03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mustafa Oğuz’dan “Hayata Vefa” Dostluk, vefa, çalışma ve yaşama aşkı Mustafa Oğuz’un romanı, Cumhuriyet’in yetiştirdiği ve Cumhuriyet’e gönül vermiş en sıra dışı işadamlarımızdan birinin sıra dışı yaşamını anlatıyor. r Tolga MERİÇ kuduğumuz bazı hayat hikâyeleri bizi öylesine derinden etkiler ki, o hayatların henüz yazılmamışken bile edebiyata ait olduklarını ya da zamanı geldiğinde yazılsınlar diye yaşandıklarını hissederiz. Ve tabii, edebiyat söz konusuysa, aktarılan hayatın kendisinden ziyade, o hayatın nasıl anlatılmış olduğundan etkilendiğimizi de biliriz. Dolayısıyla, kimi insanların, bu dünyaya yazmak için doğduklarını da sezeriz. Mustafa Oğuz, “Hayata Vefa” adlı anı romanıyla, hem hayatı hem de kendisi hakkında, bu iki hissi birden geçiriyor okura. Anı romanını okuyunca anlıyoruz ki, gerçekten de edebiyata ait bir hayat sürüp eninde sonunda yaşamını yazsın diye doğmuş adeta. Zaten, romanın açılış sayfasındaki “Kitaplarla ve Coşkuyla” adlı bölümde de bunun ilk ipuçlarını buluyoruz: “İnsanlarla kitaplarda ve coşkuda buluşmak istedim. Kitaplar okumak ve sevdiğim kitapları yaptırdığım özel basımlarla dostlarıma armağan etmek bana hem hayat coşkusu verdi, hem de hayata duyduğum coşkuyu ifade etme biçimlerimden biri oldu. Şimdi kendi hayatımı yazmak istediğim bu kitap da, aynı coşkunun hiç bitmediğinin, çoğalarak sürdüğünün, ölene kadar da bitmeyeceğinin sanırım yalın bir sonucu ve belki de o büyük coşkunun en alçakgönüllü hali.” larına odaklanmıyor. Kendine edebi bir bütünlükten bakıyor ve hayata duyduğu vefayı hatırlama sanatına dönüştürüp yazıya dökerken yaşama sanatının da sırlarını paylaşıyor. Mustafa Oğuz’un dostluk, vefa, çalışma ve yaşama aşkıyla örülü hayatı, 1939 yılında, Konya’nın Bozkır ilçesinin Üçpınar Nahiyesi’nde, 2565 rakımlı Haydar Dağı’nın eteklerinde başlıyor. İlk yaşlarında, Toroslar’ın görkeminde kendini ve hayatı anlamaya çabalarken, gücünün yettiği her işi üstlenerek çalışmanın insana katacağı terbiyeyi ve yaşama coşkusunu kavrıyor: “Köyümüz hayatın ve insanlığın Mustafa Oğuz Haşhaş Mağazaları’nda işbaşında, 1959 ya da 1960. Altta ise özeti gibiydi. Hayat Alaaddin Tepesi’nde çekilmiş bir fotoğraf, muhtemelen bir pazar günü. köy demekse, insanlık da çalışmak demekti köyde. Köyüm insan gibi insan unutamamışsınız,” diyor. olmanın, üretmenin ve çalışmanın, hayata Ve hemen ardından şimdiki zamana ve ölüme meydan okuyan o kadim sıratlayıp özeleştirisini de yapıyor: “Beni rından, o onurlu terbiyesinden geçirmişti bugünlere getirecek ilk yıllarımda kimse beni. Hayatın çalışmak demek olduğunu, benden o kadar çok çalışmamı istemeçalışmamanın hayat değil ölüm olduğumişken kendimi çalışma aşkına öylesine nu, sevgili köyüm sayesinde farkına bile kaptırmıştım ki, çocuğumu anaokulunda varmadan, sanki kendi unutuyordum. Şu hayatta çocuğumu kendime öğreniyor; elinden tutup sinemaya götürebilmek çalışmayı hayatımın bir için tek bir gün ayırabilecektim sadece. parçası haline getirdikBabamla benim ilişkime göre benim çe, ben de hayatın bir çocuklarımla ilişkim fersah fersah ötede. parçası haline geliyorAma çocukken onlara vakit ayırmadıdum,” diyor. Fakat taşıdığı hayat coşkusunu çalışmakta bulurken nelerle yaralandığını da atlamıyor. Dönemin aile yapısındaki mesafelerden kaynaklanan bir utangaçlığa kapıldığını anlatıyor. Bu utangaçlığı belki de dağlardan aldıklarını söylüyor. “Bir hayata doğuyorsunuz, bir ana babanız oluyor, ama size dokunmuyorlar bile. Sonra babanız sizi ilkokula götürdüğü ilk gün elinizden tutuyor. Ondan önce sizi kucağına almış mı, sevmiş mi, başınızı okşamış mı, hatırlamıyorsunuz. Ondan sonrasıysa zaten yok. Ama sizi ilkokula götürürken elinizden tuttuğunu bugün artık yetmiş üç yaşınızdayken bile hâlâ “Hayata Vefa”, Cumhuriyet’e gönül vermiş işadamlarıhatırlıyorsunuz. Hiçbir zaman mızdan birinin, Mustafa Oğuz’un kitabı. M A R T 2 0 1 5 O ğınızda sizi tam olarak sevemediklerini kendimden biliyorum. Ne tuhaf! Sevgi ve sevgiyi gösterme konusunda çocuk yanım ana babamdan, yetişkin yanımsa çocuklarımın karşısında kendimden ötürü yaralı.” Utangaçlığından ötürü köy meydanına annesinin 25 kuruşluk teşvikleriyle ancak çıkabilen Mustafa Oğuz’un, kişiliğini bulup hayat sahnesine çıkması, dönemin en büyük tekstil ve manifatura dağıtıcısı Ahmet Haşhaş Mağazaları’nda çalışmaya başlamasıyla mümkün oluyor. Ahmet Haşhaş, o dönemde Sakıp Sabancı’larla boy ölçüşen bir iş adamı. Mustafa Oğuz’un Ahmet Haşhaş’ın çalışma terbiyesinden geçerek kişiliğini ve özgüvenini kazandıktan sonra Konya meydanında Muhasip Mustafa olarak dolaşmaya başlaması ise, tıpkı daha öncesinde Konya Ticaret Lisesi’ne girişi gibi, karşısına çıkmış hayati tesadüflere tereddüt dahi etmeden “Evet!” diyebilmesiyle ilişkili. Fakat sonrasında, başında esecek kavak yelleri de dinince, mesleğinin zirvesindeyken, hem yüksek öğrenim görme isteği hem de gelişen siyasi bilinci Konya’yı tüketmesine yol açıyor ve Ankara’ya gitme kararı alarak hayatını bir kere daha kökten değiştirip kendisini bugünlere getiriyor… ÖDENEN VEFA BORCU Kitabın en başarılı yönlerinden biri, üzerine dünyadaki ilk hayallerle birlikte çentik atılmış bir taşa, çocuklukta emek verilmiş bir üzüm bağına, bir Atatürk posterine, ilkokulda dağıtılmış bir CHP rozetine, sabahın ilk saatlerinde yükselen ve okulda başarı sağlayan iğde ağacının kokusuna, içilmiş içkilere ve söylenmiş şarkılara, adam öldürdüğünü söyleyen soğukkanlı katillere ve zenginlik vaat eden şizofren düzenbazlara, aşkın yarattığı melankoliye ve şiirlere, bir ala inekten acı bahara, bu dünyayı terk etmiş ama çok sevilmiş akrabalarla hâlâ hayatta olan öğretmenlere, gözyaşları ile kahkahalara, çalışırken öğle yemekleri yerine geçen helva ekmeğe, binilmiş bir bisikletle takılmış bir kol saatine, Aydınlanma Devrimi’nin köklerinin bireylerdeki yeşerişine ya da Toroslar’ın suyuna bile vefa borcunu ödemiş olması… Bir eczane çırağına, sigara ve erkeklerle söylediği sözle zihinde kalmış bir kadına, bir ilkokul arkadaşının “Kaleminden kan damlayacak!” diyen babasına, doğan kuzuları müjdeleyen bir köylüye ve sayısız kişiye aynı şekilde yaklaşılması kitapta... Romanlar tam da bu detaylarla roman oluyor... Vefa, bütün bunların hepsiyle birlikte gerçek anlamını buluyor... Ve kitap, adını gerçekten de hak ediyor... “Hayata Vefa”, Cumhuriyet’in yetiştirdiği ve Cumhuriyet’e gönül vermiş en sıradışı iş adamlarımızdan birinin sıradışı bir yapıtı. Okurken, hiç benzemese bile, kendi hayatınızı da okumuş gibi oluyorsunuz. Bir hayatın ve kişiliğin nasıl edebiyat eserine dönüştürülebileceğini görüyorsunuz… Çünkü hayatın coşkulu ve hüzünlü özünü, aslını, yani edebiyatı buluyorsunuz bu romanda… Okuduktan sonra da, bir daha unutamıyorsunuz…n Hayata Vefa/ Mustafa Oğuz/ Cinius Yayınları/ 382 s. K İ T A P S A Y I 1308 SIRADIŞI KİŞİLİK Mustafa Oğuz’un, ecza depoculuğunda 50’nci yılını doldurmuş, ilaç sanayinin duayenlerinden biri oluşu, iş adamlarının kitaplara mesafesini ya da ilgisizliğini bildiğimizden, okuduğumuz bu açılışı sıradışı kılıyor. “Karşımızda nasıl bir iş adamı var ki, hem kitap okumaya hem de sevdiği kitapları özel basımlarla gönüllü bir yayıncı gibi dağıtmaya tutkun?” diye soruyoruz kendimize. Sonra da, anı romanını okudukça, asıl sıradışı olanın, kendisi ve hayatı olduğunu kavrıyoruz. Bu sıradışılığı kendisine ve hayatına katanınsa, edebi duyarlılığı ve bakışı olduğunu anlıyoruz. Çünkü Mustafa Oğuz, belli başlı iş adamlarının yayımlanmış kitaplarından farklı olarak, sadece iş hayatının dinamiklerine ve başarının sırS A Y F A 1 6 n 1 2 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle