23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hüseyin Köse'den "Şovenist İnşa” Hüseyin Köse “Şovenist İnşa”da medyanın algılarımızı yönettiği, kimliklerimizin kurmaca hayatlar üzerinden tayin edildiği bir dünyada çok görüntülü bir zihniyetin kökenine inmiş. Enformasyonun bir tutku, arzulamanın şuursuz bir alışkanlık haline dönüştüğü bir toplumda gösteriyi kaçırmamak için gözlerimizden daha fazlasına ihtiyacımız olduğunun altını çiziyor. Gösteri devam ediyor! r Pınar DOĞU utsallığın şiddete dönüştürüldüğü bir çağdayız. Hüseyin Köse’nin Şovenist İnşa adlı yeni kitabı medya çağının verili kimliklerini, mekâna göre değişen iletişim koşullarını, manzara ve bakış ilişkisini Platon’un kendini bilmeyen insanından McLuhan’ın kabilesel insanına kadar derin, incelikli bir tahlile tabi tutmuş. Bükreş’in Doğusu’dan Solaris’e, Telefon Kulübesi’nden En Son Babalar Duyar’a kadar kuramsal özü örneklemeye yönelik seçtiği film ve dizileri, hem kullanılan arketipleri hem de karakterleri inceleyerek değerlendirmiş. Kutsala ve siyasal olana gülmeme ediminin nedenlerini, Lacan’ın Baba Yasası açısından baba rolündeki karakterleri, otoritenin cinsiyetçilik üzerindeki etkilerini, kötülüğün sanat aracılığıyla estetize edilmesini, güvenlik odaklı yaşam alanlarının birey üzerindeki psikolojik etkisini, iletişim araçlarının inzivaya geçit vermemesini, arzu kültürünün bilişsel kodlarının tüketim saplantısını nasıl beslediğini, medyanın tüm bu sürece ne derece hükmettiğini ve bireyin kaybolan özgünlüğünü ve özgürlüğünü telafi etmek adına gösterinin nesnesi haline nasıl geldiğini irdeliyor kitabında. nışmanlara başvuruyor. Böylece kendi kararlarını alma yetisi köreliyor ve hep başkalarına bağımlı geliyor. İnsanları ve eşyaların kölesi hâline gelerek idame ettiriyor yaşamını. Tüketim zihniyeti faturalardaki rakamlardan ibaret değil sadece, tam da bu sürekli bağımlılığın, sorgulanmayan bu teslimiyetin tezahürü aslında. Merle’nin de altını çizdiği gibi tüketim eylemleri salt satın almayla alakalı değil. “Aynı zamanda geniş bir toplumsak deneyim bağlamında bireyler arası entegrasyonu sağlayan tüketim alışkanlıklarını ve etkinliklerini de kapsar” diyor Merle. Galeano’nun dediği gibi bana ne kadar tükettiğini söyle sana ne kadar değerli olduğunu söyleyeyim türünden açıklamalar kişisel değeri tüketim miktarıyla ölçen hileli tuzaklardan biri. Hüseyin Köse grup tüketim davranışlarının kavranmasına ilişkin geliştirilen modern ve postmodern yaklaşımlarla ilgili bir tabloya da yer vermiş kitabında. Bunun gibi başka tablolar da okurun zihnine ışık tutacak, taşları yerli yerine oturtacak türden. Bilgileri derli toplu bir şekilde sunmak ve belletmek açısından da işlevsel aynı zamanda. HAZ ODAKLI YAŞAM! Şovenist İnşa’nın son bölümlerinden biri hız çağında bir lüks haline gelen inzivayla alakalı. Artık herkes o kadar göz önündeki birbirinin o kadar burnunun ucundaki maalesef biraz mola vermek, köşeye çekilmek imkânsızlaştı. Medyada sık görünmek ontolojik bir kaygıya dönüştü. Bu da inzivayı bir ütopyaya dönüştürdü. Dennis Vase yalnızlığı inzivadan ayırır. İnzivayı arınma/ iyileşme şeklinde görüyor Vase, Hüseyin Köse’nin aktardığına göre. Vase’ye göre modern insanın yalnızlık hastalığı vardır.” Paradoksal biçimde en yakındakilerle ilişkiye girmek yalnızlığa katlanmaktan daha fazla adı verir ona” diye ekliyor. Fiziksel inziva değil aslolan zihinsel inziva ki uyaran bolluğunda böyle bir arınma mümkünâtını çoktan yitirmişe benziyor. Şovenist İnşa haz odaklı yaşayan, kendini neon ışıkları altına görmeye alışkın, gösterinin öznesi olmak adına tüketimin esiri haline gelmiş bireyin derinlik kaygısını yitirmiş bir dünyadaki tenha yaşamını gözler önüne seren bir yapıt. Sanal bir dünyada gerçeklik duygusunu nasıl yitirdiğimizi görmek adına okunması elzem bir kitap. Seyretmenin edilgenliğinden değiştirmenin etkin gücüne sıçramak için eşsiz bir kılavuz. Boşa geçen anların telafisi için okunması, tartışılması, üzerine düşünülmesi gerekir. Belki de mevcut inşanın üzerinde iyileştirmeler yapmak yerine topyekun yıkıp sil baştan inşa etmemiz gerekiyor, hem kendimizi hem de hayatı. Eskiden sahip olunan şeyler gizlenirdi, günümüzde artık sahip olmayan şeylere sahipmişiz gibi davranıyor yani simüle ediyoruz. İzleyici ne kadar çok seyrederse o kadar az yaşar, diyor G. Debord. Çünkü seyretmek edilgenleşmektir. Hüseyin Köse’nin Şovenist İnşa adlı kitabı bu seyretme halini kesintiye uğratan ve özgün düşünmeye imkân tanıyan çok yönlü ve titiz bir çalışma. n Şovenist İnşa/ Hüseyin Köse/ Ayrıntı Yayınları/ 416 s. K İ T A P S A Y I 1312 K analizini de görebiliriz. Satır aralarının satırlardan daha fazla şey anlattığı bir dünyada artık imgelerin mahkumu olan insanlar seyretme hastalığına tutulmuş durumda ve bu esaretin kökenlerine inmiş yazar. Örnekler o kadar bol ve çeşitli ki sandığımızdan çok daha fazla zincirle bağlıyız gösteri dünyasına. Üstelik gösteri artık beyaz ekranda, sahnelerde vesaire değil yaşamın her alanında ve daha vahimi zihnimizin içinde devam edip duruyor. Okuru akıl tutulmasından kurtaracak, zihin açıcı, ezberbozan bir dili var kitabın. Aynı anda bir çok yönden düşünen, değerlendiren ve zihnin ulaşabildiği tüm tefekkür alanlarını arşınlayan bir yazar Köse. Medya Mahrem: Medyada Mahremiyet Olgusu ve Transparan Bir Yaşamdan Parçalar, Flanör Düşünce: Arkaik Dönemde ve Dijital Medya Çağında Aylaklık, Bourdieu Medyaya Karşı, Medya ve Tüketim Psikolojisi gibi birçok çalışmaya imza atan üretken bir yazar aynı zamanda. “KAYBOLAMAYAN İNSAN” Enformasyon fazlalığı insanı daha iyi, daha çabuk, daha derin anlamaya yöneltmiyor maalesef, aksine bilgiyi, haberi ya da uyaranı daha hızlı içselleştirmemiz gerekiyor. Bu da anlamın iğdiş edilmesine yol açıyor. Köse, algıya hizmet eder gibi görünen medya ve iletişim araçlarının duyusal körlüğe nasıl yol açtığını özellikle Virilio’nun düşünceleri üzerinden anlatmış. Anı kaçırmamak için çırpınan bireyin bol uyaran karşısında yaşadığı zihin karmaşası içinden çıkılamaz bir hal aldığında gösterinin gönüllü bir