03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Enver Ercan’ın şiiri İstila öznesi ve güzelleştirme efekti Enver Ercan’ın yeni kitabı “Türkçenin Dudaklarısın Sen” bir dizi rüya ile başlıyor. Rüyaların içine girdikçe bir yaşanmışlık duygusu sarıp sarmalıyor sizi. Gerçek bir dünyada olduğunuzun ayrımına varıveriyorsunuz... Sonraki şiirler mi? Onlar anlatılamaz, ancak okunur. İki şairimiz Enver Ercan’ın yeni kitabını ve şiirlerini değerlendirdi. r Yücel KAYIRAN nver Ercan’ın dört şiir kitabı var: Eksik Yaşam (1977), Sürçüyor Zaman (1988), Geçtiği Her Şeyi Öpüyor Zaman, ve şimdi Türkçenin Dudaklarısın Sen (2014). İlk kitabını okumadım; liseli veya lise mezunu bir öğrencinin özel çabasıyla bastırılmış bir kitap olsa gerek. Ercan’ın edebiyat ortamının şiir gündemine “girişinden” önceki döneme ait ama adı önemli. İkinci ve üçüncü kitaplarının adlarıyla birlikte problematik bir duruma işaret eder. Zamanın sürçüyor olması veya geçtiği her şeyi öpüyor olması ne demektir? Şu parçada dile gelir bu soru: “Sözcüklerin sessizliğe çekildiği/ o çocuksu ikindide/ zaman/ geçtiği her şeyi öpüyordu.” Zaman, ilineksel olarak keşfedilmiş bir ifade midir yoksa ontik temelleri olan kültürel bir zorunluluğu mu dile getirir? Enver Ercan’ın şiirinde ortaya çıkan temel poetik özelliklerden biri stil ve jesttir, diğeri ise kâğıdın diğer yüzü şeklinde, “güzelleştirme.” Örnek vermek gerekirse “Her Şey Güzelecek” şiirinin girizgâhı şöyledir: “Derin’ aşk yaşadım/ yıllar yılı/ ‘paralel’ aşklar/ en iyisiydi.” Aynı anda birden fazla “aşk”ın yaşanmasından söz ediliyor burada. Böyle bir durum, “paralel aşklar” ifadesiyle güzelleştirilmektedir. Bir başka örnek “Can Yücel’in Evinde” şiirinden: “Sokağa çıkıyoruz/ yukarıda bulutları yanık bir gökyüzü/ ben çakırkeyif, o tepeden tırnağa keyif/ yuvarlanıyoruz lapa lapa yağan karın üstünde.” Burada, “tepeden tırnağa keyif” ifadesi, pek de iyi bir hal olarak betimlenmeyen “ayakta duramayacak kadar sarhoş” olma durumunun bir güzellemesidir. Bir iki örnek daha vermek gerekirse: “Günler var ki size niyetliyim/ ama hep böyle durgun dudaklısınız” gibi. “Şimdi evde olsak/ ne güzel/ yatıp uyumazdık derdi/ ev Türkçesi ışırdı sesinde” gibi. “İmlasını bilirdik de bilmesine/ yine de yanlış hecelerdik hayatı” gibi.. (“ev Türkçesi” ifadesinin kullanımındaki stil/jest ve güzelleştirmeye dikkat çekerim). ŞİİRYAZANBEN Güzelleştirme derken kastettiğim, tekilde kalan yaşantının, varlıksal olanın, iyi ve güzel ifadeye yükseltilmesi durumudur. İçsel durumda yaşanılanı dile getirme, sözcüğe dönüştürme, kendini ayırıcı bir tarzda ortaya koyarken daha başlangıçta, Geçtiği Her Şeyi Öpüyor Zaman’da, Ercan’ın, başlıca problemi. Güzelleştirme, aynı zamanda, bu şiirdeki imge kurma tarzının lokomotifi durumundadır. Enver Ercan’ın şiirinde, bu jest/ güzelleşme, üç bileşenin sonucu olarak ortaya çıkmakta: Poetik deneyimi oluşturan bileşen, toplumsal/ tarihsel temelleri dile getiren bileşen ve son olarak kültürel/ teolojik olanın modernize edildiği bileşen. Mehmet Taner’le, Cemal Süreya’nın, darphane müdürlüğü günlerinde Bakan’ın ziyareti sırasında söylediği efsanevi “Açılmadık bir de (kalbini işaret ederek) bu kapı var” sözü üzerinde konuşurken Cemal n 1 0 N İ S A N 2 0 1 4 E Enver Ercan’ın gözünden yeniden vücut bulmuş bir dünyayı görüyoruz: Anlattığı şairlerin şiirleri yanında kişilikleri de dolduruyor zihnimizi, yaşamı her yanıyla görme gücünü elde ediyoruz. Süreya’nın “güzelleştirme huyundan” söz etmişti. (Mehmet Taner’de de, olumsuz yaşantıyı unutmak/ gündeme getirmemek gerektiği “tutumu” vardır. Kültürel ve teolojik temelleri olan ne denli sağaltıcı huylar bunlar). Estetize etme değil sözünü ettiğim, olumsuz yaşantıyı güzel hatırlanacak hale getirme. Enver Ercan, Cemal Süreya’nın, “yetiştirmesi” gibidir ama aynı zamanda Ercan’a, Süreya’nın poetik çocuğu diyebilir miyiz? Tam tam seslerini işitmemek mümkün değil: Enver Ercan’ın şiirinin, İkinci Yeni şiirinin poetik çocuğu olduğu tezini temellendirmek gerçekten de mümkün değildir. Şair Çünkü Onlar’ı (1990) hesapta tuttuğumuzda, usta şairlerin her birinden öğrendiklerini, Cemal Süreya’ya indirgemek mümkün değildir kuşkusuz. Dahası Türkçenin Dudaklarısın Sen’de yer alan, William Shakespeare’in “İnsan rüyalarında büyür” sözüyle acılan “Rüya” şiirleri, bu tezin temellendirilmesini zora sokar gibi görünmektedir. Bu şiirler ilk okunduğunda, Ercan’ın, Süreya’nın olduğu kadar, Dağlarca’nın da Oktay Rifat’ın da Sabahattin Kudret Aksal’in da Attilâ İlhan’ın da Metin Eloğlu’nun da Can Yücel’in de Metin Altıok’un da Ece Ayhan’ın da yetiştirmesi ve poetik çocuğu olduğu ileri sürülebilir. Kuşkusuz ilk bakışta... Çünkü, dokuz bölümlük “Rüya” şiirlerinde konuşan anlatıcıben, sadece “7. Rüya: Cemal Süreya’nın Evinde” şiirinde, “şiir yazanben” olarak çıkar ortaya. “3. Rüya/ Sabahattin Kudret Aksal’ın Evinde” şiirinde de, bu anlatıcıbenin, “şiiryazanben” olduğuna ilişkin emareler yok değildir. Bu şiirin girizgâhı şöyle: “Şiirlerini nasıl yazıyorsun?’ diye soruyor/ iç dünyamı yansıttığını söylüyorum/ susuyor/ sözüm havada kalınca merak ediyorum/ neden böyle bir soru sorduğunu/ yine susuyor” (Bu şiirin devamına, biraz sonra başka bir bağlamda tekrar döneceğim). Burada, bu öznenin şiiryazanben olduğuna dair açık bir işaret var fakat şiiryazangençben ile usta şair arasındaki ilişki, gençbenin yazdığı şiir üzerinden kurulan bir ilişki değildir. Diğer “rüya” şiirlerinde olduğu gibi burada da ustaşairle kurulan ilişki “editörben” üzerinden kurulan bir ilişkidir ama sadece “7. Rüya: Cemal Süreya’nın Evinde” şiiri hariç. Bu şiirin girizgahı şöyle: “İlk defa karşılaşıyormuşuz/ şiirlerimi görmek istiyor/ hazırlıklıyım tabii/ yine de hafif bir ukalalık yapıyorum/ yorumlayacaksanız vereyim/ hınzır bir bakış atıyor/ şiirleri alırken.” Şiir yazan anlatıcıben, kendi şiirleri/şairliği üzerinden bir ilişkiyi sadece Cemal Süreya’yla kurmuştur. Dağlarca onu, “yürüyen sıfır”lardan biri olarak görür ve kombisinin ayarını yapmış olmasını fırsat bilerek, “sen şiiri bırak, kombici ol” der. “Rüya” şiirlerini hesaba kattığımızda, bu şiir öznesinin, şiir yazıyor oluşuyla ilgilenen/ ilgilenmiş olan sadece Cemal Süreya’dır. “7. Rüya”dan yaptığım alıntı şöyle devam eder: “Okuduktan sonra/ ‘ne kadar zamandır yazıyorsun’ diyor/ birkaç yıldır diyorum/ ‘birkaç yıl daha uğraş/ baktın olmuyor bırakırsın’ diyor.” Burada, son dizeden hareketle Süreya’nın, Dağlarca’nın sözünü hatırlatıcı bir imada bulunduğu sonucunu çıkarmayalım. Süreya’nın dikkat çektiği başka bir husus var. Bu husus; şairlik varoluşunun, kendinden eminlikle ıralı bir kimliğe dayanmadığı durumunu dile getirir. Aynı şiirin sonuna doğru bir yerde, kendisi için şöyle demiştir Süreya: “Güz Bitiği kitabından konuşuyoruz/ ustalığından…/ ‘biliyor musun’ diyor/ ‘şiire yeteneğim olup olmadığından/ hâlâ emin değilim.’” “SERUM BU, ŞİŞEDE DURDUĞU GİBİ DURMUYOR” Enver Ercan, Cemal Süreya’nın çocuğudur. Ama bu cemal Süreya İkinci Yeni’nin Cemal Süreya’sı değil, Garip şiirinin Cemal Süreya’sıdır. “Garip şiirinin Cemal Süreya’sı” derken Süreya’nın, 1989 ve 1990’da yazdığı bir dizi şiirden, “Kürtler ve Arnavutlar”, “İntihar”, “Hükümet”, “Şarap”, “Göller Denizler”, “Park”, “Üstü Kalsın” adlı şiirlerden söz ediyorum (Bu guruba “Kısa Türkiye Tarihi” şiirini de ekleyebiliriz). Cemal Süreya’nın en ünlü şiiri durumuna gelen “Üstü Kalsın” şöyledir: “Ölüyorum tanrım/ Bu da oldu işte.// Her ölüm erken ölümdür/ Biliyorum tanrım// Ama, ayrıca, aldığın şu hayat/ Fena değildir.//Üstü kalsın” (Jeste ve güzelleştirmeye dikkat). Bu şiir, İkinci Yeni değil, Garip şiiridir. Süreya’nın bu şiirleri yazması, dönemim şiir gündemiyle de bağlantılıdır. Bu şiirler, 1989 ve 1990’da, Yeni Yaprak dergisinde yayınlanmıştır. Yeni Yaprak, bu yıllarda Ramazan Üren’in çıkardığı bir dergi idi. Üren, “Yeni Garip” şiir anlayışından söz ederek Garip şiirini yeniden gündeme getiriyor ve bu doğrultuda yazıyordu kendi şiirini. Cemal Süreya, coşkulu bir destek veriyordu bu poetik girişime. Enver Ercan, poetik bakımdan Cemal Süreya’nın çocuğudur derken kastettiğim tam olarak bu dönemin Cemal Süreya’sıdır. Ercan, ikinci şiir kitabı olan Sürçüyor Zaman’ı 1988 yılında yayınlamıştı; ikinci kitabından belirgin bir kopuşun görüldüğü Geçtiği Her Şeyi Öpüyor Zaman’ın poetik ve ırasal temelleri, kanımca bu yıllarda oluştu. Bektaşi nüktesi, lakırdının, boş konuşmanın karşıtıdır ve gevezeliğin nihayetlendirilmesi olarak vücuda gelir. Varlıksal olanın lakırdıya alınamaz. Bektaşi nüktesi, egemen olmayanötekileştirilmiş olanın sözüdür. Egemen olmayanötekileştirilmiş olan, “şimdi” de yaşar; belli bir yaşantıyı yaşama fırsatının “yarın”a ertelenmesi, egemenin kültürüdür. Enver Ercan, öyle sanıyorum K İ T A P S A Y I 1260 Fotoğraf: Uğur DEMİR S A Y F A 1 4 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle