Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
seray şahiner’den “reklamı Atla” ‘Bizim vatani görevimiz, devlet adına utanmak’ Seray Şahiner, başta Ot Dergi ve Birgün olmak üzere, son üç yıldır çeşitli mecralarda yayımlanan yazılarını “Reklamı Atla” adı altında topladı. Öykü tadındaki bu denemeler, memleketin halini ahvalini, son yıllarda yaşadıklarımızı anlatmakla kalmıyor; gerçeği konu etmeye pek yanaşmayan resmî tarihin kıyısına da sokağın ve hakikatin notunu düşüyor. Tarihin yazmadığını edebiyat tekrar hatırlıyor. arkadaşların niye geldiğini müfredat gereği bilmezken. Farkında bile olmadan yeni başlayanlar için faşizm müfredatıyla yetiştirilirken. n O müfredatla büyüyen çocukların hepsi Saim Bey olmuyor neyse ki; bir kısmı da Yaşar Usta oluyor. n Saim Beyler de bozuldu. Bizim Aile filminde zalim pişman oluyordu en azından. Şunu gördük; yarına kalacak olan hep Yaşar Usta. n Yazılarında “bizim büyük yalnızlığımızı” Türk filmleri üzerinden tarifliyorsun. O filmlerle bizleri karşılaştırdığında kim kime tekabül ediyor? n Türk filmlerinin bir kısmı da o müfredatın bir parçası zaten. Köyünden ya da mahallesinden çıkan kız, zarafet, görgü ve diksiyon dersi alır ve gerçek bir hanımefendi olur! Ermeni adap dersi veren madam, Yahudi cimri esnaf, Laz fıkra komiği, Kürt zaten yok, lehçeli konuşan Türk var. O filmlerin çoğunda yükseliş hikâyesi dedikleri şey, asimilasyon hikâyesi aslında. “MAYKIL CEKSIN BEYAZI” n Kitapta en sevdiğim yazılardan biri “Maykıl Ceksın Beyazı” oldu. O beyazın bizim toplumsal riyakarlık tarihimizdeki karşılığı nedir? n Çocukluğumun en büyük şoklarından biriydi; Maykıl Ceksın aslında siyahmış! Yıllar yılı beyazlaşmadan önceki hali nasıldı diye baktım. Şimdi ekrana çıkarılanların çoğu da nispeten beyazlamış Maykıllar. n İyice bir çitileyip beyazlatmadan sevmeye yanaşmıyorlar mı bizi? n Olur mu canım? Baksana herkesin Kürt arkadaşı var! Ermeni komşularımız var ama âdetleri falan, hiç Ermeni demezsin yani. Böyle bir kabullenmeyi lütuf sayma hali var. “Öyle biri ama şöyle de bir iyi yönü var.” Bir de temsil hakları gereği diye başlayıp numunecilik mantığıyla sonuçlanan durumlar var. TV programları misal; bir de Ermeni olsun, bir de Kürt olsun, bir de kadın olsun. Bir İngiliz, bir Fransız’ın olduğu uçak fıkrasına Laz kontenjanı açıp bunu temsil hakkı diye yutturmaya çalışıyorlar. n Bu düzenbaz konseptler bir yana, biz aslında zaten aynı mahallenin çocuklarıydık. n Zengin geldi mahleye, hele hele hele rinnaye! n Hah! Kentsel dönüşüm mevzuu da temel meselelerinden biri. Sulukule, Tarlabaşı... n Menderes döneminde insanlara her mahalleden bir milyoner çıkacak denmiş, şimdi Menderes’in varisleri milyoner olmayanları mahallesinden çıkarıyor. İnsanların evini, iş yerini gasp edip yerine AVM yapıp onun bodrum katına da “geleneksel meslekler” dükkânları açıyorlar. Ne yapsın nalbant, atlı karınca mı nallayacak? n Sinirlenince çok güzel oluyorsun Seray. n Bilmukabele. Birlikte sinirlenince daha da güzel oluyoruz. n Reklamı Atla/ Seray Şahiner/ Can Yayınları/ 216 s. NERMİN YILDIRIM ünlük hayatta çok oyunlu, hınzır bir dilin var senin. Reklamı Atla’daki yazılara da sızmış bu. Dost sohbetlerindeki içten, hesapsız sesinle yazmışsın sanki yazıları. Arkadaşlarınla konuşur gibi. Sahi, kime yazıldı bunlar? n Bunlar biraz dertleşmeyi biraz da bir dert üzerinden birlikte harekete geçmeyi murad eden yazılar. Beraber hesap sormak için de birbirine karşı hesapsız olmak mühim. Bülent Ortaçgil’in Eylül Akşamı diye bir şarkısı var “belki benim kâğıt param bir şekilde döne dolaşa senin cebine girmiştir / belki aynı posta kutusuna değişik zamanlarda da olsa birkaç mektup atmışızdır” diye... Şimdi böyleyiz; belki senin yazdığın bir duvar yazısına bakıp kuvvet bulmuşumdur. Belki aynı polis saldırısında sen başta ben en sonda gaz yemişizdir. Hep birlikte bir çağa tanıklık ve müdahale ediyoruz. Okuyanları tanımasam da bu yazılar dost meclisine. n Bu biz bizelik ve meseleleri meselemiz olarak görme eğilimi mühim. Başkasının acısına bakarken kendini haline şükrederken buluvermek diye feci bir şey de var hayatta çünkü. n “Bunu bulamayanlar da var” olmasa ıspanak lobisi iflas eder. n Seni ciddiyete davet edeceğim ama içinde bulunduğumuz durum tümüyle G ciddiyetle çözemeyeceğimiz kadar ciddi galiba. n Anneannem, dedem emekli olduğu hafta, adamın bütün kravatlarını ince yerinden uca doğru dikerek yuvarlak bir paspas yapıp dedemin 30 yıllık memuriyet hayatını ayaklar altına sermişti. n Anneannen yolumuza ışık olsun. n Evet, gücünü kullanarak hayatımıza hükmettikleri o kravatlardan paspas yapacağız. Mizah da bunun başlıca yollarından biri. Çünkü baş edemedikleri tek şey bu. “UMUT BİR SORUMLULUK HALİNE GELDİ” n Reklamı Atla’nın bende ancak anlaşılmanın yahut paylaşmanın yaratabileceği türden şifacı bir tesiri oldu. Yazıları yazarken böyle bir amaç gütmüş müydün? n Umut artık bir his olmaktan çıkıp bir sorumluluk haline geldi. Birbirimize iyi gelmekten başka çaremiz yok. Çoğu arkadaşımızı ya cenazelerden tanıyoruz ya da ölümlerin ardından yapılan eylemlerden. Biz büyürken aileler, “aman evladım sen bulaşma” derdi. Şimdi evladı büyüyememiş aileler bize evlatlarıymışız gibi sahip çıkıyor. Mehmet Ayvalıtaş’ın babası, oğlunun öldürüldüğü caddede yapılan eylemin bitiminde, insanları yol kenarına çekmeye çalışırken “araba çarpmasın aman...” diyordu. n “Objektife takılan bakışınız, yakalara takılan son bakışınız olabilir” diyorsun. Bunu bilip göze alarak cenazelere gidiyor çocuklar. Gidemeyenlerde veya gitmekten fazlasını yapamayanlarda da hep bir suçluluk duygusu... Görüp bildiklerimize rağmen hayata tutunmak mümkün mü, ne yapacağız biz? n Bizim vatani görevimiz, devlet adına utanmak. Şunu çok iyi biliyoruz artık; öldürülen biz de olabilirdik. O an o eylemde biz de olabilirdik, o sokaktan biz de geçebilirdik. Biz eceli lüks hale getirenlerin karşısında hayattan taraf olacağız. Ölenlerin ardından sokağa can havliyle çıkıyoruz aslında. n Sen can havliyle çıkıyorsun ama sonra eve gidince bir bakıyorsun “orda ne işleri vardı” diye sormuşlar. n İnsanlar, eylemde bile değil evlerinde öldürülüyor. “Orda ne işleri var” diyenlerin sorduğu yer, dünya sanırım. Bazen sokağa çıkarken gassala poz verir gibi bir his geliyor. Aman üstümüz başımız temiz olsun, öldürülürüz falan. Ama dışarıdan bakmak, içinde olmaktan daha tekinsiz. Görgü tanığı olup susmak. Sokağa çıkma cesareti olanlar için çıkmaz sokak yok. “YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN FAŞİZM!” n Yazılar çocukluğundan başlıyor anlatmaya. Bizi bu noktaya getiren süreç, yani her şey ne zaman başlamıştı sence? n Siyaset biz okuma yazma öğrenmeden önce hayatımıza girmişti. “Bunu bulamayanlar da var” diye ıspanak yedirilirken mesela. Kendi halimize şükretmek için Afrikalar edinirken. Şimdi yolundan gittiklerimizin katilleri televizyonda, espri de yapan tonton ihtiyarlar olarak gösterilirken. Köy yakmaların ardından sınıfımıza gelen çocuklar arka sıralara oturtulup öğretmen tarafından dışlanırken. Biz bu 8 21 Ocak 2016 KItap