28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Henry Miller’dan “Marousi’nin Devi” Özgürlük ve barışa Henry Miller, “Marousi’nin Devi”nde yıllar sonra yaptığı Yunanistan gezisinde yaşadıklarını, bu gezinin kendisine hissettirdiklerini anlatıyor bize. Yunanistan’ı arşınladığı, beraber yiyip içtiği insanlar da yazar olunca Miller’ın edebiyat ve sanat hakkındaki görüşlerini de bulabiliyoruz kitapta. Miller’ın yaşadıklarına dair çok söz söylenebilecek olsa da kitap bittiğinde aklımızdaki iki kelime diğerlerinden daha çok yer kaplıyor: Özgürlük ve barış. diklerine dair çok söz söylenebilecek olsa da kitap bittiğinde aklımızdaki iki kelime diğerlerinden daha çok yer kaplıyor: Özgürlük ve barış. Kitabın hemen başında, Amerikan rüyasının peşine takılmak isteyen Yunanlılara verdiği tavsiyelerde Miller, gördüğü ve yaşadığı, Knut Hamsun’u, Edgar Allan Poe’yu ve tabii ki kendisine iyi davranmayan Amerika’yı anlatır. Bir rüyanın peşine takılmış insanların hevesini ve cesaretini kırmak için çaba sarf etmeden, yaşadığı ve bildiği Amerika’nın portresini çizer. Bununla da yetinmez ve Amerika’yı Olimpos’un tepesine çıkaran insanları anlamaya çalışır. Bu idealin neyin ürünü olduğu ya da gerçekliğinin boyutu değildir onun uğraşı, onun var olmadığından, bir masal ülkesi kadar gerçek dışı olduğundan emindir; anlamaya çalıştığı, insanların bu ideale biçtiği değer ve bunun altında yatan sebeplerdir: “Ülkelerinde hayat olmadığını söylediler. Hayat ne zaman başlar? Bunu öğrenmek istedim. Amerika’nın, Almanya’nın ya da Fransa’nın sahip olduğu her şeye sahip olduklarında başlayacağını söylediler. Hayat eşyadan ibaretti anladığım kadarıyla, daha ziyade makinelerden. Parasız bir hayat olanaksızdı; giysilere, güzel bir eve, radyoya, arabaya, tenis raketine falan ihtiyaç vardı. Amerika’ya tam da bu gibi şeyler bana bir şey ifade etmediği için sırtımı döndüğümü söyledim. O güne dek tanıdıkları en tuhaf Amerikalı olduğumu söylediler.” SEFALETİN İÇİNDE IŞIĞI ARAMAK Yazarın değindiği, aslında kaçtığı her şeyin bir özetidir de. Henry Miller adlı şarkının nakaratı, sorumluluktan kaçmanın özgürlüğü, mülkiyeti reddetmenin mutluluğu nasıl getirdiğine dair olacaktır muhtemelen. Bu yüzden hareket halindedir Miller: İnsanın ne kadar az şeye ihtiyaç duyarsa, o kadar mutlu olabileceğine inanacak kadar deli olan yazar, savaşın karanlığının tüm dünyaya çökmek üzere olduğu yıllarda, iç huzurunu bulabilmek için bir ışığın peşine düşüyor. Aradığı şey, tam olarak manevi bir tatmin; silahların gölgesinin yansımadığı, doğa ile iç içe olabileceği, tüketimden ve onun yarattığı insanlardan uzak bir diyar. Kitapta da bahsettiği yazar Whitman gibi ya da Emerson ve Thoreau gibi, hayattan ve geleceğin korkutucu imgesinden uzaklaşmak için bu topraklarda Miller. Gerçek zenginliği Yunanlıların arasında, dostlarıyla kurduğu içki masalarında buluyor. Bu masalardan birinde, kendisine sorulan “Yunanistan’ı neden bu kadar çok seviyorsun?” sorusuna yazarın verdiği yanıt, “ışık ve yoksulluk yüzünden” oluyor. Korkunç yoksulluğun ve acının orta yerinde, her şeye rağmen yayılan kutsal ışığı görme kabiliyetine sahip yazarın Yunanistan’da bulunma sebebi, umudun bu coğrafyadan yansıyor olması. Mavinin ve beyazın, özgürlük ve barışın birleştiği bu ülke, gelmekte olan savaşın, açlığın, ölümlerin, kötü günlerin gölgesini, sefil barakalarıyla bastırıyor ve Yunan toprakları, Vahiy Kitabı gibi açılıyor yazarın önünde: “Yunanistan’ın ışığı gözlerimi açtı, gözeneklerime işledi, bütün benliğimi genişletti. Esas merkezi, devrimin gerçek anlamını buldu ve kendimi dünyanın üzerinde evimde hissettim. Dünya uluslarının arasındaki hiçbir çatışma bozamaz bu dengeyi.” YAŞAMA, DOSTLUĞA VE DOĞAYA... Yunanistan’ı arşınladığı, beraber yiyip içtiği insanlar da yazar olunca Miller’ın edebiyat ve sanat hakkındaki görüşlerini de bulabiliyoruz kitapta. İçki masalarında ortaya bıraktığı pimi çekilmiş “Rimbaud’nun bütün Fransız şairlerin toplamından daha büyük olduğu” bombaları, Whitman’ı tek büyük Amerikan yazar olarak nitelendirip Mark Twain’i yeniyetmelere göre şeklinde nitelemesi, Miller’ın edebiyata dair düşünceleri hakkında da fikir sahibi olmamızı sağlıyor. Kendini doğaya, sefaletine vurmuş bir yazarın, etkilendiği Whitman’ı tek büyük Amerikan yazar olarak nitelendirmemesi tuhaf olurdu zaten. Özellikle günümüz politik koşullarında okunduğunda, yazarın Marousi’nin Devi’ni neden “en iyi metnim” diye nitelendirdiği daha iyi anlaşılabilir. Kitaptaki monologlar, yazarın kafasında dönüp dolaşan düşünce balonları ve umudu sefaletin içinde dahi, hatta tam da bu sefalet sayesinde görebiliyor olması, kitabı okurken yaşadığımız deneyimi yazarın Yunanistan gezisine benzetiyor ve bizde bir umut doğuruyor. İkinci Dünya Savaşı öncesinde tanık olduğu özgürlük ve barış deneyimini, maviyi ve beyazı, bu kitap sayesinde bizlere yansıtmayı başarıyor ve kitap bittiğinde, barış ve daha dolu bir hayatın mümkün olduğuna inanmaya başlıyoruz. Yaşama, dostluğa ve doğaya fakat en çok da özgürlüğe ve barışa dair bu kitabın hakkını, gelecekten endişe duyan bir coğrafyanın çocukları olarak bizlerin verebileceğine inanmak istiyorum. n cemtuncer3@gmail.com Marousi’nin Devi/ Henry Miller/ Çeviren: Avi Pardo/ Siren Yayınları/ 216 s. K İ T A P S A Y I 1337 r Cem TUNÇER azarın en iyi metnim diye nitelendirdiği Marousi’nin Devi, İkinci Dünya Savaşı’nın kopuşundan hemen önce, dostu Lawrence Durrell’i ziyaret etme amacıyla yaptığı Yunanistan gezisini anlatıyor. Fakat bu gezi, ne sadece Yunanistan ne de Yunanlılar hakkında. Yazarın Amerika’ya, tanıdığıtanımadığı insanlara, hayata ve edebiyata bakışına dair çokça monoloğa rastlıyor, anlattığı ve kaçmak için can attığı dünyanın gerçekleriyle yüzleşiyoruz. Miller, Türkiye’de, cümlelerinin üstü çizilmiş kitaplarla tanındı. 2014’te Siren Yayınları yazarın Oğlak Dönencesi adlı romanını tekrar yayımlamıştı. Türkiye’de ilk defa 1985’te yayımlanan fakat sansüre takılan kitap bu defa okuyucuya sansürsüz haliyle ve Avi Pardo imzalı yeni bir çeviriyle sunulmuştu. Marousi’nin Devi, yine Avi Pardo çevirisiyle Türkçede. Yazarın daha önce Yengeç Dönencesi ve Clichy’de Sessiz Günler adlı kitapları da Siren Yayıncılık etiketiyle yayımlandı. Y SAVAŞIN GÖLGESİNDE Henry Miller, Marousi’nin Devi’nde, güvenli bir alan, inancını tazeleyecek yeni insanlar, onu canlı tutacak bir şeyler arayışında. Otobiyografik roman kategorisine giren kitapta, yazarın Avrupa’nın çeşitli kentlerinde geçirdiği günlerin sonunda kendini can havliyle attığı coğrafyada yaşadıklarını okuyoruz. Lawrence Durrell gibi dönemin yazarlarıyla geçirdiği tatil, yazara dünyaya çok daha uzaktan, yükseklerden bakma fırsatını veriyor. Bu gezinin yazara hissettirS A Y F A 6 n 1 Özellikle günümüz politik koşullarında okunduğunda, yazarın Marousi’nin Devi’ni neden “en iyi metnim” diye nitelendirdiği daha iyi anlaşılabilir. E K İ M 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle