27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Vedat Ozan'dan "Kokular Kitabı” ‘Kokuyu gündelik hikâyelerimize gömdüm’ Koku, nasıl bir uyaran? Sağlık başta olmak üzere pek çok alanda insanlığın gelişimini sağladığı kadar zamanla tersine de neden olmuş. Literatürdeki yeri ne? Hangi inanışları ve davranış biçimlerini yıkmış ve yenilerini yaratmış? Tarihteki en ilginç koku ritüelleri ne? Tüm bu soruların ve çok daha fazlasının yanıtı Vedat Ozan’ın, dört ciltlik çalışmasının ilki olan “Kokular Kitabı”nda. Çalışmasında konunun her cephesini kuşatıyor yazar; mitoloji, kültürel tarih, kimya, edebiyat, ekonomipolitik, psikoloji, gündelik hayat. Kitabının sıradaki üç cildi de parfüm, kültürel tarih, lezzeti ele alacak. Ozan’la “Kokular Kitabı” üzerine söyleştik. r Hande MİR atırladığınız ilk kokular neydi? Çok da keyif veren şeyler değil. Zorla içirilen ılık sütün kokusu misal. Sanırım hem yapmak istemediğim bir şeye zorlanmam hem de buna direnme çabamın faydasızlığını bana anımsattığı için. Kitapta bahsetmemiştim ama şimdi siz sorunca hatırladım: Bir de ilkokuldaki fasulye filizlendirme ödevinde, üzerine örtülen ıslak pamuğu kaldırdığımda kaptan yükselen koku son derece itici bir duygu yaşatıyor bana. Sonuçta kokuları biz, onlara ilk duyduğumuz an taktığımız etiketlerle hatırlıyoruz ve tekrar aynı kokuyu duyduğumuzda geri çağırdığımız bu etiketlerin üzerinde ilk duyulduğu andaki duygudurum da kalın harflerle yer alıyor. “KOKUNUN KENDİNE AİT BİR DİLİ YOK!” Yazma ve ders verme konusunda kokuyla hukuk nasıl başladı? Biraz takıntılı bir yapım var ve bir konu ilgimi çekince mevcut önceliklerimin altını üstüne getirerek gidebildiğim kadar üzerine gidiyorum. İlk önce “Ben nasıl koku tasarlarım?” ile başlayan merak, daha sonra “Ben bir koku yaptığımda verici oluyorum, acaba bunun alma süreci nasıl işliyor?” haline geldi ve her S A Y F A 1 0 n 1 9 parfüm veya yemek kokusu değil yani kapsadığı alan; hayatın her alanında var koku. Bütün deneyimlerimizi çoklu duyu uyaranlarıyla yaşıyoruz. İçtiğimiz bir kap kahveden aldığımız haz bile pek çok farklı duyu organımızdan gelen uyarıların toplamı. Bu deneyimlerinizi duyusal bir yapısöküme tabi tuttuğunuzda, insan ve toplum hayatında yer alan hiyerarşi, ötekileştirme, ayrıştırma, idealize etme, arzu imalatı ve benzeri pek çok durumun kokusal karşılığını da görebilmeniz mümkün. Çürük anlamına gelen “putris”in, önce “putrid”e, oradan da “fahişe” anlamındaki “puta” veya “putain”e dönüşmesi bunun ilk akla gelen örneklerinden. “KOKU, İKTİDARIN TAHAKKÜM ARAÇLARINDAN DA BİRİ” Tarihte insanların koku tipinin kaydedildiğini ve izlendiğini de inceliyorsunuz. Almanlar bunu da yapmış! Onu anlatır mısınız? Dönemin Doğu Alman Devlet Güvenlik Teşkilatı Stasi’de ilk örneğine rastladığımız bir uygulama. Bugün şunu biliyoruz; parmak izi gibi kendimize özel bir vücut kokumuz var, bu koku aynı zamanda biyokimlik belgemiz. Stasi’nin olası rejim muhaliflerini sorgu odalarına almak, onları ellerinin avuç içleri alta gelecek şekilde sandalyelere oturtup zor sorularla sıkıştırarak terlemelerini sağlamak ve daha sonra ter kokularının sindiği sandalye kaplamasını vakumlu kaplarda muhafaza ederek depolamak, yani fişlemek gibi bir uygulaması var. Daha sonra eğer vatandaş beklentiye uygun olarak bir rejim karşıtı eylemler içine girerse köpeklerle takibini yapabilmek için ellerinde bir “görünmez parmak izi” daha olmuş oluyor. Eldiven giyerek parmak izinizin kalmasını engelleyebilirsiniz ama vücut kokunuzun önüne geçme imkanınız yok ve Stasi de bundan yararlanıyor. Bu uygulamanın bir bölümünü Oscar ödüllü “Başkalarının Hayatları” isimli Alman filminde izleyebilirsiniz. Yıllar sonra aynı uygulamanın teknik olarak güncellenmiş bir benzerine G8 zirvesi sırasında tekrar rastlıyoruz. Devlet, vatandaşlarının hiyerarşik üçgenin yapısını bozmasına izin vermez. O üçgenin hep tepesi dar tabanı da geniş olmak zorunda. Bu üçgenin tepe noktasına yakın konumlanmış olan yönetim aygıtı da tabanı kontrol edebilmek için sürekli yeni yöntem ve uygulamalar arayışında. Koku, burada iktidarın tahakkümünü sürdürebilmesini sağlayan bir araç olarak kullanılıyor kısaca yani. Kokunun Nobel başarısı da var kitapta. Ondan da söz eder misiniz? 