25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Senem Duruel Kılıçer’den “Türk Sinemasında Tarih ve Bellek” ‘Sinema da bellek kurucu öğelerden biri’ Senem Duruel Erkılıç “Türk Sinemasında Tarih ve Bellek” adlı çalışmasında, bir yandan düşünsel ve biçimsel olarak özgün yapımların ortaya çıkmasını sağlarken öte yandan zihnimizdeki geçmiş kurgularını güçlendirmiş ya da altüst etmiş bir bağlantıyı; sinemanın tarihle ve bellekle çok yönlü, tartışmalı ilişkisini irdeliyor. Duruel, geçmişten günümüze kadar Türk sinemasında tarihin temsilinin hangi uğraklardan geçerek bugünkü biçimini aldığına dair örneklerin yanı sıra bu biçimin gelecekte nasıl bir hal alabileceği konusunda ipuçları sunuyor. Kılıçer’le kitabını konuştuk. r Gamze AKDEMİR arih ve bellek olgularını geniş açı ve temel sorunlarıyla bileşik olarak irdelediğiniz çalışmanızın izleğini açar mısınız? Türk sinemasının tarihe bakışına odaklanan tez çalışmamın tamamlanmasından sonraki 1012 yıl içinde tarihle ve bellekle kurduğumuz ilişki biçimindeki değişim ve bunun sinemasal karşılıklarının oluşması bu kitabı hazırlamamda itici güç oldu. Tarihin, belleğin, toplumsal hafızanın ele alındığı sorgulandığı, farklı zeminlerde ve farklı alanlardan bakışlarla tartışıldığı bir atmosferin varlığı, bu konudaki birikimlerin bir araya getirilmesi çabaları, beni de Türk sineması bağlamında, o çerçeveden bakarak bu kitabı yazmaya yöneltti. 2000 sonrası Türk sinemasında geçmişle yüzleşmenin, hesaplaşmanın ağırlıklı olarak belleğe yaslanması, hatırlamaunutma paradoksunu anlatısının içine yerleştiren filmlerin çekilmesi son derece dikkat çekici. Bir yandan bunu örneklendiren filmleri incelemek istedim, diğer yandan da Türk sinemasında 1950’lerden T itibaren sayısı giderek artan tarihsel filmlerin oturduğu zemini ortaya koymaya çalıştım. Tarihsel film yapımının içerdiği tüm problemlerin Türk sinemasında üretilen filmler için de geçerli olduğu söylenebilir. Bu problemlere, Türkiye’de sinemanın endüstrileşememiş olmasını, süreklilik taşımayan kültür politikalarının etkilerini, sansür olgusunu da eklediğimizde daha çetrefil bir durum ortaya çıkmaktadır. Ancak kitapta vurgulamak istediğim en temel konulardan biri, tüm olumsuz koşullara karşın Rosenstone’un deyişine atıfla “tarihçilerin sorduğu türden sorularla tarihe yaklaşan” usta yönetmenlerimizin çektiği ve tarihsel film denildiğinde genellikle kostüme avantür filmlerin gölgesinde kalan son derece ilgi çekici yapımların varlığıydı. Bu bağlamda Akad, Erksan, Refiğ gibi yönetmenlerimizin filmlerini ve filmlerin yapım koşullarını da ele almaya çalıştım. “TARİHSEL FİLM ÜRETİMİNDE DEVLET BELİRLEYİCİ OLDU” Sinema ve ideoloji ilişkisi, Sinemada “geçmiş anlatıları”, iktidarların, siyasetin odağında nasıl seyretti? Her filmin bilinçli veya bilinçsiz olarak zaten ideolojik bir yaklaşım taşıdığını söyleyebiliriz. Sinemada geçmişin inşasından söz ederken farklı ideolojik yaklaşımların olması son derece doğal. Ancak sıkıntılı nokta, sinemanın iktidar ilişkilerinden bağımsızlaşamaması. John Tosh “tarih, siyasal bir savaş meydanıdır” der. Tosh’a göre otoriteye başkaldıranlar da bu başkaldırıyı boğmaya çalışanlar da tarihin desteğini yanlarına almaya çalışır. Geniş kitleler üzerinde etkili olduğu kısa sürede ortaya konan sinemada geçmişin temsili de iktidarların odağındaki konulardan biri olmuştur. Tarihsel olarak baktığımızda dünya sinemasındaki sayısız örnekte de görülebileceği gibi tarihsel film üretiminde devlet politikaları belirleyici 2 0 1 4 oldu. Tabii ki bu çemberi kıran, resmi söylemlerin dışına çıkarak onu sorgulayan, alternatif bakış açılarıyla izleyiciyi buluşturan ve hatta alternatif bir tarih yazımı yaptığını söyleyebileceğimiz pek çok film de vardır. Visconti, Bertolucci, Wajda, Angelopoulos, Solanas ve daha birçok yönetmen geçmişi farklı perspektiflerden görmemizi sağlayan filmler çekmişlerdir. Tarihe ve geçmişe ilişkin filmler, aynı zamanda çekildikleri döneme dair de söz söylediklerinden, geçmiş üzerine kurdukları anlatılarla bugüne dair düşünceleri dile getirdiklerinden ve geçmişle bugün arasında sürekli bir bağ kurduklarından dolayı da tartışmaların odağında olagelmişlerdir. Sanırım en temel mesele, sinemada geçmişin nasıl ele alındığı veya temsil edildiğinin yanı sıra tarihsel bir olayın, durumun, kahramanın bugünle nasıl ilişkilendirildiğidir. Ferro’nun belirttiği gibi sinemacıların kendilerini ideolojik güçler ve mevcut kurumlardan özerk kılmaları önem taşır. Türk sineması yüzyılı aşkın serüveninde geçmiş ve tarihle nasıl bir ilişki kurabildi? Türk sinema tarihini, bir Türkiye Cumhuriyeti tarihi olarak yorumlamak en çok neden mümkün? Başlangıcından itibaren en büyük finansal kaynak olan devletin sinemaya mesafeli tutumu, Türkiye’nin çalkantılı siyasi hayatı, sözlü kültür geleneğinin dominant olması, Türk sinemasının ekonomik yapısı, işleyişi ve sansür olgusu Türk sinemasının geçmişle ve tarihle kurduğu ilişkide çeşitli sıkıntıların doğmasına neden oldu. Örneğin her seyircinin kolaylıkla gözlemleyebileceği gibi kostüme avantür filmlerde, kostüm, dekor gibi dönem atmosferi oluşturacak ögelerden mahrum yapı, sadece ekonomik koşullarla değil, bilinçli ya da bilinçsiz seçimlerle de ilişkili. Bugünden bakarak belki de gülüp geçtiğimiz veya kült film kategorisine alarak müstehzi bir gülüşle izlediğimiz bu filmlerin çekildikleri dönemde bireysel kahramanlığa, Türk olmaya ve öteki olmaya (örneğin Bizanslı olmaya) dair söyledikleri, o dönem Türkiye’sindeki siyasi atmosferi de temsil eder. Diğer taraftan projelendirilip çekilemeyen filmler, sansürlenen filmler veya yakılan dizi film (“Yorgun Savaşçı”), 1980’lerden itibaren daha yoğun olarak tartışılan Atatürk filmi yapımı konusu, devrimci sinema, ulusal sinema, milli sinema tartışmaları ekseninde çekilen yapımlar da ele aldıkları konular ve geçmişi temsilleri bağlamında Türkiye’deki siyasi atmosferi yansıtır. Temelde Ferro’nun ifade ettiği gibi aslında tüm filmler tarihe ilişkin olsunlar veya olmasınlar bugün bize geçmişe dair görsel verileri sunmanın yanı sıra görüş, duyuş, düşünce ve davranış biçimlerine dair de önemli ipuçları verir. Görüntünün bir metin gibi yorum ve karşıt yorumlarıyla okunabileceği, filmlerin toplumsaltarihsel okumasıyla toplumların geçmişlerinde görünür olmayan bölgelere ulaşılabileceği görüşünden yola çıkarsak başlangıcından itibaren Türk sinemasının Türkiye Cumhuriyeti tarihi okuması için son derece verimli bir alan olduğunu söyleyebiliriz. Tam da bu nedenle tarihçilerin Türk sinemasıyla daha fazla ilgilenmelerini diliyorum. Cemal Kafadar, İlber Ortaylı gibi zaten bu konuda yazan tarihçilerin ve Kurtuluş Kayalı’nın katkılarını da anımsayarak tabii. “SİNEMA KURMACAYLA BELGESELİN İÇ İÇE GEÇTİĞİ ANLATILARA YÖNELDİ” Günümüzde tam bir kurgu çağında Fotoğraf: Tahir ÖZÜÖLMEZ yaşıyoruz. Hayat, bellek cep telefonunda, yaşam an be an kayda geçiyor. Alternatif, paralel zihniyetler yamacında, sıfır model uzak ya da yakın tarihler can bulduruluyor. Dolayısıyla günümüzde bellek kurucu sinemanın sorumluluk alanı daha bir çetrefilli. Bu bağlamı nasıl incelediniz? K İ T A P S A Y I 1257 S A Y F A 4 n 2 0 M A R T C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle