Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA ÖYKÜCÜLERİMİZ ARASINDA12 Kadın yazarlarca yükseltilen öykü bayrağı Kadın yazarlarımız önceki evrelerde de rol oynamamış değildi, ancak bu kez başka bir etkinin de ivmesi oldu bunda. Çünkü 1980 sonrasında kadın girişimi yükselip yoğunlaşırken kadınlarımız, öyküyü, kendileri için yaşamsal önemde alan olarak algıladığını da gösterdi. nar yıllık dilimlerle alacak olursak eğer, öykücülüğümüz, örneğin 1930’lardan 40’lara, 50’lerden 60’lara uzanan süreçlerde de farklı yükselişler yaşamamış değildi elbet. Ancak 1990’larda yeni bir çıkış yaşanırken bu kez bambaşka bir yükseliş gözlendi denebilir gönül rahatlığıyla… Yukarıdaki tarihsel dilimler arasında 1950’lerin yeri apayrıydı kuşkusuz, ne ki 90’larda yaşanan çıkışın, bunu aratmadığı gibi, ötesine geçerek farklı dönüşümlere yol açtığı bile öne sürülebilir sanıyorum. Son on beş yıldır yaşanan bu evrenin artık apaçık bir zaman yorgunluğuna, işleyiş yıpranıklığına uğradığı kestirilebilir elbette. Ama sürecin yazınsal açıdan değerini, öykücülüğümüz bağlamında anlamını, sonuçta önemini ortadan kaldırmaz yine de bu durum. Söz konusu süreci, “Rönesans” ya da “yeniden keşif” başlığı altında alabilmek olanaklı. Gerçekten öykücülüğümüz bir kez daha yükselişe geçerken bunun yönseme bağlamında ivme; akış, katılış anlamında debi olarak olağanüstü düzeye ulaştığı söylenebilir. Öyle ya görülmemiş sayıda öykü dergisi çıktı, yayınevleri öyküye yoğun yer açtı, bütün bunlardan etkilenen yazılı, görsel iletişim araçları buna ilgi göstermek zorunluluğu duydu. Öykü, internette bir cennet havasıyla yayıldı. Öykü evleri açıldı, öykü grupları, arkadaşlıkları kuruldu. Neredeyse 7’den 77’ye herkes öykü yazmaya koyuldu. Buna bağlı olarak ilk öykü kitaplarının yayımlanma sayısı arttığı gibi ilk öykü kitabını yayımlayanlar da ortalama yirmilerin altına indi yaşça. Ancak ileri yaşlarında bile öykü kitabı yayımlamaktan çekinmedi kimse. Ne var ki öykücülüğümüzdeki bu 90’lar sıçramasında en büyük rolü yine de kadınlar üstlendi diyeceğim ben, buna pek çok kişinin karşı çıkacağını biliyor olsam da… “Kadın yazar” vurgusuna bile karşı çıkılabilirken hele. Oysa sözgelimi 1 Şubat’ta TYS’nin Melisa Gürpınar için düzenlediği S A Y F A 14 n 20 Ş U B A T 2014 O “emek” etkinliğinde sürekli dile getirilen “kadın şair” vurgusu bile, olguya artık nasıl bakılması gerektiğini fısıldıyor bizlere. Kadın yazarlarımız önceki evrelerde de rol oynamamış değildi ancak bu kez başka bir etkinin de ivmesi oldu bunda. Çünkü 1980 sonrasında kadın girişimi yükselip yoğunlaşırken kadınlarımız, öyküyü, kendileri için yaşamsal önemde alan olarak algıladığını da gösterdi. Böylece kolej sınavına hazırlanan yeniyetme kız da, torun büyüten emekli kadın da büyük tutkuyla öykü yazmaya koyulabildi, öne atılabildi, öyküden kalkarak gücünü alana eklemleyebildi. ÖYKÜ YAYIMLAMANIN BİR EŞREF SAATİ Mİ VAR?.. Bir öykücü, hangi sıklıkta yayımlamalıdır kitaplarını, buna nasıl bir yanıt verilebilir, kestiremiyorum. Senem Dere, yayımladığı ilk öykü kitabı Hülya Saat’ten (Özgür, 2009) dört yıl sonra ikinci kitabı Yağmur Gölgesi’ni (Ayizi, 2013) yayımlarken Neslihan Önderoğlu, Alakarga’nın yayımladığı ilk öykü kitabı İçeri Girmez miydiniz?’in (2012) ardından ertesi yıl ikincisiyle buluşturdu okuru: Mevsim Normalleri. (2013) İki yazarımız ilkinden ikincisine geçerken öykü kitapları için farklı zaman aralıklarına yaslanıyor. Bu, Dere’nin dosyayı bekletip olgunlaştırdığı, geliştirip iyice pişirmeye çalıştığı ya da dosyasını yayımlama güçlüğü çektiği anlamına mı geliyor, bilmiyoruz. Ya Önderoğlu; o da dosyası nicedir hazır beklediği için mi arka arkaya iki öykü kitabı yayımlıyor ya da dosyaları birden yayımlanma olanağına kavuşuveriyor veya herhangi ödül mü bu yayına hız kazandırıyor, bunu da bilmiyoruz. Yaşamöykülerinden bildiğimiz, her ikisinin de içtenlikli, erden öykü yolcuları olduğu… Dere, Ankara’da yaklaşık on yıldır “amatör edebiyat çalışmaları yapan Perşembe Grubu’nun bir üyesi”, Önderoğlu da İstanbul’da yine Alakarga’nın yayımladığı Sarnıç Öykü dergisinin editörlüğünü yapıyor. K İ T A P S A Y I 1253 C U M H U R İ Y E T