2004’te Karolinska Enstitüsü’nce verilen Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü’nü Richard Axel ve Linda B. Buck, burnumuzun iç üst yüzeyinde yer alan koku reseptörlerimizle algının bağlantısını inceleyen çalışmayla alıyor. Çok önemli bir çalışma aslında ve özellikle koku algısıyla ilgili araştırmacılara yeni kapılar açıyor. Bu arada biraz alakasız olacak ama Nobel ödüllerinin içinde “Barış Ödülü”nün de yer alması, ödülü veren Nobel Vakfı’nın kurucusunun dönemin en ünlü ve varlıklı silah ve patlayıcı tüccarı olmasıyla birleştiğinde oldukça ironik bir tablo çıkıyor ortaya. n Kokular Kitabı/ Vedat Ozan/ Everest Yayınları/ 390 s. K İ T A P S A Y I 1309 H şey orada koptu zaten. Okumak ve incelemek gibi keyifli bir dünyanın kapısını açtım ve ben içeri adım atınca da sanki kapı arkamdan kapanarak beni bu hazineyle baş başa bıraktı. Haliyle bu süreçte külliyetli miktarda veri depoladım. Bu verilerin paylaşımı da sırasıyla, yazmayı, Açık Radyo’daki programımı ve Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler Yüksek Lisans Programı’nda verdiğim “Koku ve Duyuların Kültürel Tarihi” dersini getirdi beraberinde. Kokuyla ilgili bir metin yazmak veya konuşmak neden kolay değil? Koku duyusunun kendine ait bir dili yok çünkü. Dolayısıyla “ağır”, “tatlı”, “sıcak” gibi başka duyulardan ödünç kelimeler, “taze biçilmiş çimen”, “terli koltukaltı” gibi benzetmeler ve geniş betimlemelerle aktarım yapmak zorundasınız. Bu nedenle biraz daha uzun ama keyifli bir yöntem tercih ediyor ve kokuları açıklamak için onları gündelik hikayelerimizin içine gömüyorum; “kokuyu içinde sunulduğu bağlam çerçevesinde algılarız” diyebilmek için oturup beş sayfa Mark Twain’i anlatıyorum. Bu, öğrenme sürecini keyifli, bilgiyi de uzun süre akılda kalır hale getiren bir ilişkilendirme oluyor haliyle. “PEK ÇOK EDEBİYAT ESERİNDE KOKUNUN BAHSİ VAR” Bu noktada kokunun literatürdeki yerine, bu konudaki külliyata geçersek... M A R T 2 0 1 5 Kitapta edebiyattan örneklere de yer veriyorsunuz. Kokuyla ilgilendiğimden bahsettiğimde aldığım tepki genelde Süskind’e (Patrick) atıfta bulunmak oluyor. Evet, Süskind Aydınlanma Dönemi’ni farklı bir gözle ele alan, benim de hayranlık duyduğum bir yazar. Ama bu, kapakta “koku” kelimesi yer almayan eserlerde kokudan bahis yok demek değil. Proust’un, Kayıp Zamanın Peşinde’sinde mesela, tüm o otobiyografik kurguyu başlatan anahtar, fincana batmış kekten yükselen koku oluyor. Keza Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sında algı yönetiminin araçlarından biri olarak üretilmiş bir koku orgunu görüyoruz. Gülayşe Koçak’ın distopik göndermelerle bezenmiş son romanı Siyah Koku’yu da bu çerçeve içinde değerlendirmeliyiz. Daha da eşelersek Oscar Wilde’dan Refik Halid Karay’a kadar pek çok yazarın eserinde kokuyla ilgili uyarı ve duygudurum tariflerine rastlayabiliyoruz. Bunları duyunun kendine özel yapısı gereği belki okurken ve okuduktan sonra pek hatırlayamıyoruz ama anlatının bütününü içselleştirmemizde önemli bir öğe oluyor o farkına varmadığımız koku olgusu. Herhangi bir bilişsel süzgeçten geçmeden dolaysız olarak bellek ve duygudurum işleyen beyin merkezinde, yani limbik sistemimiz içinde vuku bulan bir algıdan söz ediyoruz. Bu istemsiz duygudurum yaratma hali koku duyusunu önemli bir araç haline getiriveriyor. İlla C U M H U R İ Y E T Fotoğraf: Kaan SAĞANAK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle