Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
iyi. Mutlaka trajik hayatlar yaşamalı demiyorum, örneğin Necatigil küçük, sade yaşamında ne umulmaz incelikler çıkardı. Gerçekliği başka türlü bükenler de vardı, İlhan Berk örneğin, dünyayı eğip büker ve istediği gibi bir sokak kurup kahraman şerif gibi dolaşırdı içinde. İlhan Berk’in “Galata”sındaki kurgusallık başlangıcını gerçeklikten alıyordu. Onu heyecanlandıran gerçek yazılar, resimler, gravürlerle yeryüzünü yeniden kuruyordu. Bunun üst örneklerini Anday’ın “Güneşte”sinde de görüyoruz, sadece yeryüzünü değil dokunulmaz olanı, tarihin dışında ve ortasında kalanı, duyguları dışlayarak aynı anda gören bir şiirdi o. Turgut Uyar’ın “Toplandılar”ında bunu hiç görmüyoruz. “Kelebeklerin atlarla yarıştığı yoğun bir akşam” dediğinde yetmişli yılların bütün siyasi heyecanı taş gibi bir gerçeklik olarak oturuyor kalbimize. “Yukarda dediklerime bakma aslında, başarısız boktan bir kış geçirdik, bir sürü çocuğu öldürdüler” diye bitince şiir, insan yalın ve acı olanın tokadını hissediyor. Bunların üçü de “yüce” kitap. Oysa benim ilk kitaplarımda yaptığım öykünmeler var, hem yeni baskıya almadım hem de o zamanlar “şair olabilmek” gibi bir çocukça kaygım vardı, kelime ve zihin oyunlarının bu işin kuralı olduğunu sanıyordum. Ömrü bu oyunlarla geçmiş bu kadar çok “meşhur”un bunlarla avunmasını da anlayabiliyorum. Çünkü sadece yetenek değil, ahlaki bir şey de var burada. AKP’li belediyelerin şiir festivallerine giden birinden ne beklersin. Ahlâk ve gerçeklik birlikte yaşayan şeyler. Behçet Necatigil, Cemal Süreya gibi ödüllere değer görüldün. Ödüller sence şiire ve şaire ne kadar yardımcı olabilir? Ödüle ihtiyaç duyulan yaşlarda ya da ruhlarda çok özendirici ve umut verici. Ama ödüle doyamayan şair olunca şiirin doğasını bozmakla ilgili bir kişilik sorunu başlar. Şiir biraz da kaybetmenin güzelliğini, hayaller içinde yok olmayı, yeryüzünü yıkıp yeniden kurmayı anlatır. Sahneye çıkma isteğinin, alkış düşkünlüğünün sevilme ihtiyacından geldiğini okumuştum bir kitapta. Bu durumdaki insan halinde de şiirsel bir şey var ama biraz acıklı bir şiir. “HAYATIN HAYAL GÜCÜ O KADAR ZENGİN Kİ SONSUZ BİR YANI VAR” Şiir dünyasına girdiğin ilk yıllarda mesleğin gereği uzun zaman yurt dışında yaşadın. Farklı coğrafyalar şiirini nasıl etkiledi? Dünyanın her yerinde aynı büyük cehaletin hüküm sürdüğünü gördükçe insanın anlayışı da öfkesi de çoğalıyor. Kuzey Avrupa’daki günlerim soğuk bir zenginlik ve bunun getirdiği bencilliğe şaşkınlık olarak geçerdi. Uzakdoğuda’ysa yoksulluğun derinliğini gördüm, hayatın kısalığıyla ilgili şaşkınlıklar yaşadım. Uzaklarda olmanın güzel bir yanı büyük bir şiir ülkesinden geldiğini anlıyorsun. Ama iş uzakta olmakta değil, kiminle olduğunda. Yani farklı coğrafyalarda yaşamak şiirini değil, insanlarla olan temasın seni etkiliyor. Evet, öyle. İnsanların iyi olduğu her yer sanki 70’lerin İskenderun’u, Egesi gibi. Beklenmedik anda karşına çıkıp C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I birkaç sözcükle yaşamını değiştiren insanlar. Helsinki’de ırkçılardan korktuğu için sokağa çıkmayan Gana’lı bir ev arkadaşı, Brixton’da ölümü bekleyen yalnızlık içinde yaşlı bir Karayipli, Kuzey Tayland’da kendine “butterfly” diyen bir kız, bir söz ve jestle işliyor içine. Uzak coğrafyalar yanında şiirlerinde yerli tatlar da sık sık öne çıkıyor. Farklı kültürleri şiir potasında eritirken güçlüklerle karşılaştın mı? Farklı kültürleri şiir potasında eritebilecek birikimde olduğumu sanmıyorum. Çok şey okumuş, öğrenmiş insanların da böyle bir şeye kalkışması yapay bir çaba olur. Büyük bileşimlerle ilgili bir yapıt iddiasında olmak insanı gülünç duruma düşürebilir. İnsanın kendisi olabilmesi ve gerçek kalabilmesi güzel bir şiir yazabilmesi için önemli. Yoksa bir şekilde yalan hissediliyor. Hayal gücüyle kendini kurgulamak, bir şair imgesi olarak yeniden yaratmak, sahtekârlık olarak hemen hissediliyor. Öncelikle şiirin içtenliği kırılıyor, şiir bile olmuyor o artık. Hem hayatın hayal gücü o kadar zengin ki sonsuz bir yanı var. Bazı canlı anlar var ki aklımda, bunları biri uydursa hiç de gerçeğe benzemiyor derdim. Yeri gelmişken o gün Gezi Parkı’nda toplanan herkese selam. Peki, senin için şair imgesi ne? Şairi bir öncü, bir sınır araştırmacısı gibi diye düşündüm. Kendimi yaşananın içine bırakmaya çalıştım, riskleri alıp uçlarda dolaşarak. Anlamaya çalışarak. Yalnızca yaşanmış olandan yola çıkarsam gerçeğin sihirli bir yanı var, o sihir yazdığıma dokunur ve okuyanların hayatında da benzer bir karşılık bulur diye düşündüm. Örneğin, Çiçek Pasajı’na her girişimde, sağ tarafıma bakıp Orhan Veli’yi görmüşüm gibi duygulanıyorum. Şimdi vitrinde yufkacı kadınları oturttukları bir restoran var, orası eski Degüstasyon, o zamanların en şık yeri, içeride kravatını takmış heyecanla Canan’ı bekliyor. Az sonra bıkıp kalkıp aşağı doğru yürüyecek, Balıkpazarına inecek. İçerken “Orhan şu gelen kız Canan’a benziyor diyecekler” ve o da söyleyiverecek o unutulmaz dizeleri. Böyle bir şeydir bizim şairimiz, yalan dolanla dolu değildir. Bize hayatı anlatır, öğretir. Kalbini kullanarak öğrendiği benzersiz bir bilgidir o çünkü. Toplu şiirlerinin yayımlanması bir şair için aynı zamanda bir hesap dökümü işlevi de taşıyor. Yirmi beş yılın ve toplu şiirlerin üstüne bugün neler düşünüyorsun? Yukarıda söylediklerim bir anlamda son vardığım poetikayı da açıklıyor. Çocukken “bu filimde anlatılanlar gerçek hayattan kaynaklanır” yazısını gördüğümde beyaz perde daha heyecan verici gelirdi bana. Bu açıdan bakınca sadece bir poetika olarak da görünmüyor bu. Şiirdeki yirmi beş değil de hayattaki elli yılımın bir sonucu gibi görünüyor. Doktorluk dahil, şiirden başka hiçbir şeyi severek yapmadım ben. Sanki sadece bu iki yüz sayfa şiiri yazdım. Elime geçen en güzel şey de bu yüzden tanıştığım insanlardı. Keşke, o Gürcü ressamın hayatını anlatan filmdeki gibi bütün dostlar bir gün bir masaya toplanıp içebilsek. n Gizli/ Hakan Savlı/ Sözcükler Yayınları/ 270 s. 1 3 2 8 3 0 T E M M U Z 2 0 1 5 n S A Y F A 1 3