27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Filiz Aygündüz’den yeni roman Prenses kendini sevebilir mi? rilmiş bir Terminatör’e dönüşmesini konu alıyordu. Filiz Aygündüz’ün şehirli kadını ise daha başlığıyla Prens Prensesi Sevmedi “Sana Gül Bahçesi Vadetmedim” diyor: Bu kitapta bilinen şekliyle, romantik anlamda bir mutlu son yok. Baş karakterimiz, tüm olayları ağzından dinlediğimiz Deniz, başlangıçta 30 yaşında bir mimar, mesleğinde başarılı ama yüksek bir maaş bandında değil. Aynı zamanda hayattan haz duymakla ilgili problemler yaşayan, keyfi varoluşuna yediremeyen bir karakter: Kendisiyle tanışmamız, hayatı boyunca bırakın sarhoş, çakırkeyif bile olamadığı ve bunu deneyimlemek istediği için bir şişe viskiyi kapıp odasında tek başına, susuzbuzsuz bitirmesiyle gerçekleşiyor. Bu olayın bünyesinde pek tabii yarattığı tahribat yüzünden hastaneye gittiğinde, kendisi ve biz bu sefer romanın kaderini etkileyecek olan ikinci kişi, Ömer ile tanışıyoruz. ADETA RÖNESANS ADAMI... Ömer karakteri adeta bir Rönesans adamı şeklinde çizilmiş. Başarılı bir dahiliye doktoru olmasının yanı sıra sanatın her dalına ilgisi, bazı dallarına da yeteneği var: “Fırsat buldukça resim yapan, klasik müzik konserlerini kaçırmayan, kitapçılarda zaman geçirmeyi seven…” Bu karışıma CEO babası ve profesör annesini de eklersek, Doktor Ömer bey bir modern zaman prensi olaraktezahür ediyor romanda. Kendisi Deniz ile bir şeyler yaşamak istiyor ama bir şartla: “İlişki istemiyorum.” Bu noktada Deniz’e bir var oluş alanı açılıyor, o varoluş alanının dışına her çıktığında savaş vermesi gereken: Sadece haftasonları buluşulur, seks sonrası evde kalınmaz, birbirine sevgi sözcükleri edilmez... Deniz birlikte ne yaşadığını ya da ne yaşamak istediğini bilmediği bu adamla iki buhranlı yıl geçiriyor, sonrası yıllarca süren bir terapi. Terapist Mine Hanım’ın Deniz’e basit bir telkini var: “Kendinizi sevmek için başkasına ihtiyacınız yok.” Bu bakımdan roman bir anlamda prensesin kendini sevme yolculuğunu anlatıyor. Kitabı en ilginç kılan yön, doğrudan yargılamaya ve hüküm vermeye kalkışmaması. Bu anlamda janrın daha önce saydığımız örneklerinden farklı bir yerde duruyor roman. Birinci tekil şahıs anlatımı ile içine bir anlamda hapsolduğumuz Deniz, yaşadıkları ile ilgili oldukça saf bir bakış açısına sahip. Çektiği psikolojik sıkıntıları stoacı bir şekilde kabullendiğini söyleyemeyiz ama bu sıkıntılar için insanları suçlamaktan özellikle kaçınıyor. Örneğin, babasının Deniz’i daha 10 yaşındayken “yanlış” bir sokakta gördüğü için sırtında sopa kırana kadar dövmesini okurken bir isyan duygusu hissetmemek mümkün değil ama Deniz hissetmiyor. Bu durumu, Türkiye’de ataerkil toplumun yarattığı bir tür Stokholm Sendromu olarak tanımlamak mümkün. Deniz’in buhranlarının hem sebebi hem de panzehiri, bu yargısızlık, anlayış ve kabulleniş... Bir anlamda şehirli kadının kendiyle barışması. n Fotoğraflar: Muhsin AKGÜN Filiz Aygündüz’ün ikinci romanı “Prens Prensesi Sevmedi”, bir şehirli kadının kendiyle barışmasının hikâyesi. r Selay SARI ürkçede son birkaç yıldır revaçta bir tabir var: “Şehirli kadınlar”. Daha doğrusu, şehirli kadın tabiri hep kullanımdaydı elbette ama artık farklı bir anlam bütünlüğüne sahip şimdi. Sadece bir şehirde yaşayan bir kadın olmak, bu payeyi kazanmak için yeterli değil. Şehirli kadın, başka bir kişi ya da kuruma bağımlı kalmadan hayatını kazanabilen, en az lisans mezunu, bu ekonomik ve sosyal bağımsızlık durumu nedeniyle diğer hemcinslerinden farklı bir ahlak kuralları setini ve yaşam biçimini benimseyen ya da öyleymiş gibi gözüken kadını temsil ediyor. Bu şehirli kadın tipini onların gözünden anlatan bir edebiyat, Türkiye’de son beş yılda ancak var olabildi. Televizyon bu noktada edebiyattan daha hızlı davrandı diyebiliriz: Gülse Birsel’in 2004’te yarattığı “Avrupa Yakası” dizisinin baş karakteri Aslı, 2000li yıllar için Türkiye’de şehirli kadın modelinin tanımlayıcısıydı: Ekonomik özgürlüğe ve kariyerinde yükselme şansına sahip, erkeklerle iletişim kurmakta sıkıntı çekmeyen ama muhafazakâr yanları da olan bir genç kadın. Erkek arkadaşını aylarca despot ağabeyi başta olmak üzere ailesinden saklaması gereken, bu sırada o erkek arkadaşla cinselliği de tabu olarak gören, “evlenmeden olmaz”ı düstur edinmiş, adeta “iki cihan âresinde” kalmış bir varlık. Sonrasında blog kültürü, en ünlü temsilcisi Pucca olan, muhafazakârlık dozu televizyondakinden çok daha düşük bir şehirli kadınla tanıştırdı bizi. Bu şehirli kadın, cinselliğini özgürce yaşayabiliyor ancak herhangi bir ilişkisinde çıkan sorunlardan genelde karşı tarafı sorumlu tutuyordu: Özgürlük uğruna bir nevi erkek bakış açısını sahiplenmişti diyebiliriz. Yakın zamanda edebiyatta bu janrda en öne çıkan kitap, Şebnem Burcuoğlu’nun Kocan Kadar Konuş’u oldu. O kitap da aslında işindegücünde, kariyerindesosyal hayatında olan bir genç kadının, çevresinin telkinleri sonucu adeta evlenmek amacıyla dünyaya gönde T Prens Prensesi Sevmedi/ Filiz Aygündüz/ Doğan Kitap/ 292 s. 1309 1 9 M A R T 2 0 1 5 n S A Y F A 1 1 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle