23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CEHALETİN DOLUDİZGİN EYLEME GEÇTİĞİ BUGÜNLERDE GÖNÜLLERE ŞİİR SERPELİM Türkçenin nabzının attığı çeviriler Benim gözümde, Türk şiiri diyemesek de Türkçe yazılmış şiirin ayrılmaz birer parçası bu çeviriler artık. B elgesel ozanı Joris Ivens’ın 1957’de çektiği “Seine Nehri Paris’e Rastladı”yı yıllar önce Sinematek’te izlemiştik. Jacques Prévert’in filmin yanı sıra bir nehir gibi akan şiirini Serge Reggiani’nin sesinden dinlemiştik. Gerçeküstücülükten beslenip Kilise’yle, savaşla, aptallıkla, Melih Cevdet Can Yücel ikiyüzlülükle dalgasını geçen Prévert’in “Serbest Mahalle”sini Sabahattin Eyuboğlu’nun Türkçe/ Ezilmiş, horgösinden kendi sesinizle okuyabilirsiniz: rülmüş el emeği, “Asker kasketimi kafese / Kuşu başıgöz nuru, / Ödlekma koyup çıktım / Ne o? dedi kumanler geçmiş başa, dan sokakta / Selam vermek yok mu derken mertlik artık? / Hayır, dedi kuş; / Selam vermek bozulmuş, / Değil yok artık. / Ben var sanıyordum da. / mi ki korkudan Zararı yok, dedi kuş, / İnsan dediğin dili bağlı sanatın, / yanılabilir.” Değil mi ki çılgınlık Cevat Çapan’ın olağanüstü çevirisahip çıkmış düleri arasından bir seçim yapmak çok zene, / Doğruya Oktay Rifat zor; ama yine de, şiir sanatının başsız doğru derken eğsonsuz zamanında İÖ 1. yüzyıla uzanıp riye çıkmış adın, / Epikurosçu şair Philodemos’ta karar Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e kılabiliriz. Sevgilisinden yakınıyor Philo/ Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan demos, alaycılığı elden bırakmadan: geçtim ama / Seni yalnız komak var, o “Demek ‘biricik sevgili’nim ben senin. koyuyor adama.” / Öyle diyor gözyaşların, titreyen elin. “AYIRDINA VARIŞ” / Herkes gibi kıskanıyorsun, istediğini bilen / Bir âşığın öpüşleri, öpüşlerin. Orhan Veli’nin özellikle Ömer / Gene de anlıyamıyorum bir türlü, / Hayyam’dan, Mevlâna’dan yaptığı ‘İşte seninim, gel, beni al’ desem, / çevirileri ilk okuduğumda, ne yalan Homurdanıp öksürüp bir başka güne söyleyeyim, çok şaşırmıştım.  Ama bu bırakıyorsun. / Âşık mısın, milletvekili ilk şaşkınlık giderek bir “ayırdına varış”a mi, hemşerim?” dönüşmüştü: Ölçülü uyaklı şiiri yerle bir eden, şairaneliğe sırt çeviren bir şairin Yıllar önce “Bahar Noktası”nı ölçüye uyağa da, şairaneliğe de aslınOkuyanus’tan yayımlarken, bırakın da ne kadar vâkıf olduğunun ayırdına “Çeviren”i, “Türkçe söyleyen” demekvarışa… ten bile vazgeçmiş, kitabın adının altına Adana’da düzenlenecek Rakı “William ShakespeareCan Yücel” yazFestivali’nin valilikçe engellenmesinden mıştım. Shakespeare’in 66. Sone’sinin sonra, Orhan Veli’nin çevirdiği bir Ömer Türkçesi, Can Yücel’in çeviride sınır Hayyam rubaisini alayım dedim buraya: tanımazlığının en güzel örneklerinden “Mey kâsemi kırdın yere vurdun Tanbiri değil midir? rım / Zevkimden edip sanki ne buldun Bu soneyi seçmemin bir nedeni de Tanrım / Gül rengi şarâbım yere döktün günümüze pek yakışması elbette: tekmil / Zannım o ki sen de sarhoş ol“Vazgeçtim bu dünyadan, tek ölüm dun Tanrım.” paklar beni, / Değmez bu yangın yeri, Martialis’i, yıllar önce, bir başka Garip avuç açmaya değmez. / Değil mi ki çiğşairinin, Oktay Rifat’ın Türkçesinden nenmiş inancın en seçkini, / Değil mi ki tanımıştım. Roma imparatorluğunun yoksullar mutluluktan habersiz, / Değil başlangıç yıllarında yaşamış özgür bir mi ki ayaklar altında insan onuru, / O yurttaşmış, ama Kelt ve İber soyundan kızoğlankız erdem dağlara kaldırılmış, Cevat Çapan sun, Vakerra.” Ama Martialis de bizi, bu ağır taşlamalardan çok farklı şiirleriyle şaşırtıverir. “Bir kehribar parçasındaki arı için” yazdığı dizelerde olduğu gibi: “Gizlenmiş, parlıyor kehribarda, / Sanki balındaymış gibi sarı. / Bu mutlu, bu ölümsüz ölümü, / Kendi seçmiş olmalı bu arı.” Bu seçkide Behçet Necatigil’i unutmam olanaksız. Savaş kırgını Borchert’in “Düşlerde Fener Olmak” şiiri, Necatigil’in Türkçesinde bizden bir şiir olur çıkar: “Ben ölünce / hiç değilse / bir fener olsam, / kapında dursam, / soluk donuk geceyi / aydınlığa boğsam. // Ya da limanda / gemilerin uyuduğu zamanda / gülürşürken kızlar / uyumasam, / dar kirli bir kanalda / bir yalnıza göz kırpsam. // Daracık bir sokağa / assalar beni / teneke, kırmızı bir fener / bir meyhane önünde / dalgın düşüncelerle / tempo tutup şarkılara / sallansam. // Ya da şöyle bir fener / gözleri büyümüş bir çocuğun yaktığı, / duyup da korkunca çevresinde yalnızlığı; / dışarda camlarda / fırtınanın ıslığı, / kâbuslar, görüntüler, cinler. // Evet, hiç değilse / ben ölünce / bir fener olsam; / tek başıma geceleri, / uykulardayken dünya, / gökte ayla senli benli / sohbete dalsam.” YARATICI DİZELER Ve son olarak dillerde söylence olmuş bir şiir çevirisi. Melih Cevdet Anday’ın Edgar Allan Poe’dan “Annabel Lee” çevirisi. Aslına daha “sadık” çeviriler yapılmış olsa da hep yaşayacak bir çeviri. Niçin? Melih Cevdet aslına “ihanet ettiği” için! Hele şiirde çevirinin güzeli sadık, sadığı ise güzel olmadığı için! “Senelerce, senelerce evveldi; / Bir deniz ülkesinde / Yaşayan bir kız vardı, bileceksiniz, / İsmi Annabel Lee; / Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten / Sevmekten başka beni. // O çocuk, ben çocuk; memleketimiz / O deniz ülkesiydi, / Sevdalı değil, karasevdalıydık / Ben ve Annabel Lee; / Göklerde uçan melekler bile / Kıskanırlardı bizi. // Bir gün, işte bu yüzden göze geldi / O deniz ülkesinde, / Üşüdü rüzgârından bir bulutun / Güzelim Annabel Lee; / Götürdüler el üstünde / Koyup gittiler beni. // Mezarı oradadır şimdi, / O deniz ülkesinde. // Biz daha bahtiyardık meleklerden, / Onlar kıskandı bizi. / Evet! Bu yüzden şahidimdir herkes / Ve o deniz ülkesi. / Bir gece bulutunun rüzgârından / Üşüdü gitti Annabel Lee. // Sevdadan yana, kim olursa olsun, / Yaşça başça ileri, / Geçemezlerdi bizi; / Ne yedi kat gökteki melekler, / Ne deniz dibi cinleri, / Hiçbiri ayıramaz beni senden / Güzelim Annabel Lee; / Ay gelir ışır, hayalin irişir / Güzelim Annabel Lee; / Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar / Güzelim Annabel Lee; / Orda gecelerim, uzanır beklerim / Sevgilim, sevgilim, hayatım, gelinim / O azgın sahildeki, / Yattığın yerde seni.” Benim gözümde, Türk şiiri diyemesek de Türkçe yazılmış şiirin ayrılmaz birer parçası bu çeviriler artık. Bu yaratıcı dizelerde, aslını yazanlarla çevirenler halvet olmuşlar; o kadar ki Türkçenin nabzı atar olmuş şiirlerde… n Sabahattin Eyuboğlu gelmekle övünürmüş. Ansiklopediler, iğneleyici epigramlarıyla tanınırdı, diyor; ama Martialis’in iğnelerine çuvaldız demek Orhan Veli daha doğru belki de. Kimleri mi iğnelemiş? Devlet görevlilerini, yazar ve şairleri, avukatları, hekimleri, züppeleri, şimdilerde bizde de orada burada arzı endâm eden gurmeleri… Bazıları Martialis’i “açık saçık” bir dil kullanmakla eleştirmiş olsa da, bunun, onun yergilerinin acımasızlığından kaynaklandığı, olsa olsa bazen mizahı inceden kalına doğru yonttuğu söylenebilir. Örneğin: “O suyu kirletmeye kıçın yetmez, / Kafanı daldır, Zoilus, kafanı!” Bir dostundan borcunu ödemesini isterken, yargıçlar, avukatlar da payını alır Martialis’in attığı taşlardan: “Yargıç para ister, avukat para; / İyisi mi Sekstus, borcunu öde.” Martialis’in dizeleri, şiirin gücü ile hayata bakışın evrenselliğini bütünleştirerek ölümsüzlüğe erişir. Vakerra’ya fırlattığı yergi okları, bugün de pek çoklarını yüreğinden vurur: “Curnal yaz, kara sür, çanak yala, / Yalan dolan, türlü madrabazlık, / Yine de meteliğe kurşun at. / Beni şaşırtıyor 6 3 Aralık 2015 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle