Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Feryâl Orhon Basık’tan: “Balkan Rapsodisi” na Müftüsü’nün konağına sığınmış, her işe koşmaya çalışan ihtiyarcık gibi. “ORTAK ACILARDAN DERS ALINMALI” Halkların birbirinden ümit kesmediklerine ilişkin nasıl bir duygu ve köken konusuna umutlu bir yaklaşım vurgulu satır aralarında. On dokuzuncu yüzyılın başına kadar Balkan halklarının büyük kısmı kökenlerinin pek farkında değil. Müslümanlık ve Ortodoksluk başlıca ayırt edici etken. Ancak bu yüzyıl başında başlayan milliyetçilik akımlarıyla, Bulgarlar, Yunanlılardan ayrı bir millet olduklarının bilincine varıyor. Arnavutlar kökleri tarihin çok derinlerinden gelen başlı başına bir millet olduklarını fark ediyor. Her biri Osmanlı’nın egemenliğinden kopma mücadelesi veriyor. Ama hepsi aynı topraklar üzerinde yüzyıllarca birlikte yaşamış, aynı kültürü paylaşmış insanlar. Birisi Aziz Elia diyor, diğeri Hızır Aleyhisselam. 2 Ağustos’ta aynı adam için biri kilisede, diğeri camide dua ediyor. Sonra hep birlikte köy meydanında panayır kuruyorlar. Satır aralarında vurgulamak istediğim beş yüz yıllık bir geçmişin, farklı kökenlere sahip kültürler arasında bir kardeşlik yaratmış olduğu ve yaşanan ortak acılardan ders alınması gerektiği... KAZMACI: “BALKAN HALKLARINI ANLAMAK İÇİN BİR BAŞYAPIT” Güler Hanım, sizin de yapıta emeğiniz büyük. Metnin duygusuna en çok hangi an ve kimliklerde dahil olduğunuzu duyumsadınız? Düzeltmeleri yaparken kitaba adeta âşık oldum. Osmanlı’nın son dönemini ve Balkan Savaşı’nı muazzam aile öyküleriyle ve insan hayatlarıyla ruhunuza girerek anlatıyor Feryâl Orhon Basık. Öyle ki o insanlar karşınızda yaşamaya başlıyor sanki ve “Maria ile Aten’in aşkı ne olacak?” diye düşünmeye başladığımı bile hatırlıyorum. En önemlisi de Sırp, Boşnak, Türk, Rum, Arnavut, bütün halklardan öyküler var ve herkese son derece demokratça bakıyor yazar. Ayrıca savaşın ne kadar korkunç, insan saldırganlığının inanılmaz vahşi olduğunu bir kez daha, sarsıcı biçimde görüyorsunuz. Tıpkı Tolstoy’un Sivastopol kitabında olduğu gibi askerliğin bir anlamda “modern kölelik” gibi olduğunu yeniden hissediyorsunuz bu kitapta. Askerler savaşmak istemese kendi ordusu öldürüyor, savaşsa düşman kurşunu ve bu gencecik insanların “vatan uğruna ölmek”le “yaşamak istemek” arasındaki derin çelişkili psikolojilerini de inanılmaz bir başarıyla anlatmış yazar. Basık müthiş bir öykücü ve araştırmacı yazar, bense Türk dilinde devlet ödüllü bir eğitmenim. İkimizin birlikteliğinden, farklı ve güçlü bir sinerjinin ortaya çıktığına inanıyorum. Osmanlı’nın çöküşünü ve Balkan halklarını anlamak isteyen herkes için bence bu kitap bir başyapıt. n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Balkan Rapsodisi/ Feryâl Orhon Basık/ Kırmızı Yayınları/ 556 s. 2 0 1 5 n S A Y F A 5 ‘İktidar ihtirası halkları cinnete sürüklüyor’ Feryâl Orhon Basık, “Balkan Rapsodisi”nde, 19081914 arasında Balkanlar’da baş döndürücü bir hızda ve yoğunlukta gerçekleşen acı olayların; bir zamanlar aynı topraklar üzerinde hep birlikte yaşayan halkları nasıl etkilediğini, farklı kutuplara savurduğunu; Sırp, Arnavut, Boşnak ve Osmanlı dört ayrı aile çevresinden anlatıyor. İkinci Meşrutiyet’in ilanından ilk büyük savaşa kadar geçen sürede Osmanlı Balkanları’nda yaşanmış tüm bu zulüm, ayaklanma, kırım, savaş ve göç olgularının gerçeklere dayalı belgesel izdüşümleriyle gelişen metnin en önemli yönlerinden biri ise halklar ve kültürler arasındaki kardeşliğin her an vurgulanışı. Basık’la ve romanı yayıma hazırlayan Güler Kazmacı’yla “Balkan Rapsodisi”ni konuştuk. r Gamze AKDEMİR avaşın, savaşların iç içe geçtiği coğrafyalardan birinde, tarihin akışını değiştiren kırılma anları ve yangınların ortasında yaşama tutunmaya çalışan insanlığın öyküsü Balkan Rapsodisi. Boylu boyunca yaşamı kutsayan bir metin. Balkan toprakları ve devamındaki Anadolu, Avrupa’dan doğunun zenginliklerine uzanan yol üzerinde olduğu için tarih boyunca hep savaşların olduğu, acıların yaşandığı topraklar olmuş. Sadece Avrupa’yla Asya arasında köprü olmakla kalmamış, kuzeyden Akdeniz’e inmek ve Afrika’nın zenginliklerine ulaşmak isteyenlerin de geçiş yolu üzerinde yer almış ve güçlüler bu topraklara sahip olabilmek için çok kan akıtmış. Güçlü devletler hep aynı oyunu oynamış. Olan, buralarda yaşayan insanlara olmuş. Aslında bu oyun bugün de sürüyor. Bosna’da 19921995 arasında yaşanan ve soykırım olarak adlandırabileceğimiz felaket acaba neden kaynaklandı? Romanı yazma amacım, çok yakın bir geçmişte yaşananları genç nesillere anlatmak, savaşın ve terörün hiç kimseye yaramadığını, mutlak olarak herkese felaket ve acı getirdiğini gözler önüne sermekti. Umudum ise birlikte barış içinde yaşamanın en önemli Feryâl Orhon Basık’ın romanı yaşanmış olayların öyküleştirilmesi üzerine kurgulanmış. güç olduğunun anlaşılması. “TÜM ULUSLARA EŞİT MESAFEDE DURDUM” Bu bağlamda hareket noktası, işlenişi ve yakın tarihten referanslarıyla belgesele de yaklaşıyor roman. Romanın hemen hemen tamamı yaşanmış olayların öyküleştirilmesi üzerine kurgulandı. İnsanların günlük yaşamının, topraklarındaki siyasi gelişmelerden bağımsız olması mümkün değil. Kaldı ki büyük felaketleri getiren savaşların olduğu bir dönemden bahsediyoruz. Ancak özenle vurgulamak isterim ki bu bir tarih kitabı değil. Tarihteki olayların savurduğu insanların öyküsü. Onların acılarını, kaygılarını, korkularını, çaresizliklerini, umutlarını ve hayata tutunma çabalarını dile getiriyor. Romanda yer alan Osmanlı yüzbaşısı, babamın babasından ilham alınarak yaratıldı. Arnavut Bey’i Numan Ağa ise eşimin dedesinden ilham alınarak kurgulandı. Sonuç olarak bizden sadece iki nesil önceki insanlardan söz ediyoruz. Hatta biz bu nesilden insanlarla birlikte yaşadık. Çocukluğumuzdaki evimizdeki anneannemiz, babaannemizdi. Bu bakımdan bu dönem bana çok yakın bir tarih olarak geliyor. Bu kadar yakın bir geçmişte, dört büyük imparatorluk çökmüş; insanlar büyük trajediler yaşamış. Evlerini, barklarını, maddi ve manevi bütün zenginliklerini arkalarında bırakarak Anadolu topraklarına sığınmış. Bugün Türkiye’de, kökleri suyun öte yakasında olan milyonlarca insan yaşıyor. Ama ne yazık ki pek çoğu, hani neredeyse elinle tutabileceğin kadar yakın bir geçmişte o topraklardaki hayatları, neler yaşandığını bilmiyor. Romandaki hareket noktam, bir aksiyon filmi atmosferi yaratarak bugünün kuşaklarına o günleri yaşatmak; geçmişleriyle ilgili bir farkındalık yaratmak. Bunu yaparken de Türk ya da Türk olmayan tüm uluslara eşit mesafede durdum ve tarafsızlığımı titizlikle korudum. Romanın geçtiği, “bu nasıl bir savaş!” dedirten, tarihin o zalim aralığının birden çok tarafı ve müdahili var yazık ki. Romanda hangi oranda yer aldılar? Romanda, 19081914 arasında, 1328 S sadece altı yıllık bir dönemde, Balkan toprakları üzerinde baş döndürücü bir hızda ve yoğunlukta yaşanan olayların, bu topraklar üzerindeki insanları nasıl etkilediğini, Sırp, Arnavut, Boşnak ve Osmanlı dört ayrı aile çevresinden anlatıyorum. Bir zamanlar, aynı topraklar üzerinde birlikte yaşayan ve kendi küçük dünyalarında geçim derdinde olan bu insanlar birden farklı kutuplara savruluyor. İyi bir iş ve para kazanmak gibi hayalleri olan genç bir çocuk keskin bir Sırp milliyetçisi oluyor. Savaşmak, yaşadığı topraklarda Sırpları egemen kılmak idealiyken savaşa gidince gerçekle yüz yüze geliyor. Felaket gelince yaşanan acılardan Sırp, Boşnak, Bulgar, Yunan herkes aynı şekilde payını alıyor. Sadece isimleri, kimlikleri farklı. İkbal ve iktidar peşindeki insanların kişisel ihtirasları bu halkları cinnete sürüklüyor. Osmanlı’nın hali de perişan. Yetersiz politikacıların kısır çekişmeleri, orduda liyakatin değil, politikanın geçerli olması... Tabii esas müdahiller ise dönemin emperyalist güçleri! “HEM ÜZÜLDÜM HEM DE ÖFKELENDİM” Tetikte olmak, isyan etmek ve paniklemek roman kişilerinizin ortak duygularından kuşkusuz. Acıların, duyguların uzun uzadıya yaşanabilme olanağının bulunmadığı, yokluk ve her an ölümle kuşatılmış zamanların insanları söz konusu. Eri, komutanı, kadını ve çocuğuyla seri hareket etmek, karar vermek, düşünmek ve hayatta kalmaya çalışmak durumunda hepsi. Öyküleriyle metne de yansıyor bu. Her birinin sımsıcak insan öyküsü var. Her birinin acısını, korkusunu, sevgisini, kıskançlığını yüreğimde hissettim. Bazen onlar için üzüldüm bazen de öfkelendim, sinirlendim. Yağmur altında at sürerlerken çamurlara batmış, sırılsıklam, soğuktan titreyerek ve açlıktan bitap düşmüş vaziyette kulaklarının dibinde kurşunlar vızıldarken o çaresizliği ben de yaşadım. Düşmandan kaçma kargaşasında çocuğunu kaybeden annenin yaşadığı acı benim de ruhumu kavurdu. Yan karakterlerin bile insanın içine dokunan öyküleri vardı, Saraybos3 0 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I T E M M U Z