04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Paşam dediği artık cumhurbaşkanı olan Evren’di tabii. Beklediğim bir soruydu: “Paşam ‘Cüneyt Arcayürek KuDeTa dizisi ile ne yapmak istiyor?’ diye sordu” dedi. “Hiç” dedim. “Hiçbir şey!” Kısa bir açıklamayla “KuDeTa, hayali bir adada geçen hayali olayları ve o olaylardaki kişileri anlatıyor” dedim. Ali akıllı çocuktur. Başka soru sormadı ve gitti. Evren’in Ali’nin benimle konuşmasını anlattığı zamanki tavrını sonra öğrendim. Ali, KuDeTa’nın hayali bir adada geçen hayali olayları ve kişileri mizahi bir üslupla anlattığını açıkladıktan sonra Evren, “Pekala” demiş ve konuyu kapatmış ama… Ertesi gün KuDeTa’yı hangi amaçla yazdığımı anlayamadığını söylemiş. Yeniden aynı konuşmayı yapmışlar. Ne ki ertesi gün yine aynı kuşkulu söylemleriyle KuDeTa’yı Ali’yle tartışmış! Sonradan Ali’ye, paşasındaki bu bir gün önce söylediklerini ertesi günü tamamen unutturanın ne olduğunu sordum. Tek bir sözcükle yanıtladı: “Çevre!” Köşk’teki KuDeTa ile ilgili tedirginliğin artık kapandığını sandığım bir gündü. Ankara’ya gelen İlhan Selçuk ile temsilcimiz Yalçın Doğan’ın odasında oturuyor; Hasan Cemal’in Evren’in basın toplantısından dönüşünü bekliyorduk. Hasan geldi. Toplantıda Evren’in söylediklerini şöyle özetledi. “Yine bizi fırçaladı!” Evren, “Cüneyt’in KuDeTa ile sanki bizi bekçi yaparak 12 Eylül’ü alaya aldığını anlamadık mı?” diye başlamış, ülkeyi büyük bir iç kargaşadan kurtaranlara böylesine hakareti sindiremediklerini söylemiş. “EVREN, ÇOK KIZGINDI, YÜZ YÜZE GELDİĞİMİZDE İSE LAFI ÇEVİRDİ!” KuDeTa’nın peşini bırakmaya niyeti yok yani. Anlaşılan oydu... Yeni davalar açılacak ve ben yine adliye koridorlarında olacaktım. Elle gelen düğün bayram dedim kendime. Menderes’ten beri alışık olduğumuz bir süreç! Fakat Evren’in Köşk’te bir hukuksal komisyon topladığını öğrendim. Sonuçta bir dava açarsak yargıç ‘bu kitapta geçen olayları ve baş bekçi diye anılan kişi Cumhurbaşkanı Evren mi’ diye sorarsa ‘evet’ diyebilir miyiz diye düşünmüşler ve bu nedenle dava açılmamasına karar vermişler. Buna karşın Evren kızgınlığını bir türlü frenleyemiyordu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ bir süre sonra emekli olacaktı. Üruğ’dan 12 Eylül’le ilgili yazacağım bir yazı dizisine yardım etmesini rica ettim. Soruları istedi, gönderdim. Bir süre sonra beni çağırdı ve dikkatle okuduğunu, ne yazık ki soruları yanıtlamasının olanaksız olduğunu söyledi. Paşa’ya oturduğu koltuğun arkasında asılı büyük Türkiye haritasındaki Güneydoğu bölgesini göstererek, “Bir süre önce Güneydoğu illerindeydim. Devlet buralara büyük yatırımlar yapıyor. Barajlar, su yolları, hidroelektrik santraller vesaire. O bölgenin insanları arasında dostlarım var: İçlerinden biri bana ‘Bu yatırımları şevkle heyecanla bekliyor ve izliyoruz’ dedi. Neden mi? Zira bu topraklar bizim. Yer altı zenginliklerimiz var. Batman’da yılda 300 bin ton petrol üretiyoruz. Barajlar hidroelektrik santralleri ve ürettiğimiz petrol bize yeter! Bayrağımız hazır. SıC U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I gitmiş. Üruğ konuşma sona ererken Uğur’a “Telefon konuşmalarınıza dikkat edin” demiş. Uğur “Sorun nedir?” diye sorunca, neden olarak telefonda o sırada devlet başkanı cunta reisi Evren için “sapla samanı birbirine karıştırıyor” denilmesini, göstermiş. Uğur da paşaya “Ben böyle bir konuşma yapmadım telefonda” deyince Üruğ, “Siz değil arkadaşınız” demiş. Arkadaş da bendim. Kısacası yıllardan beri telefon dinlemelerinde teknik dışında hiçbir şey değişmedi. “ASKER VESAYETİ GİTTİ SİVİL VESAYET GELDİ!” KuDeTa’yı otuz yıl sonra devam ettirmenizin nedenine dönersek. Ah evet. Açıklayayım: Benim gibi Türkiye’de insan haklarına dayanan, laik sosyal hukuk devleti Atatürk cumhuriyetini savunmayı ilke edinen bir gazeteci olarak şu söyleyeceğimi belki çoğu kişi yadırgayacaktır ama asker gücüyle sağladığı zorba yönetimle, bugün ülkenin kaderini elinde tutan siyasi kadro ve lideri arasında fark yok! Evren zorba ve baskı rejimini demokrasiye paydos dediği süreçte uyguladı. Bugün demokrasi şemsiyesi altında iktidar lideri zorba ve baskıcı bir rejim uyguluyor. Hani şöyle özetleniyor bu tablo: Asker vesayeti gitti sivil vesayet geldi! kın oylarıyla halka hükmetti. “TÜM DİKTAMENLER GÜN GELİR ÇUVALLAR” Kitapta bizzat Big Chief’in (büyük şefin) veya resminin önünde sağ elleri kalpleri üzerinde sol kollarını sola doğru, dimdik yere paralel selamlayanlar da faşist bir yönetimi ve şefini anlattığınız izlenimi veriyor. Haklısın. Zaten muradım Hitler rejimini andıran bu selam şeklinin Big Chief döneminde ada’da faşist bir baskı yönetiminin işareti olduğunu anlatmaktı. Dediğiniz gibi nümayişler, direniş işaretleri “Ada”da durmayacak gibi. Elbette durmayacak. Diktamen de çuvallamaya başlamış gibi! Tüm diktamenler gün gelir çuvallar. Nihayet ikide bir dünya nimetlerinden yakınıyormuş, görevleri zoraki kabul ediyormuş gibi, gideceğimiz yer iki metre çukur neden derler? Hemen tüm diktamenler ülkelerine refah getirdiklerini veya getireceklerini söyleye söyleye yıllarca zorbalık yaptılar ve bir gün... “BU ÜLKE YİNE BİZİM, ÖZGÜR VE GERÇEK DEMOKRAT OLACAK” Didik didik edilen hayatın, bir bir güme giden özgürlüklerin trajikomik anatomisi KuDeTa. Su gibi okunuyor. Olanı biteni, kıskaçları özünden veriyor. Sakınmıyor sözünü ve yine korkmuyor gözü. Teşekkür borçluyum bu saptamalarına. Gazetemdeki köşemde bir yazımda da yeri ve gereği geldi Diktamen’den korkmadığımı yazdım. Neyim vardı ki korkacak? Diktamen savcılarına yargıçlarına emir verir, nihayet en son yapacakları beni içeri tıkmak olabilir. Ne demiş Nâzım yıllarını geçireceği Bursa hapishanesinin kapısı önünde: “Duvarlarınız bana vız gelir vızz!” Ada’dan ayrılan gazetecinin son kertedeki yargısı nedir? Bu son diktamen de başımıza geldi ama… Bu da gün gelecek gidecek! O gün; ben kitapta ada diyorum siz Türkiye diyebilirsiniz; bu ülke yine bizim, özgür ve gerçek ileri demokrat olacak! n [email protected] KuDeTa, Ada’da Son Darbe/ Cüneyt Arcayürek/ Kırmızı Kedi Yayınevi/ 144 s. “Otuz yıl sonra adada yeni bir darbe başlığı altında üstelik demokratik bir dönem yaşandığı iddia edilen bir süreçte yeni bir KuDeTa kitabı yazmaya gerek gördüm çünkü o kadar çok şey değişmedi ki!” nırlarımız belli. Bir de İskenderun’dan denize çıktık mı tamamdır” dedim. “Bu söylediklerinizi Cumhurbaşkanımıza anlatır mısınız?” dedi. “Cumhurbaşkanı KuDeTa’dan beri bana kırgın, kızgın, beni kabul etmez” dedim. “O zaman izin verir misiniz, sayın Cumhurbaşkanına, ‘Arcayürek bana ilginç şeyler anlattı. Bir de siz dinler misiniz’ diye sorabilir miyim” dedi. “Nasıl münasip görürseniz,” dedim. Birkaç gün geçti geçmedi Baransel, “Paşam seni şu gün şu saatte bekliyor” diye telefon etti. Gittim, Evren çalışma odasında ayağa kalktı. Elimi sıktı. Yer gösterdi. Oturdum. Hemen konuşmaya başladı. “Üruğ’a KuDeTa nedeniyle size kızgın ve kırgın olduğumu söylemişsiniz. Nereden çıktı bu. Böyle bir şey yok!” dedi. Şaşırdım. Lafı çevirdi. “Üruğ Paşa’ya ilginç bir şeyler söylemişsiniz. Nedir bunlar” der gibi baktı yüzüme. Üruğ’a söylediklerimi yineledim. Dinledi. “Bunların hepsi hayal” dedi. Bugün hasta yatağında olmasa, konuşabilsek dün hayal dediklerinin bugün gerçekleştirilmeye çalışan gelişmeler olduğunu kendisine anımsatabilirdim. “HEMEN HER DÖNEMDE TELEFONLARIN DİNLENDİĞİNİ GÖZLEMLEDİM” Gazeteci yazdı, yazacak… KuDeTa da yazılamaz sanılanların yazılması.. Çok iyi özetledin ilk KuDeTa’yı, beni yazmaya iten ruh halimi. 1985’in koşullarında ilk KuDeTa’yı yazdınız. Aradan tam otuz yıl sonra üçüncü KuDeTa’yı yazma nedeniniz de en az ilki kadar önemli. Otuz yıl sonra adada yeni bir darbe başlığı altında üstelik demokratik bir dönem yaşandığı iddia edilen bir süreçte yeni bir KuDeTa kitabı yazmayı gerek gördüm çünkü o kadar çok şey değişmedi ki! Bugün haklı olarak siyasal, toplumsal fırtınalar koparan telefon dinlemeleri mesela. Meslekte altmış yılımı tamamlamak üzereyim. Bu altmış yıl boyunca hemen her dönemde telefonların dinlendiğini örnekleriyle gözlemledim. Mesela bir gün rahmetli aziz dostum Uğur Mumcu aradı. Galiba dışarı çıkması engellenmeye çalışılan Aziz Nesin’e pasaport verilmesi için o sırada önemli bir görevde olan Üruğ Paşa’ya 1308 “Hemen tüm diktamenler ülkelerine refah getirdiklerini veya getireceklerini söyleye söyleye yıllarca zorbalık yaptılar ve bir gün...” Türkçesi ha Ali ha Veli! Bugün dünden daha da kötü. Hiç değilse Evren döneminde demokrasinin askıya alındığını, ne medya ne de başka özgürlüklerin söz konusu olamayacağını biliyorduk. Ama bugün? Demokrasinin varlığından sürekli söz eden medyanın; toplumsal toplantı ve söz hakkının alabildiğine özgür olduğundan, işine geldiğinde insan haklarından sosyal adalet ve hukuk devletinden söz edebilen, demokrasiyi nasıl bir demokrasi ise keyfine göre yorumlayan bir yönetimin emrindeyiz. Bu genel kıyaslama ve değerlendirmeye bakarak 12 Eylül Türkiye’si ile sözde demokratik 2015 Türkiye’sini ve yönetenlerin icraatını dikkate alarak ilk ve otuz yıl sonraki KuDeTa’daki anlatımlar arasında içerik açısından da hiçbir fark göremiyorum. İlk kitaptaki 1980’in baş bekçisi Sakret (Diktamen) ile son kitaptaki Big Chief (Diktamen) arasında ayırım yapamıyorum. Biri demokrasiye kıyarak, öteki sözde demokrasiyi koruyarak insanların en tabii ve anayasal özgürlük haklarına ya el koydu ya da kısıtladı. Özetle: Biri askerle diğeri hal1 2 M A R T 2 0 1 5 n S A Y F A 2 1
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle