02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] ROMANCILARIMIZ ARASINDA18 Film yazmak mı, roman çekmek mi? İthaki’nin yayımladığı iki de öykü kitabı eklemiş yazar: Otel Odaları (2009), Harry Lime’ın En Yeni Hayatları ya da Üçüncü Adam’a Övgü (2012). Pirselimoğlu kitaplarına, belki de andığım bu son öyküler toplamıyla girmek daha doğru olabilirdi, yapıtın ana omurgasının yazınsal, sinemasal verilerle bire bir örtüşmesi bağlamında. Gerçekten sinemasal, yazınsal değerleri bütünleyici yaklaşımı nedeniyle üzerinde sıkı sıkıya durulması gereken bir yapıt bana göre Harry Lime’ın En Yeni Hayatları ya da Üçüncü Adam’a Övgü. Ama ileride farklı yazılarda hem bütün romanlarına hem de öykülerine yer açmayı düşündüğümden gelin son romanına giriş yapalım yalnızca onun… DÜŞLEMCİ GERÇEKÇİ AÇIDAN ALGIYI SARSMAK… Romancılığımızda yirmi yıldan bu yana kendi adasını oluşturup geliştirmek için çabalayan yazar izlenimi bırakıyor Tayfun Pirselimoğlu. Ancak Kerr ile bir başka boyutta daha derinleşmeye çabaladığı sezilebiliyor yazarın. Çünkü on yıl kadar önce yayımladığı Kayıp Şahıslar Albümü’nü yeniden masasına alıp bunun üzerinden gerçeklik algısını sorgulamaya girişen, bu bağlamda deneysel denebilecek farklı açılımlar getiren tutum sergiliyor yazar. Gerçekten de bu deneylemeye dönük farklı açılımı nedeniyle üzerinde önemle durmak gerekiyor yapıtın. Çünkü bir devam romanı değil bu, yenileme değil, ya ne? Bireysel, toplumsal gerçekliğin değişkenleriyle bunun ayrıntılarına bakarken temele neyin konulabileceğini gözden geçirme isteği belki, o kadar… Her iki romanın da ana kişisi olan Cezmi Kara, rastlantıyla bir cinayete tanıklık yapar. Soyutlayım da, dönüştürüm de bu noktadan başlayacaktır elbette. Çünkü söz konusu evrene yerleştirilecek anlatı öğeleriyle örgelerini, sonra işlevsel ya da dolgusal ayrıntıları, bunlarla ilgili gereçleri, dolayımlı dolayımsız olay, durum, kişi ilişkilenişlerini karakterler eşliğinde biçimlendirip bir çelişmezlik ilkesi çerçevesinde anlatısal dizge kurabilmek önem taşıyor… Yazar, Kayıp Şahıslar Albümü’nü “kaleme alan kişi”yi tanıştırır okura “Önsöz”de: “Kitabın müsebbibi olan Cezmi Kara’yı tanıyıp başından geçenleri öğrenince böyle bir kitap yazmak zorunda kalışımın nedenleri de –umuyorum sıradan okuyucunun bile zihninde biraz olsun canlanabilecektir.” (9, 10/ Alıntılar için bak.: İthaki, 2005) On bir yıl sonra Kerr’de yine Cezmi Kara vardır, yine bir cinayete tanıklık söz konusudur. Bu kez “kaleme alan kişi”, yazar tarafından “Zorunlu Bir Önsöz” bölümünde, kendisini “bir kitabı yeniden yazma arzusu” duymuş (7), ama “bir ölçüde çareyi”, “bu kitabı zavallı bir ölümlüye yazdırmada bul(muş)” (8), böylece “bir başka aczin 2014 mi Kara’nın kimi ünlü roman karakterlerini de çağrıştıran gizemli, gezgin yanı yer yer kopyalanmışlık havası yaysa bile bunların birbirini izleyen, farklı yaşamlarla örüntülendiği görülebiliyor… Kaldı ki masal, öykü anlatıcısı kişileriyle bunların karıştığı veya anlattığı olaylarla bir kök boya kazanındakine benzer biçimde albenili renklerle zengin bir roman evreni de ortaya koyuyor yazar. Böylelikle okur, “hikâyenin gerçek sahibi”nin (2005; 76) kim olduğunun kestirilemediği bir renkli roman evreninin atlıkarıncasında yolculuğa çıkıyor bir bakıma… ÇELİŞKİSİZ EVREN, ÇELİŞKİLİ KARAKTERLER… Her iki romandaki evren de çelişmez biçimde birbirine katılmış, ister İstanbul isterse taşra her ikisi de Doğulu geleneksel yapının birer uzantısı olarak yayılmıştır yapıtlara. Bu nedenle hikâyeye düşkünlük yadırgatıcı değildir anlatıda. Bunun süreğenliği için, düşlemci ama kapalı, daha çok da masal havasında bir çıkmaz sokak veya dolambaç metnine dönüşmesi gerekiyor anlatının. Pirselimoğlu, hakkıyla üstesinden geliyor bunun. Sonuçta film çeker gibi roman yazan, roman yazar gibi film çeken bir sinemacı yazar buluyoruz karşımızda. Onu değerli kılan, her iki işini de hakkını vererek gerçekleştirmesi… Nitekim Cezmi Kara, “ardı ardına asılı tül perdeleri bir bir aralayıp geçerek ilerliyormuş gibi hissed(er)” (2013; 91) kendini hep. “Girdiği her sokağın yanlış bir sokak olduğunu bilerek bir labirentin içinden dolaşmak” (2005; 119) der yazar bunun için. Romanların anahtar tümcesi bağlamında alınabilir bunlar. Yazarın, kendisini bir türlü var edemeyen bireye sunduğu birer siyah çelenk gibi de alınabilir yapıtlar. Bu çerçevede roman evrenlerine dağılmış kişilerin yer yer aynı ya da yer yer ayrı ama farklı karakter yapılarıyla dikkat çekici olduklarını görmemek olanaksız. Pirselimoğlu, birbirinden ilginç öykülerle okuru buluştururken bunlar arasındaki şaşırtıcı geçişlerle de dikkati çekiyor. Nitekim Bay K.’nin Dava’daki iflah olmaz çaresizliğine, Kara Kitap’taki veya Yeni Hayat’taki karakterlerden sızan Zebercet yalnızlığına denk bir yeni portredir Cezmi Kara. Zaten işlevsel ayrıntıları ustalıkla yerleştirdiği uzam kadar kişilerini hem etli canlı hem yüksek gerçektenlikte yapılandırdığı görülüyor yazarın… Kadın erkek karakterlerin kılık değiştirerek başka zamanlarda, yerlerde ancak farklı konumlarda, aynı özün taşıyıcısı olarak yeniden okur karşısına çıkarıldığı hikâyelere dayanan anlatı kurmak, kuşku yok ki romanlara gizemli bir bütünlük kazandırıyor. Bunun taşıyıcısı Cezmi Kara da okuru peşinden sürükleyen roman karakterine dönüşmekte gecikmiyor tabii. Roman türüne ilgi duyanlar, yan yana bir okumayla bu iki romanda çok farklı tatlar alarak gezinebilir, hele düşlemci anlatılar peşinde koşanlar daha farklı izlerin de ardına takılabilir. Yazarlarımız, özelde romancılarımız, ufuklarını genişletip yeni deneyimlere açılmak için de dikkatle değerlendirmeli derim Kerr’i, Kayıp Şahıslar Albümü’nü… 2013 festivalinde Altın Lale Ulusal Yarışma Jüri Başkanlığını da üstlenen sinemacı bağlamında tanıyabilirsiniz Pirselimoğlu’nu, ne ki yazar olarak da tanımak zorundasınız onu… Hep beyazperdeden izleyecek değilsiniz ya, öyleyse hadi buyurun okumaya… Hem de İstanbul Film Festivali’0nin şu güzelim günlerinde… n K İ T A P S A Y I 1260 Romancılığımızda yirmi yıldan bu yana kendi adasını oluşturup geliştirmek için çabalayan yazar izlenimi bırakıyor Tayfun Pirselimoğlu. Ancak Kerr ile bir başka boyutta daha derinleşmeye çabaladığı sezilebiliyor yazarın. eçen hafta Ferzan Özpetek’in ilk romanı üzerinde dururken yine bir sinemacı olan Derviş Zaim’in de tek romanda kalışına değinmiştim iki satırla. Ne ki Hikmet Altınkaynak’ın Türk Edebiyatında Yazarlar ve Şairler Sözlüğü, iki sinemacı yazara da yer açmış değil. Özpetek’in ilk romanı yayımlanalı henüz birkaç ay olmuş. Ercan Kesal’ın Peri Gazozu da (2013) bir ilk kitap. Hadi bunlar yeni diyelim, ama ilk kitabı yirmi yıl önce yayımlanan Derviş Zaim’in adına rastlanmayışı ilginç. Neden peki? Tek kitapla yazar olunmuyor ondan mı, buna yanıt vermek güç. Oysa Tayfun Pirselimoğlu, Altınkaynak’ın sözlüğünde madde başlığı olarak ağırlıklı yere sahip. Neden? Pirselimoğlu, yalnız sinemacı değil yanı sıra yazıncı çünkü, belki bu yüzden madde başlığına dönüşebilmiş. İyi de yaklaşık on beş yıl içinde Pirselimoğlu’na benzer biçimde sekiz öykü kitabı