Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Gökçer Tahincioğlu ve Kemal Göktaş’tan “Bu öğrencilere, bu işi mi öğrettiler?” Öğrenciler ‘yılanın başı küçükken ezilir’e karşı Gökçer Tahincioğlu ve Kemal Göktaş’ın “Bu öğrencilere, bu işi mi öğrettiler?” adlı çalışması, devletin öğrenciye karşı giriştiği sindirme hamlesinin, cezaevlerinin bir anda öğrencilerle dolmasının yanlışlığını ve olağandışılığını ortaya koymada çok başarılı. Bu da çok önemli; aksi takdirde pek çok rezaletle birlikte öğrencileri, gençleri, çocukları cezaevlerine tıkmak, onlara terörist damgası vurmak da kanıksanıp gidecek. r Tora PEKİN üm dünyada ve elbette Türkiye’de gençlik, özellikle de üniversiteliler, otoriterliğe, baskıcılığa, dayatmacılığa karşı verilen mücadelede hep en ön saflarda. Dünya haberlerine biraz göz atmanız halinde, mutlaka bir ülkede gençlerin ayaklandığını ya da bir ayaklanmanın en önünde yer aldığını görürsünüz. Hamburg’da bir kültür merkezinin kapatılmasına, Kiev’de iktidarın izlediği politikaya, Bangkok’ta seçimlere ya da Türkiye’nin pek çok şehrinde o esnada haksız bulunan ne varsa ona karşı... Baskı üreten kurumlar var oldukça onlara karşı koyan, sesini yükseltenler de olacaktır. İki gazeteci, Gökçer Tahincioğlu ve Kemal Göktaş da ortak kitapları “Bu öğrencilere, bu işi mi öğrettiler? Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar”da, Türkiye’deki iktidar baskısına kafa tutan üniversiteli muhalefetin günümüzdeki durumunu ele alıyor. TAYYİP ERDOĞAN’IN VECİZESİ Kitaptan önce yazarlarına değinmekte yarar var. Her iki yazar da gazeteci; Göktaş, Vatan gazetesinin yargı muhabiri, Tahincioğlu da Milliyet gazetesinin Ankara haber müdürü. Göktaş ve Tahincioğlu’nun pek çok gazetecilik ödülü de kazanmış haberlerinden biliyoruz ki ikisi de yargı alanında çalışıyor ama mercekleri adalet dağıttığını iddia edenlere değil, hep adalet arayanlara dönük. Buna bağlı olarak bir mücadelenin, Türkiye insanının adalet ve hak arama mücadelesinin haberciliğini yaptıklarını söylemek gerekir. Aldıkları ödüllerin yanında, haberleri nedeniyle uğradıkları soruşturmalar da bunda başarılı olduklarını gösteriyor. Haberlerinin yanı sıra Göktaş’ı, Hrant Dink’in katledilmesine ilişkin çok başarılı çalışması “Hrant Dink Cinayeti: MedyaYargıDevlet” kitabından tanıyoruz. Tahincioğlu ise “Faili Belli Devlet Cinayetleri” alt başlığını taşıyan “Beyaz Toros” adlı kitabını geçtiğimiz aylarda yayımladı. “Bu öğrencilere, bu işi mi öğrettiler?Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar” ise yazarların ilk ve şimdilik tek ortak kitapları. Kitaba adını veren cümle, Recep Tayyip Erdoğan’a ait. Erdoğan ve avanesinin 2012’de TÜBİTAK’ın daveS A Y F A 1 8 n 1 0 T tiyle ODTÜ’ye gelişi sırasında yaşanan öğrenci protestoları, polis tarafından akıl almaz bir sertlikle karşılaşmıştı. Öğrencilerin direnmesi üzerine polis yedi saat boyunca üniversiteyi gaz bombardımanına tutmuş, biri ağır onlarca öğrenci yaralanmıştı. Ertesi gün ise başbakan alışageldiğimiz üzere “polisini” korumuş, olaylardan öğrencileri ve hocalarını sorumlu tutarak bu “vecize”yi yumurtlamıştı. Kitabın tümüne bakıldığında da bu sözün, Erdoğan iktidarının öğrenci muhalefetine bakışını özetlediğini görmek mümkün. Tahincioğlu ve Göktaş’ın çalışması bize gösteriyor ki bugünkü devlet gücünün öğrenciye biçtiği rolün içinde “siyaset”e, daha doğrusu muhalif siyasete asla yer yok. Bu yargıya varmak için ne yazık ki ve daha fazlasını kaldırdığını, örnekleriyle birlikte kitapta bulmak mümkün. ÜÇ BAKIŞ AÇISI Yazarlar, bu arşiv niteliğindeki dökümüne, günümüz öğrenci muhalefetinin ivme kazandığı anın, “yumurta”dan çıktığını hatırlatarak işe başlıyor ve Başbakan Erdoğan’ın 2010 sonundaki “rektörler buluşması”na karşı öğrencilerin başlattığı protestolara yapılan korkunç şiddetli müdahalenin tetiklediği “yumurta eylemleri”nden, bugüne yaşananların sarsıcı bir dökümünü veriyor. Bir yanda öğrencilerin hem kendi sorunlarına hem de genel gidişata karşı şenlikli, gözü pek direnişi, diğer yanda bu gidişi kendi varlığına tehdit olarak gören hükümet: Eylemler, polis müdahaleleri ve adliye. Süreç içinde, kitabın yazıldığı ana dek olan tüm önemli virajlar kitapta mevcut. Ancak bu arşiv niteliğine karşın Tahincioğlu ve Göktaş’ın ortak çalışması, Erdoğan dönemi öğrenci muhalefetinin ve buna uygulanan zulmün bir derlemesi değil. Yazarlar, kitabın sonundaki analiz için elbette haber derlemesini yapmış ama bunu yeterli görmemiş. Kitaba asıl değerini veren, hem işin bu derleme kısmının hem de genel olarak Türkiye’de öğrenci hareketinin belli bir bağlama ve tarihsel perspektife oturtulması olmuş. Bu nedenle Türkiye’de öğrenci muhalefetinin tarihçesi, öğrencilerin sindirilmesi için başvurulan düşman ceza hukuku doktrininin ayrıntıları ve polis ile savcıların bu doktrini hayata geçirmek için başvurduğu yöntemler, kitapta geniş bir bilgi ve belge araştırmasının ürünü olarak yer buluyor. Bunlara ek olarak da öğrenci hareketlerine karşı devlet zihniyetinin zaman içerisinde nasıl evrildiğini gösteren bir bölüm eklenmiş. Bu bölümde, üç “bakış”a yer veriliyor: Bugüne dek gizli kalmış on bir yıllık çevik kuvveti raporunda açığa çıkan “polisin bakışı.” Bir emekli emniyetçi ve iki emekli DGM savcısının analizleriyle vücut bulan dünden bugüne “soruşturmanın bakışı” ve nihayet 1970’lerden bugüne hedefe oturtulan “öğrencilerin bakışı.” Kitabın en ilgi çekici bölümünün bu bölüm olduğu söylenebilir. Çevik kuvvet raporu yeni olmamakla birlikte, polislerinin ve amir Gökçer Tahincioğlu (sağda) ve Kemal Göktaş iktidar baskısına kafa tutan üniversiteli muhalefetin günümüzdeki durumunu ele alıyor. günümüz öğrenci muhalefetinin karşılaştığı, hukuk devletinde asla yeri olamayacak uygulamalardan örnekleri okumak zorundasınız. Bu bakımdan kitap başbakan ve diğer hükümet üyelerinin düşmanlaştırıcı ve hedef gösterici açıklamalarının, polisin elinde nasıl şiddete ve dahası komplolara yol açtığına ilişkin çok “verimli” bir arşiv durumunda. Ancak daha acıklısı bu arşiv, bu dönemi yargının kara dönemi olarak hatırlamamıza da neden olacak bir nitelik taşıyor. Zira savcı ve yargıçlarımızın kararlarıyla bu polis uygulamalarına nasıl çanak tuttuğu da kitapta ayrıntılarıyla ele alınıyor. Örnek olsun: Kitap bulundurmayı, hele ki kitapçılarda kolayca bulabileceğiniz kitapları “suç kanıtları” olarak gören bir yargıyı içiniz kaldırıyor mu ya da bu sözde kanıtlarla öğrencilerin “terör mahkemeleri”nce tutuklamasını? Pek çok savcı ve yargıcımızın içinin bunu 2 0 1 4 lerinin zihniyet dünyasını yansıtması bakımından önemini koruyor. Haziran Ayaklanması’yla birlikte artık pencerelerden sızıp sofralarımıza kadar giren biber gazını kimler sıkıyor, sorusunun cevabına ilişkin ipuçları raporda var. “Kanun adamları”yla yapılan söyleşiler ise, bugün varılan noktanın vahametini kavramak bakımından çok önemli. Böylece bugün öğrencilere karşı başvurulan tutuklama yöntemlerine, olağanüstü dönemlerde dahi rastlanmadığını hatırlıyabiliyoruz. Kitabın gerçek öznesi olan öğrenciler ise cezaevi deneyimlerini de aktararak, devletin öğrenci muhalefetine bakış açısının ne denli acınası olduğunu yer yer mizahi bir üslupla dile getirmişler. Tek alıntıyı da onlardan yapalım. Hopa protestolarından sonra tutuklanan Hacettepe öğrencisi Can Kaya anlatıyor: “Bir de pankart hikâyesi var. Tahliye olduğumuz gece, hapishane kapısının önüne çıkarılır çıkarılmaz açtığımız ve üzerinde ‘o duvar, duvarınız, vız gelir bize, vız!’ yazan pankart. Hemen her hafta arama yapılan bir yerde bu pankartı yaptık. Duruşma tarihimiz belli olunca her ne kadar tahliye beklemesek bile ‘birkaçımız tahliye olur umuduyla yapmıştık. Pankartı bizim hücrede, bir gecede yaptık. Fazladan bir masa örtümüz vardı, rengi de mavi üstelik, Kolektif’in rengi. Bir de ayakkabı boyası aldık kantinden. Boyanın süngerini ve bir kulak çubuğunu kullandık fırça niyetine. Sabaha kadar kurumasını bekledik, sabah sayımından önce de katlayıp sakladık. Hatta duruşmadan birkaç saat önce bir de arama atlattık, bulamadılar pankartımızı. Tahliye olur olmaz, hapishanenin kapısında açtık hemen.” Tahincioğlu ve Göktaş’ın çalışması, devletin öğrenciye karşı giriştiği sindirme hamlesinin, cezaevlerinin bir anda öğrencilerle dolmasının yanlışlığını ve olağandışılığını ortaya koymakta çok başarılı. Bu da çok önemli; aksi takdirde pek çok rezaletle birlikte öğrencileri, gençleri, çocukları cezaevlerine tıkmak, onlara terörist damgası vurmak da kanıksanıp gidecek. n “Bu öğrencilere, bu işi mi öğrettiler?” Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar/ Gökçer Tahincioğlu, Kemal Göktaş/ İletişim Yayınları/ 222 s. K İ T A P S A Y I 1260 N İ S A N C U M H U R İ Y E T