Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Zeynep Avcı’nın Türkçesiyle O. Henry’den yeni bir öykü seçkisi: ‘Kız’ skiden, daha çok, önce öykü yazılır, öyküde epeyce piştikten sonra roman yazmaya kalkışılırdı. Yazarlığı seçenler çoktandır bu güzergâhı izlemiyor. Daha çok okunduğu/sattığı için mi ne, kimileri doğrudan romanın engin sularına atıyor kendini. Yüzme bilmeyenler ilk atlayışta boğuluyor. Bazılarının dalgalarla boğuşa boğuşa yüzmeyi öğrendiği oluyor. En yeteneklileri ise sonunda okyanuslara yelken açıyor. Aslında öykü, hele kısa öykünün suları bir bakıma romandan tehlikeli. Belki de o yüzden, bazıları kısa öyküde ustalaştılar mı, orada kalmayı yeğliyorlar. Bizim kısa öykücülüğümüz başlı başına bir ustalar âlemidir. Bir solukta say baka Unutulmaya yüz tutan bir lezzet E lım deseler, Hüseyin Rahmi, Refik Halit, F. Celaleddin, Sabahattin Ali, Memduh Şevket, Sait Faik, Oktay Akbal, Haldun Taner, Zeyyat Selimoğlu, Nezihe Meriç, Tahsin Yücel, Bilge Karasu, Ferit Edgü, Onat Kutlar, Adnan Özyalçıner, Sevgi Soysal, Tezer Özlü, Sevim Burak, Tomris Uyar, Nursel Duruel, Mahir Öztaş, Aslı Erdoğan, Faruk Duman derim de tümünü saymaya soluğum yetmez. Hiç de yabancımız olmayan yabancılara bakıldığında, Çehov, Maupassant, Katherine Mansfield’den Borges’e kadar uzanan koskoca bir yol haritası çizilebilir elbette. Ama kısa öykünün sayısız büyük ustaları arasında, ironik bir rastlantı üzerinden yaratılan özel bir anda yoğunlaşan, sonra da şaşırtılı bir sonla bitiveren öyküleriyle O. Henry’nin apayrı bir yeri vardır. 1930’lardan bu yana Türkçede pek çok kitabı yayımlanan O. Henry’den yeni bir öykü seçkisi, Bülent Erkmen’in yalın tasarımlarıyla güzel kitaplarlar çıkaran Helikopter’den Zeynep Avcı’nın ustalıklı çevirisiyle yayımlandı. Kısacık öykülerden birinin adını taşıyan Kız, on üç öykü den oluşuyor. O. Henry’nin mizah, daha doğrusu kara mizah, çokça da ironi yüklü öykülerinde, nicedir unutur gibi olduğumuz bir lezzet var. İyi çevirmen, çevirdiği yazarı derinliğine kavrayan, içselleştiren çevirmendir. Zeynep Avcı’nın O. Henry için söyledikleri de bunu gösteriyor: “Öykü okumaya başladığım ergenlik yıllarında sürprizler yaşamak ne güzeldi. Gerçek hayatta zor yaşanan sürprizleri O. Henry’den öğrendim, hayatın doksan derece dönebileceği umuduna da o zaman kapıldım herhalde. On yaşımdayken öğretmenim Saime Hanımın verdiği, Varlık Yayınları’ndan çıkan Yanlış Tahmin kitabı sanıyorum okuduğum ilk O. Henry öykülerini içeriyordu. Asıl adının William Sydney Porter olduğunu, alkolün onu kırklı yaşlarının sonunda bu dünyadan alıp götürdüğünü öğrendiğimde ise şaşakaldım. Bizi güzel sürprizlere alıştıran O. Henry’nin en acı şaşırtmacasıydı bu. Meraklanıp hayatını araştırdım. Meğer hapislere girip çıkmış, meğer küçücük yaşta annesini yitirmiş, meğer öykülerindeki neşeli hava hayatına değil düş gücüne aitmiş. Öykülerini çevirirken başka bir şey daha öğrendim: İnsanları çok seviyormuş, insanlara inanıyormuş, insanlara umudunu hiç yitirmemiş. Bunca yıl unutulmamasına, her kuşaktan okura hitap edebilmesine şaşmamak gerek…” n MÜREKKEBİ KURUMADAN ‘Kalpler ve Eller’ Z eynep Avcı’nın dilimize kazandırdığı “Kız” adlı O. Henry seçkisinden bir örnek vereyim dedim. “Kalpler ve Eller”, tipik bir O. Henry öyküsü. Kısacık, akıp giden bir diyalog ve sonunda insanın yüzünde buruk bir gülümseyiş bırakan ufacık bir şaşırtı… Yetmez mi? “Denver’da doğuya giden B&M ekspres treninin vagonlarına yolcu akını vardı. Vagonlardan birinde zarif giyimli, çok güzel, genç bir hanım deneyimli bir yolcunun lüks eşyasıyla çevrili olarak oturuyordu. Yeni gelenler içinde biri gözü pek, içten çehresi ve tavırlarıyla yakışıklı bir genç, ötekiyse iri yarı, kötü giyinmiş somurtuk, suratsız bir adam olan iki kişi vardı. İkisi birbirlerine kelepçelenmişti. Tren koridorundan geçtiklerinde bulabilecekleri tek boş yerin o cazip genç hanımın tam karşısında olduğunu gördüler. Kelepçelenmiş ikili tam oraya oturdu. Genç kızın bakışları ilgisizce, soğuk bir şekilde onlara ilişti, sonra tüm çehresini ışıltıya boğan, dolgun yanaklarını pembeleştiren tatlı bir gülümsemeyle gri eldivenli elini uzattı. Konuşmaya başladığında tok, tatlı, ölçülü sesi sahibinin konuşmalarının dinlenmesine alışık olduğunu belli ediyordu. ‘E, Bay Easton, önce benim konuşmamı istiyorsanız, sanırım mecburum buna. Eski dostlarınızla Batı’da karşılaştığınızda onları görmezden mi gelirsiniz?’ İki adam arasından genç olanı kızın sesiyle telaşlanıp anında kurtulduğu bir mahcubiyete kapılmış gibi oldu, sonra sol eliyle kadının parmaklarını tuttu. Gülümseyerek ‘Bayan Fairchild, değil mi?’ dedi. ‘Öteki elimi uzatamadığım için özür dilerim, şimdilik meşgul.’ Yanındakinin sol bileğine ışıldayan bir ‘bileklik’le 6 n 9 N İ S A N bağlanmış olan sağ elini biraz kaldırdı. Kızın yanaklarındaki parıltı soldu. Dudakları belli belirsiz bir tedirginlikle aralandı. Eğlenmiş görünen Easton, hafif bir tebessümle yeniden konuşmak üzereyken öteki adam engelledi onu. O suratsız adam zaten keskin, cin gibi bakışlarıyla kızın yüzünü inceleyip duruyordu. ‘Lafı böldüğüm için beni affedin küçükhanım; anladığım kadarıyla bizim şerifle tanışıyorsunuz. Hapishaneye vardığımızda benimle ilgili bir şeyler söylemesini isterseniz yapar bunu, benim de işim kolaylaşır. Leavenworth hapishanesine götürüyor beni. Sahtecilikten yedi yıl.’ Yüzünün rengi yerine gelirken ‘Ah!’ diyerek derin bir soluk aldı kız. ‘Yani onun için buradasınız, Şerif, ha!’ Easton soğukkanlılıkla ‘Sevgili Bayan Fairchild,’ dedi. ‘Bir şey yapmam gerekiyordu. Para dediğiniz uçup gidiyor ve bildiğiniz gibi Washington’da bizim çevreye ayak uydurmak için de para lazım. Batı’da böyle bir fırsat yakaladım, eh, şeriflik sefaret kadar yüksek bir mevki sayılmaz ama…’ Kız samimiyetle ‘Sefir dediğiniz’ dedi, ‘artık rağbet görmüyor. Layık da değildi buna. Bilirsiniz zaten. Demek artık Batı’nın atına atlayıp ateş eden, her türlü tehlikeyi göğüsleyen o havalı kahramanlardan birisiniz. Washington hayatından çok farklı bu. Eski çevreniz tarafından özlendiğinizi bilin.’ Kızın büyülenmiş gözleri irileşerek döndü, parıldayan kelepçelere dikildi. Öbür adam, ‘Bunlar için endişelenmeyin, küçükhanım’ dedi. ‘Bütün şerifler kaçmasınlar diye kendilerini mahkumlara kelepçeler. Bay Easton işini biliyor.’ Kız ‘Sizin yakında Washington’da görecek miyiz?’ diye sordu. 2 0 1 5 Easton ‘Sanırım yakında olmaz’ dedi. ‘Korkarım uçarılık günlerim bitti artık.’ Kız öylesine ‘Batı’yı severim’ dedi. Gözleri sevecenlikle parıldıyordu. Vagon penceresinden dışarı baktı. Terbiyeli, gösterişli konuşmaktan vazgeçip samimiyetle, sadelikle anlatmaya başladı: ‘Annemle birlikte yazı Denver’da geçirdik. Annem benden bir hafta önce dönO. Henry dü eve çünkü babam biraz hastalanmış. Batı’da yaşasaydım mutlu olabilirdim. Galiba buranın havası da benimle aynı fikirde. Her şey para değil ki. Ama her şeyi yanlış anlıyor insanlar, aptal aptal…’ Suratsız adam ‘Buraya bak, Şerif Efendi!’ diye homurdandı. ‘Haksızlık bu. İçkiye ihtiyacım var, üstelik bütün gün sigara içmedim. Sohbet yetmedi mi? Sigara içilen vagona götürsene beni. Pipo içmek için ölmek üzereyim.’ Easton’ın yüzünde aynı hafif gülümseme belirirken birbirine bağlı yolcular ayağa kalktılar. Usulca ‘Tütün arzusu karşısında söyleyecek lafım yok’ dedi. ‘Hoşça kalın, Bayan Fairchild. Bildiğiniz gibi, görev başındayım.’ Vedalaşmak için elini uzattı. Kız terbiyeli, gösterişli tavrına yeniden bürünerek ‘Doğu’ya gitmiyor olmanız çok fena’ dedi. Ama galiba Leavenworth istikametinde devam etmek zorundasınız.’ Easton ‘Evet’ dedi, ‘Levaenworth’e devam etmem lazım.’ İki adam sigara içilen vagona gitmek için koridorna çıktı. Yanda oturan iki yolcu konuşmanın büyük bir kısmını dinlemişti. Aralarından biri ‘O Şerif iyi bir adam’ dedi. ‘Şu Batılılardan kimileri hiç fena değil.’ Öbürü ise ‘Bu görevi üstlenmek için epeyce genç değil mi?’ diye sordu. İlk konuşan ‘Genç olan mı?’ diye bağırdı. ‘Ha! Farkına varmadın mı? Baksana, sen mahkumu sağ eline kelepçeleyen polis gördün mü hiç?’” n C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 3 1 2 S A Y F A