katılımcısı değil aslında ret cevabı veremeyen bir davetlisi oluyoruz. Hızlı algılama bireyi unutuşa sürüklüyor. Algı ve unutma arasındaki mesafenin kısalması söz konusu. Algılamadan bireye kalan hiçbir tortu yok artık maalesef. Onaylanmak yegane amaç haline geldi. Anlamak ve anlaşılmaktan farklı bir boyutu var onaylanma isteğinin. Deneyim kazanmanın mümkün olmadığı, bireyin kendini sürekli N İ S A N 2 0 1 5 SEYRETME CİNNETİ Aslında sinema endüstrisinde de Babanın Yasası geçerli. Yani kadınların erkekler tarafından yönetilmesi, erkeklerin kadınlara, yaşlı erkeklerin genç erkeklere baskın olması. Hollywood erkek yaratıcılı ve erkek temelli bir endüstri. Sinemada erkek seyirci bakışın öznesi konumunda. İdeolojilerde de aynı durumu görmek mümkün. Dikizcilikten farklı olarak kullanılan bir kavram var: Skopofili. Bakmaktan alınan haz anlamına geliyor. Kitapta aslında skopofili olan insanların toplu olarak bir seyretme cinneti içinde nasıl sıkışıp kaldıklarının psikanalitik bir S A Y F A 1 8 n 9 bir devinim içinde güncelleme telaşı içinde bulduğu bir devirdeyiz. Edip Cansever’in “Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün/ o kadar çabuk o kadar kısa” dediği bir çağdayız. Herkes vitrinde olmaya can atıyor, inziva bilinci yok oldu, görünürlük anksiyetesi bir varoluş biçimine dönüştü. Birden çok uyaranın eşlik ettiği yaşamımız kendini gösterme sergüzeştinden ibaret. Köse, Şovenist İnşa’da işte bu “kaybolamayan insan”ın dramını gözler önüne seriyor aslında. Mahremiyetini yitirmiş bireyin trajedisi bu. Her şey gözünün önünde olup biterken körleşen, kendi sesinden başkasına kulağını tıkayan, arzuları devinim halinde, gösterinin istemsiz bir parçası olan ve algısı kendi insiyatifinin dışında şekil alan bir bireyin gönüllü sürgünü. Herkes birbirine o kadar yakın duruyor ki aslında kimse birbirini görmüyor. Aşırı yakınlık beraberinde uzaklaşmayı getiriyor. Fiziksel yakınlık düşünsel ve duygusal uzaklığa yol açıyor. Medya ve iletişim araçlarının bu uzaklaşmadaki rolü, etkisi irdeleniyor kitapta. Magazin programları da iğdiş edilen hayatların birbirine benzer pratiğini teşhir etme aracı ve medyada gitgide artarak yer kaplıyor. Postman’ın ifadesine yer vermiş yazar. Her tür söylemin üst ideolojisi diyor Postman. Toplum merak duyduğu, onayladığı sürece magazin figürlerinin yaşamları halkın gündelik rutinini meşgul etmeye devam edecek. Magazin figürleri insanoğlunun alter egosu hâline geldi. Kendini başkasının suretinde sınama, teyit etme ihtiyacı hasıl oldu. Onun gibi giyinmek, onun gibi makyaj yapmak, onun gibi konuşmak... Herkesin hayatında bir “O” var, kendisi yok. Subliminal reklamların alt metninde de bu boşluktan yararlanılıyor, aşk ve erotizm ise her daim iş yapıyor, hepimiz hayatlarımızı instagram, Twitter aracılığıyla “PR ediyoruz” aslında. Benlik algısını başkalarından bağımsız ve kendi iradesiyle geliştiremeyen insanoğlu hayatının her alanında yaşam koçlarına, ilişki uzmanlarına, da C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle