Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O kuduğum Kitaplar METİN CELÂL İstanbul Mayısta Bir Akşamdı Selim İleri “İstanbul Mayısta Bir Akşamdı”da edebiyat eserlerinin izini sürerek başladığı denemelerinde önce anılarını sonra sinemaları, tiyatroları ve tabii İstanbul’un insanlarını, sokaklarını, caddelerini konu ediyor. John Steinbeck’in “Köpeğim Charley ile Amerika Yollarında”sı büyük bir yazarın ustalık döneminden bir gezi kitabından çok roman olarak okunabilecek gözden ırak kalmış bir başyapıt. elim İleri’nin yapıtlarının temelini İstanbul oluşturur. İstanbul’un sözünün geçmediği bir yapıtı olduğunu sanmıyorum. İleri’nin özel olarak İstanbul’a yoğunlaştığı, şehri özellikle geçmişinden başlayarak her yanıyla anlattığı kitapları da bibliyografyasında önemli bir yer tutar. “İstanbul Mayısta Bir Akşamdı” da (Ocak 2014, Everest yay.) bu nitelikteki kitaplarından. Kitap beş bölümden oluşuyor. İlk bölüm “İstanbul Sonsuz Şehir” ilk deneme “Hatıra Kalan Sesler”... Halide Edip’in “Kubbede Kalan Hoş Sada” öyküsünden söz ederek başlıyor. Ablasının ders kitabında okuduğu bu öyküyü hatırlamak aynı dönemde hangi kitapları okuduğunu da düşünmesine yol açıyor. Halide Edip’in öyküsü ile birlikte Selim İleri çocukluk yıllarının İstanbulu’na hem de o yıllarda okuduğu kitaplar, öyküler, hatta yazdıkları üzerinden o yılların yaşam biçimine, kentin görünümünün nasıl değişmeye başladığına sözü getirmesi fırsatını yaratmış oluyor. Denemelerin çağrışıma açık bu yapısı hem onun anıları ve edebi eserler arasında kolayca geçişler yapmasını hem de şehrin nasıl değiştirildiğini anlatmasına bu değişimin olumlu ve olumsuz etkilerini yorumlayıp, kendi görüşlerini de bildirmesine, yapıtlarına nasıl yansıdıklarını anlatmasına olanak sağlıyor. Entelektüel birinin hoş bir sohbeti gibi. Bu nedenle bir denemede onlarca eserden söz etse bile kendinizi bilgi sağanağı altında hissetmiyorsunuz. Kütüphanelerin tozlu raflarında unutulmuş kitapları, artık hatırlanmayan filmleri, tiyatro eserlerini, operetleri, şimdi ismini söyleseler bilemeyeceğimiz ama döneminde çok önemli olan yazarların, sanatçıların, artistlerin neden önemli olduklarını yine anılarla, anekdotlarla hatırlatmayı, hiç değilse yazı ile kayda geçirmeyi önemsiyor, görev biliyor. Üstelik belleğimizin hiç de güvenilir olmadığını bildiği için bu hatırlatma işini farklı vesilelerle defalarca yapıyor. Aynı yapıtlardan söz etmekten hatta aynı alıntıyı tekrar kullanmaktan çekinmiyor. Çünkü her okumanın S A Y F A 10 n 20 Ş U B A T Fotoğraf: Vedat ARIK S farklı boyutlar açtığını biliyor. Biz de okur olarak rahatsız olmak bir yana bu tavrı doğal buluyoruz, seviyoruz. “İstanbul Mayısta Bir Akşamdı” ana ekseninden İstanbul’u hiç çıkartmasa da ikinci bölüm “İstanbul’da Edebiyat”da daha çok unuttuğumuz ya da varlığını bilmediğmiz eserlere yoğunlaşıyor. Örneğin Halid Ziya Uşaklıgil’in “Nesli Ahir”inin yayınlanış, edebiyat çevrelerinde değerlendiriliş, unutulmaya terk ediliş ve yeniden yayımlanma öyküsünü anlatırken eleştirisini de esirgemiyor. Unutulmanın nedenlerini sorguluyor. Her unutulan eser kıymetli değildir. Hele bir yazarın birçok kitabı tekrar basılıp bazıları basılmamışsa yapıtın niteliğine de bakmak gerekir görüşlerini tartışıyor. “Hüseyin Rahmi Monografisi”, “Reşat Nuri’nin şiirleri”... klasikleşmiş yazarlarımızı yayımlamayı arzu eden bir editör sadece Selim İleri’nin denemelerini okuyarak yayın programını oluşturabilir. Üçüncü bölüm “Gelmez Günler” ve “Unutulmayanlar” anı ve anma ağırlıklı denemelerden oluşuyor. Selim İleri çok genç yaşta edebiyat ortamlarına girdiği için çağdaş Türk edebiyatının önemli ustaları dahil birçok yazarla anıları var. Aynı şekilde özel ilgisi nedeniyle tiyatrocular ve senaryo çalışmaları nedeniyle sinemacılarla kurduğu ilişkiler bu anıların çapını oldukça genişletiyor. Selim İleri doğrudan anılarını yazmak yerine bunları da denemelerinin bir unsuru olarak kullanıyor genellikle ama üç ve dördüncü bölümlerde anılar ağır basmış ve iyi de olmuş. Bu denemeleri okuduktan sonra ve Selim İleri’nin yine denemelerinde sık sık yaşından söz edip (1949 doğumlu) yaşlandığını belirtmesinden yola çıkarak artık kronolojik olarak ilerleyecek bir biçimde anılarını yazmasını ya da çeşitli kitaplara dağılmış parçaları bir araya getirmesinin zamanı geldiğini düşünmemek elde değil. Yeni baskılarda kolayca düzeltilebilecek birkaç editoryal konuyu söylemem gerek. Kitapta yer alan yazıların daha önce gazetelerde yayımlanmış olabileceğini tahmin ediyoruz ama hangileri yayımlanmış bilebilmemiz için ya bir su2014 nuş yazılmalıydı ya da yazıların sonunda yayın yeri ve tarihi bildirilmeliydi. Selim İleri, denemelerinde çok sayıda yazar, sanatçı ve eser ismi anıyor ama kitapta ne bibliyografik bir dipnot var ne de dizin. Bir isme, bir yapıta dönüp bakmak istediğinizde kitabı yeniden okumanız gerek. Sayfa düzeni okurun soluklanmasına, okuduğu denemeyi özümsemesine izin vermeyecek bir biçimde denemeler arasında hiç boşluk bırakmadan yapılmış. Görünüm olarak da hoş değil. “İstanbul Mayısta Bir Akşamdı” İstanbul’dan yola çıkıp edebiyat, sinema, tiyatro, hatta mutfağa uğrayıp, anıları yâd edip, unutulmuşları hatırlatıp, eleştiriyi de esirgemeyen denemelerle keyifle ve hızla okunan bir kitap olmuş. Öneririm. “KÖPEĞİM CHARLEY İLE AMERİKA YOLLARINDA” Yıl 1960, John Steinbeck 58 yaşında, yazarlığının doruğunda, birçok başyapıt yazmış, eserleri hem çok okunmuş, hem çok sevilmiş, Dünya çapında tanınmış bir yazar. İki yıl sonra başarısını Nobel Edebiyat Ödülü ile taçlandıracak ama yazarlı Steinbeck, bir sonbahar günü yola koyuluyor ve dört bir yanını otoyolların sardığı ülkesini Charley’le ara ve arka yollardan dolaşıyor. ğında bir yorgunluk hissediyor. “Amerika hakkında yazan Amerikalı bir yazar olarak ben hafızamda kalan şeylerden yararlanarak yazıyordum ve hafızanın en kuvvetlisi bile kusurlu, çarpık bir hazinedir. Epeydir Amerika’nın lisanını duymamış, otlarının, ağaçlarının, lağımlarının kokusunu almamış, tepelerini, sularını, rengini, ışık değişimlerini görmemiştim. Değişiklikleri sadece kitaplardan ya da gazetelerden okumuştum. Daha da önemlisi yirmi beş senedir ülkeyi hissetmemiştim. Kısacası bilmediğim bir konuda yazıp duruyordum ve bana öyle geliyor ki yazar denen birinde bu bayağı suça girer” diye ülkesini tekrar keşfetmeye karar veriyor. 25 yıl önce genç bir yazar adayıyken iki kapılı bir külüstür ekmek arabasının arkasına bir yatak atmış ve ülkeyi gezmiştir. O günleri özlemektedir. Ama şimdi oldukça tanınmış bir yazardır ve aynı rahatlıkta gezip insanların arasına giremeyeceğini, onları kenardan dinleyip gözlem yapamayacağını düşünür. Adını ve kimlğini evde bırakıp, giyimini de dikkat çekmeyecek hale getirip yola çıkmaya karar verir. Yanına köpeği Charley’i alıp bu gezi için özel olarak yaptırttığı karavanı Rochinante ile yola düşer. Bu üç aylık uzun bir gezi olacaktır. John Steinbeck “Köpeğim Charley ile Amerika Yollarında”da (Ocak 2014, çev. Aslı Biçen, Sel yay.) bu gezinin öyküsünü anlatıyor. Steinbeck bu yolculuk sırasında bir günlük tutmamış, daha çok küçük notlar almış ve belleğine güvenerek yazmış kitabı. Kerouac’ın “Yolda”sından (1957) haberi var mıydı bilmiyorum ama “Köpeğim Charley ile Amerika Yollarında” sık sık bana bu çok sevdiğim romanı hatırlattı. Steinbeck’in yaşadıkları ile Kerouac’ın anlattıkları arasında hiçbir benzerlik yok kuşkusuz. Çok farklı şeyler yaşıyorlar, değişik üsluplarla anlatıyorlar ama iki kitapta da aynı sıcaklık ve anlatım rahatlığı var. İkisi de insanlara, ülkesine sevgi ile bakıyor. Hemen bağlanıyorsunuz. Steinbeck, bir sonbahar günü yola koyuluyor ve dört bir yanını otoyolların sardığı ülkesini ara ve arka yollardan dolaşıyor. Yolunu büyük kentlere düşürmemeye çalışıyor. Köylerden, kasabalarda yemek yiyor, sohbet ediyor, dağ başlarında, dere kenarlarında konaklıyor. Amacı bir yerleri görmek değil insanlara yakınlaşmak, onları gözlemlemek ama Amerika’nın yaşadığı büyük değişimi, tüketim toplumu haline gelişine de tanık oluyor. İster istemez 25 yıl öncesi ile karşılaştırmalar yapıyor. Nelerin değiştiğini, nelerin aynı kaldığını anlatıyor. Steinbeck ile köpeği Charley’in dostlukları kitabın başka bir boyutu. Üç ay boyunca birbirlerine can yoldaşı olmakla kalmıyor, iki yakın dost haline gelip mimik ve jestlerden dertlerini, gereksinmelerini anlar hale geliyorlar. Hayvansevenler, özellikle köpek dostu olanlar kitabı bu yanıyla da sevecektir. n K İ T A P S A Y I 1253 C U M H U R İ Y E T