Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Şeref Bilsel’den “Dünyanın Külü” Dünyanın külü, şairin yüreğinde Şeref Bilsel geçtiğimiz günlerde “Dünyanın Külü” ile Altın Portakal Şiir Ödülü’nü aldı. Önümüzdeki yıl bu kitapla ilgili olarak yapılacak Altın Portakal Şiir Sempozyumu. Bilsel’in, şiirini sıkı dokumalardan geçirdiğini, aceleci olmadığını biliyoruz, hele şiirleri okuduktan sonra bu şiirlerin çok katmanlı ve derinlikli şiirler olduğunu daha rahat görebiliyoruz. r İhsan TEVFİK çüncü kitabı olan Nisan 2007 tarihli “Mecnun Dalı”ndan tam altı yıl sonra “Dünyanın Külü” diyerek geldi Şeref Bilsel. “Dağdağa” ve “Uykuda” adlı iki bölüm ve damıtılmış 23 şiirden oluşuyor Bilsel’in son kitabı. (Mecnun Dalı’nda ise 28 şiir yer alıyordu.) Dergilerde yayımladığı kaç şiir, kitabın içine girdi kaçı dışarda kaldı bilmiyoruz ama altı yıl sonra 23 şiirle okura topluca selam gönderen Bilsel’in, şiirini sıkı dokumalardan geçirdiğini, aceleci olmadığını anlayabiliyoruz, hele şiirleri okuduktan sonra bu şiirlerin çok katmanlı ve derinlikli şiirler olduğunu daha rahat görebiliyoruz. Neden bu girişe ihtiyaç duydum? Habire yazan ve bir yerlere bir şeyler yetiştirme telaşı içinde olan bir şair değil Şeref Bilsel. Yazdığı şiirin poetik karşılığını yazılarından çıkarmak rahatlıkla mümkün. Az yazıyor ama bir engel değil bu, şiire saygısısevgisi sonsuz, bundan ötürü şiir üzerine sözlüyazılı düşünmeye çalışan bir şair karşısındayız. Şiirşair adına olumlu bir durum bu elbette… *** Şeref Bilsel şiirini değerlendirmeye girişince Mecnun Dalı’nın ilk dizesi aklıma takılıyor: “Attar okudum, üstüm başım baharat.” Bu dize, üçüncü kitaptan son kitaba kalınca bir çizgi çekmeme yarıyor. Bilsel, ‘Attar’ı biliyorözümsüyor, baharat kokusunu üstüne iyice sindiriyor ya, buna benzer nice göndermeler var eskiye, ‘gelenek’in içinde olana. Eski bir şiir mi yazdığı, kesinlikle değil. Yüzü eskiye mi dönük? Hayır… Geçmişte kalanı okumuş, sindirmiş ve özümsedikten sonra ‘yeni’ olarak neler söyleyebilirim diye bunun peşine düşS A Y F A 4 n 6 M A R T Ü gecesidir bu yakamıza yapışan / ya gözlerimiz… / gözlerimize bakmaya kim gelecek?” Dünyanın yangınına, ondan arta kalan küle dikkatle bakmaya çağıran bir şiir… Kim bilir, hangi acıtan gerçekler o yangından kalan külün içinde. Şiirlerin bütünü, “görmegösterme” eylemleri üzerine kurulu. İnsanlığa ve dünyaya ilişkin iyikötü hâller, bunların insanî bir duyarlıkla usul ve derinden sorgulanması var. Şayet biri bakmaya gelirse gözlerimize kim bilir kaç dünya yangınının külünü izleyecek orda. Şiirler farklı başlıklar halinde de olsa birbiriyle anlam bağını koruyor, bütünlüklü bir kitap. Yapı böyle kurulmuş çünkü. Dünyanın ‘anlam’ı ve ‘anlamsızlığı’ kalınca çizilmiş… Kitaba adını veren “Dünyanın Külü” adlı şiirde geçen “Dünyayı yakından görmüş bu kalem” dizesi vicdanlı, hesabını vermeye çoktan hazır bir şairi anlatıyor bize. Ve aslolan yine şairin dediğidir, yine vicdan meselesi yani: “Duyarım sesi ayazda kalmış olanı.” Şiirinşairin biricik işi bu olmalı zaten. Evet, zaten sesi ayazda kalanı duyabiliyorsan duyargaları açık, vicdanı sağlam bir şair oluyorsun. Şairin sözünü yazıya emanet ettiği kalem neler görmüştür neler: “İşte vardım eşiğine yaslı kalemin / ben demesem başkaları söyleyecekti / gördüklerimin içinde kördüğüm giderken” Madem varmıştır bir kere dünyanın külüneacısına tanık olmuş ‘yaslı kalem’in ucuna. Şair, sözünü başkalarından önce söylemek isteyecektir; çünkü onca şeyi görmüş yaşamıştır. Dünyanın çıldırdığına tanıktır sözüyle sesiyle ve yazısıyla… O zaman ne yapar bir şair: “söylenmeyecek sözler vardır yazılır / karanfil kopartılır dağlarından yalnızın / dünyanın külü ağzımda soğumaya giderken” Sözün özü, tanıklık eder ve yazar vicdanlı şair… *** Şair, tüm acıları içselleştirendir ve dünyanın her yerindeki acılara öncesiyle ve sonrasıyla tanıklığın ağırlığını taşıyabilendir. Yine vicdana dönüyor iş, zaten vicdanının çarpıntısını her an duymayanın sağlam şiir yazacağına kimse inandıramaz beni. Yazsa da süs kalır yazdığı, insanın içine geçmez. “İnsanın yakını ölünce biter telaşı hafifler / bu iyi haber topraksız ve külsüz giden / bizden sonra öleceklere yas için geldik.” Bizden öncekilerin ve sonrakilerin acılarına yabancı kal(a)mıyorsak ‘olmuşuz’ demektir. Ve has şair, yersizlikten yurtsuzluktan ürkmez, bu büyük bir olanaktır belki de insana başka kapılar açan. Diyor ki Bilsel: “Biz buraya yurtsuz olalım diye geldik.” Yunus ne diye dolaştı? Bu çağın şairini bunaltanyoran kentlere kıstırılmışlığı değil de nedir? O göçebe yüreği nerde yaşarsa yaşasın bir ömür boyu taşımak şaire elbette çok ufuklar açacaktır. Dar zamandan ve dar mekândan kendini kapı dışarı etmenin başka bir yolu mu var sanki? Şiir, o dar kalıpları yıkan değil mi, bizi kendimizin bile surlarının dışına çıkarabilen sahici ve özgürlükçü bir güç değil mi? *** “Uykuda” başlığını taşıyan kitabın K İ T A P S A Y I 1255 Kitaba adını veren “Dünyanın Külü” adlı şiirde geçen “Dünyayı yakından görmüş bu kalem” dizesi vicdanlı, hesabını vermeye çoktan hazır bir şairi anlatıyor bize. müş bir şair. Şiirinin ayaklarını bastığı yerler sağlam. Eliot’un sözleri geliyor aklıma: “İnsanın bilgeliği hem dinginliğinde hem sözlerinde yaşar.” Bilsel, geleneğe bilerekisteyerek selam çaktığı yerlerde aslında geçmişin bilgelerine ve bilgeliğine de ulaşmak istiyor. İyi şiirin kumaşı daha ilk metresinden belli olur. Şairi kendi dizelerinden hareketle anlamaya çalışmak şiireşaire ilişkin daha net sonuçlar ortaya koyar. Onun için şairin yazdıklarına, dizelerine dikkat çekmek istiyorum. “Dünyanın Külü”, bence kendi içinde küçücük bir manifestoyu barındıran bir şiirle açılıyor: “Yüz biriktirir” diyor şair, ilk şiirde. Biriktirir yüz, dedikten sonra ‘mesafeler biriktirir’e atlarsak şunu anlarız aslında: mesafelerle birlikte ‘ruh’, ‘akıl’, ‘yürek’ ne çok şey biriktirir. İnsanın acıları, sevinçleri, cümle biriktirdikleri var bu şiirde ve kitapta. Geri kalan ‘varlık’ mıdır yoksa gerçekten ‘dünyanın külü’ mü, daha ilk şiirde bu durum sıkıca sorgulanıyor. Mesela neleri biriktirir yüz, “ölümün karşı2 0 1 4 dan görünüşünü elbet”, “gidenlerin ardından kopan boşluğu”, “aşk içinde kaybolduğumuz gençlik”i “ve onun kapanmaz sınırlarını”… Daha ilk şiirde dünyanın bir yangın ve acılar yeri olduğuna, dair göndermeler görüyoruz: “Zehir gibi kederli gökler altında.” Ve böylesi bir dünyada insan neler biriktirmez ki: Yüz, biriktirir / yıkıntılar ortasında üç harf / aşk içinde kaybolduğumuz gençlik / ve onun kapanmaz sınırlarını / dünya denen ırmağa akanı (…) Yüz, biriktirmesin de ne yapsın / ne yapsın aşkı, gurbeti, ölümü…” İnsana dünya yangınından arta kalan elbette “dünyanın külü”dür. Saptama doğru… *** “Görmek, bakmak ve duymak” eylemleri Bilsel’in şiiri için anahtar sözcüklerdir. “Gördüm annemin hazırladığı dünyayı” der ve kendi bakıpgörmeleriyle okura daha geniş bir dünyanın kapılarını açar, sorgular. Mesela, “Biz burada, bu yangında ne arıyoruz / neyin C U M H U R İ Y E T