşkın özlemini çekenler, haliyle rüyaya dalıyor. Şarkının kendisi bir hülyaya, hayat ise düşe dönüşüyor. Diğer yandan da başka bir türün varlığını hatırlatıyor bize yazar: “İçsel çatışması ve endişesi az, yaşamları şaşırtıcı derecede mekanik insanlar vardır. Sayıları çok fazla olmasa da hiç beklemediğiniz bir anda onlarla karşılaşabilirsiniz.” Bunlar, dünyayı “düzenbaz olarak” görürken kendilerini hilesiz hurdasız diye niteler. Hayatını bir santim bile yerinden oynatmayan ve her şeyin üstesinden tek başına gelebileceğini düşünen böylesi erkekler, âşık olmaktan çekinip direnirse bu durum nasıl açıklanır? Korkaklıkla mı? Belki. Murakami, bu korkunun altını kazıdığında acıdan çekinme çıkıyor karşımıza. Söz konusu “hastalığın” çaresi ise tam da onu yaratan şey; estetik cerrah Tokay, pek de farkında olmadan kaçtığı aşka yakalanıyor. Murakami, mutlu sonlarla acıklı hikâyeleri birleştirmiş. Bir de çözülmemiş bulmacalar ve çok bilinmeyenli denklemler var ki onların tümü bir eziyete dönüşüyor. Yürüyen, yürümeyen ve aşka dönüşmeyen “ilişkiler” de bu eziyetin kilit parçası. Sonunda atomize olmak da var. Kadınsız Erkekler’de bu örnekler de yer alıyor. etmekte zorlandığı ve bilinçaltına süpürmeyi yeğlediği aşkacıaldatmaaldatılmayalnızlık gibi tortulaşmış meseleler, erkeklerin alanında gezinilerek okurla buluşturuluyor. Korku ve özgüvenin erkeklerin hayatında bir bulamaca dönüştüğünü düşündüğümüzde, Murakami’nin sarp bir arazide yol aldığını kavrıyoruz. Bir taraftan da olay gayet basit çünkü erkekler, kadınların çok sık dile getirdiği gibi düz bir çizgide seyrediyor. O düz çizginin ne anlama geldiğini anlatırken Murakami, platonik aşklardan ve ergen erkek cinselliğinden de bahsediyor. Hemen her erkeğin gizli kutusuna meyledip biraz da oralarda turluyor. “Düz” bakıldığında, rahatsızlık veren bir yer haline gelen bu alan eşelendiğinde, ileriki dönemlerde kurulacak ilişkileri nasıl belirlediğini de anlıyoruz. O dönemin, kazasız belasız ya da en az hasarla atlatıldığını varsayarsak elbette. Yakınlık kurmak ve kuramamak arasındaki ince ama aklı allak bullak eden gerginlik, pamuk ipliğine bağlı bir konu. Buradaki sürprizi bozmadan çıkalım “odadan”. Ancak Murakami’nin Kafka hayranlığını dikkate alıp “Âşık Samsa” öyküsüne bir parantez açabiliriz. Yazar, bu öyküde Dönüşüm’ü tekrar yazıyor sanki; romanı ters yüz ediyor: Samsa, bu kez insana dönüşüyor. Söz konusu dönüşüm, Samsa’nın dünyayı ve kadınları tanımasını sağlıyor. Hatta hızlı gelişen cinsel bir keşif ve adı konulmamış bir aşk, olup biteni takip ediyor. Oturup kalkmayı, insanlar arasında nasıl davranacağını tam anlamıyla öğrenemeden, görüp görebileceği en zor konulardan biriyle yüzleşiyor: “Bundan sonra ne olur, bunu elbette Samsa da bilmiyordu. Gelecek bir yana, şimdi ne oluyor, geçmişte neler olmuş, o bunları da bilmiyordu. Bir giysi nasıl giyilir, onu bile bilmiyordu.” Dünyaya kilitlenmiş; duygularına hapsolmuş bir erkek olarak karşımızda Samsa. YEDİ PERDELİK AĞIT Murakami, erkeklik hallerini, işin içine “karşıtları” da katarak anlatıyor. Üstelik kadınsızlık halini, kadınerkek ilişkisi ya da ilişkisizliği, yanlış anlamalar, anlaşılmazlıklar, terk ediş ve edilişlerden dem vurup kaybedişlere eşitliyor. Konuya cinsiyetçi yaklaşmadan meseleyi saydamlaştırıyor. Kadınsızlık hali, Murakami’nin yan yollara sapmadan, tamamen birinci anlamıyla ele aldığı bir şey. Burada bir yitirilmişliği ve yalnızlığı resmetme mevcut; bazen de yas tutma, hatıralara ve hayallere dalma durumu. Yitirilenlerin ardından elden pek bir şey gelmemesi, içe kapanıp susma veya sabuklamanın da dâhil olduğu, yaşamın bir parçası işte. Kitap, buradan baktığımızda, Murakami’nin hüzünlü erkeklerinin başrolde yer aldığı yedi perdelik bir ağıt. n Kadınsız Erkekler/ Haruki Murakami/ Çeviren: Ali Volkan Erdemir/ Doğan Kitap/ 218 s. TERS DÖNEN SAMSA Murakami, öykülerine bir dinleyicianlatıcı olarak kendisini de katmış. Bazı anlarda terapist benzeri bir kimliğe geçiş yaptığını görüyoruz. Anlattığı ve anlattırdığı her şey, gerçekte çok hassas noktalara temas eden konular. Çoğu insanın kendisine bile itiraf 6 28 Ocak 2016 KItap