yayımlamış tiyatro, sinema oyuncusu, öykücü Nilüfer Açıkalın da yer almıyor Altınkaynak’ta. Yine de ben, bütün bunların bir işleme yöntemine dayalı kavrayışla yerleştirildiği kanısı taşıyorum kendi payıma. Önümüzdeki haftaların birinde, Açıkalın’ın verimleri üzerinde de durmayı tasarlıyorum bu nedenle. Ancak bu hafta Tayfun Pirselimoğlu’na onun Kerr (2013) adlı romanına getirmek istiyorum sözü. Yuvarlamayla yirmi yılda azımsanmayacak sayıda kitap yayımlamış sinemacı yazar Tayfun Pirselimoğlu. Bu bağlamda sinema dünyası içinde değerlendirirken onu, yazın dünyası içinde de yazıncı bağlamında yer açmak zorunlu ona. Tayfun Pirselimoğlu’nun Kerr öncesinde 1996’dan bu yana yayımladığı dört romanı var. İthaki tarafından yayımlanan bu romanlar; Çöl Masalları (1996), Kayıp Şahıslar Albümü (2002), Malihulya (2003), Şehrin Kuleleri (2005). Bunlara ayrıca, yine S A Y F A 20 n 10 farkında olmayan, tumturaklı cümlelerin sahibinin kendisi olduğunu zanneden birine yazdırmak zorunda kalmış” (9) kişi olarak tanıtılacaktır… Bu doğrultuda farklı yönseme örneklerine sinemada, yazında rastlanmıyor değil kuşkusuz. Tayfun Pirselimoğlu’nun başarısı, yaslandığı düşlemci (fantastik) gerçekçi bakışta farklı algı sarsıntılarına yol açabilmesinden kaynaklanıyor bana göre. Çünkü yazar, aynı bir cinayetten kalkılarak aktarılan olgusal gerçeklerin, bireysel veya toplumsal yaşamda nasıl farklı yerlere savrulduğunu, bu düşlemci bakışa dayalı biçimde, görece yaklaşımla yerli yerine oturtmakta başarı sergiliyor denebilir. PİRSELİMOĞLU GERÇEKÇİLİĞİNDE GÖRECELİK… Öldürenle öldürülen benzerliği (2013, 13), katillerle maktullerdeki örtüşme, ciddi vuruk bağlamında alınabilir. Hem birey hem toplum böyle bir yarılmanın bire bir göstereni konumunda değil mi zaten günümüzde? Cezmi Kara, Kayıp Şahıslar Albümü’nde babasının ölümü için gittiği taşra kentinde, cinayete tanık olduktan sonra oyalanmayıp İstanbul’a dönmüştür, Kerr’de ise dönmek yerine, karakola giderek tanık olduğu cinayeti anlatır. Romanlar, omurga olarak ciddi örtüşme sergilese de değişen toplumsal dokunun ipuçlarıyla çevrilidir şaşırtıcı aynasında. İlkinde görece daha dingin görünse de bungundur roman evreni, aradan geçen on bir yıl sonra ise bungunluk sürer, bunun yanına korkutucu ölçüde bir tedirginlik eklenip ötesinde bir kötücüllük neredeyse egemen hale gelmiştir. Tüm topluma yayılan bu şiddet ortamında her birey katil ya da maktul adayıdır aslında. Cezmi Kara, Kayıp Şahıslar Albümü’nde işyeri çevresi ilişkileriyle kuşatılmış görünür, Kerr’in taşra kentindeyse cenazesine geldiği babasının çevresince ablukaya alınmıştır sanki. Her meslekten bu insanlar, bir yandan “son ustalar” gibi görünüm sergiler, bir yanlarıyla da kimi geleneklerin bekçisi olarak tutucu konumda ardıllık yansıtır. Buna göre Kayıp Şahıslar Albümü’nde bir türlü kapitalist ilişkiler zincirine ulanamamış bir toplumsal yapı çıkarken karşımıza, Kerr’de birbirini tetikleyen çözümsüzlükler zincirinin, faşizmi haberleyen ayak seslerinin yansıdığı bir siyasal roman çıkar enikonu karşımıza… Bu çerçevede Kerr, bir başka yazara verilmiş sipariş üzerine Kayıp Şahıslar Albümü’nün bir biçimde yeniden yazılmış hali gibi görünür dıştan bakıldığında. Ama aynı zamanda birbirinin içinden geçip farklı geçeneklere uzandığı kadar, biri ötekinin devamı gibi görünen havasına bakılarak söylenecek olursa birlikte tasarlanmış iki ayrı roman olarak da algılanabilir pekâlâ. Birbiri içinde gelişen roman evrenleri, Cez G N İ S A N C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle