24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Celil Oker ile ‘Ateş Etme İstanbul’ dedik ‘Polisiye sosyolojik tespitçidir! Ama çaktırmaz!’ Remzi Ünal, yaratıcısı polisiye edebiyatın usta isimlerinden Celil Oker’in deyişiyle “şu Hava Kuvvetleri’nden müstafi, THY’den kovulma, kendine saygısı olan hiçbir ‘frequent flyer’ın adını bile duymadığı sekizinci sınıf çartır şirketlerinde bile tutunamayan, MS Flight Simulator’ın Chessna’sına aylardır elini sürmekten uzak, yeniden damat adayı, exkaptan, nevzuhur” özel dedektif. “Ateş Etme İstanbul”da yeni bir düğümü çözüyor şimdilerde. Karşısında sıradan bir kayıp vakasını planlı bir cinayet davasına dönüştüren alışılmadık bir manzara vardır: Kalbinden tek kurşunla vurularak öldürülmüş genç bir adamın cesedi. Gördüğü bu manzaradan daha da şaşırtıcı olan şey ise maktulün kimliğidir... Celil Oker’le yeni romanı “Ateş Etme İstanbul”u konuştuk. r Gamze AKDEMİR bir durum olarak, şehre önceki kuşaklar zamanında göç edilmiş olsa bile, bir türlü esas memleket olarak benimsenmemesi her şeyin üzerine tüy diker. Polisiye için daha uygun ortam olabilir mi? “KATATONİK TİPLER BUNLAR! ‘AĞIR AĞIR’ ABİLER!” Kullandığınız dil öyle “dayı, dayı” değil... Türkçeyi kullanımınızda imtinasız ve racon kesen bir kent dili hüküm sürüyor denilebilir mi? Tehditlerle bezeli diyaloglar mesela... Abartılı değil hiç, kimin dilinden sarfolursa sarfolsun net. Sonra küfür yok gibi... Diğer tiplemeler için de aynısı geçerli. Kötü adamlar, mafya tiplemeleri özellikle... Bir “Ayakçı Burhan”, bir “Deli” mesela... Katatonikler adeta... Asgari haraket, asgari cümle... Ağır ağır “ağır abiler” bunlar... Katatonik ilginç ve doğru bir niteleme. Niyetim o dolaylardaydı, adını koydunuz. Çok gençken o tiplerden bir kaçını tanımıştım. Bugünkü dizilerdeki ağır abiler gibi peşpeşe aforizmatik cümleler etmezlerdi. Dışardan baktığınızda iyi insanlar gibi dururlardı, eyleme gelince iş değişirdi. Küfüre gelince, “bipleme” tehdidinin olmamasını sömürmek hiç akıllıca değil. Peşpeşe küfürler, kimi ergenlerin konuşmalarındaki gibi, yazıya dökülüp okununca gerçekten çirkin bir manzara çıkar ortaya. Üstelik eşim de hoşlanmıyor. Bir iki yerli yerinde küfür, o kimsenin küfürlü konuştuğunu okura iletmekte yeterli. Aslında aldığım temel eleştirilerden biri insanların konuşmalarının fazla birbirine benzemesi. Bu konuda daha dikkatli olmalıyım. Taksici Mahir Salman da süper ama... Siniri tepesine her an vurabilme kapasitesine sahip ama bir “lütfen”e kul kurban olacak denli “insancıl” da olabilen bir mahalle çocuğu... Romanın bu en tumturaklı tiplemesi belki de Remzi Ünal’a sadık bir yoldaş olacak yeni bir roman kahramanının habercisi midir düpedüz? Taksiciler, birbirlerinden çok farklı tutumlar sergileseler de, aslında kentin dipten akan akıntısını iyi temsil ederler. Gezi direnişinde buna işaret eden çok haber okuduk, twit gördük. Mahir de yeterince temsil edici birisi bence. Arkadaşlarıyla. Remzi Ünal’ın bir “sidekick”e sahip olmasını hiç düşünmedim temelde, ancak gerektiğinde, olaylar ekip gücü gerektiren bir hale dönüştüğünde, sahneye girip çıkan bir eleman olması hoş olabilir. Bakalım. “KADINLAR SIKI POLİSİYE OKURLARIDIR” Gözlerdeki ifadeler, o bakışlar... Bana mı öyle geliyor yoksa kimi durgun, kimi kuyu gibi, kimi art niyetli, kimi saf bakışlar bu romanda daha bir önem mi arz ediyor? K İ T A P S A Y I 1225 emzi Ünal... İstanbul ekol bir dedektif... Fosur fosur sigara içiyor... Kahvesiz kafayı toparlayamıyor... Kebap, ciğer ve rakıyla besleniyor. Sigara paketini avucunda sıkıp buruşturup fırlatan, dilinin ucuna gelen küfrü kolay kolay döndürmeyen bir adam. Kafasına göre takılan, gerekirse basıp giden... Eserekli, Muzip, munis, alaycı, boşvermiş, bezgin görünen çok da bilmiş ve görmüşgeçirmiş... Klişelerle kimi bezeli ama özgün ve yaşayan bir “tip”! Yanılmadınız. “Özgün ve yaşayan” tespitiniz benim için iltifat. Teşekkür ederim. Roman karakterlerinin hem son derece tanıdık hem de ve aynı zamanda son derece aykırı olması gerektiğine teorik olarak inanan birisiyim. Bir ölçüde başarabildiysem keyiflenirim. Söylediklerinize belki şunu ekleyebiliriz: Yakındaki kuşu kaçırmamak için zaman zaman ürkek davranan, daldaki kuşu indirmek için zaman zaman sapanını geren bir çocuk. Bu dedektifin mizahi yönü ve bir de her olayda en az iki kez tufaya düşürülebilmesi de onu sahici kılan özelliklerinden. Öyle ikonik, sibernetik, süpermen bir adam değil hani... Hepimiz kadar arızalı ve tıkalı trafikte sıklıkla esir bir adam değil mi? Aman Süpermen olmasın da, Spiderman’e daha yakın dursun istedim hep. Öyle de oldu galiba. Hem akıllı hem salak, hem cesur hem korkak, hem bana yakın hem uzak, hem yenen hem yenilen, hem yalnız hem birileriyle, hem Türk hem Avrupalı, adalet duygusunu S A Y F A 4 n 8 R yüceleştirmeyen ama bir biçimde adaleti sağlayan, hem pilot hem yerden ayağını kesmeyen. “HARDBOILED POLİSİYENİN GURURLA BİR PARÇASIYIM” Polisiyenin güçlü sosyolojik yönünü, halkla temasını, nasıl yorumluyor ve kuruyorsunuz? Sadece polisiyenin değil, tüm popüler kültür ürünlerinin içinden çıktıkları toplumla ilgili çaktırmadan sıkı tespitler yaptığına inanırım. Çaktırmadan ama. Sanki farkında değilmiş gibi.Örnek; Star Trek dizisi ilk yayınlandığında yönetim katındaki tek kadın olan Uhura’nın görevi iletişim subayı olmaktı. Kaptan Kirk’ün sekreteri yani. Dizinin otuz küsür yıl sonraki versiyonlarının birinde geminin kaptanının kendisi kadındı. Bu bize batı toplumlarında kadının rolünün nereden nereye geldiğini göstermiyor mu?Benim yazdıklarımın bizim toplumumuzun nelerini çaktırmadan ifade ediyor, ben söyleyebilme durumunda değilim. Umarım kayda değer bir şeyler ifade ediyordur. Ülkemizde polisiyenin sokağın ve suçun kalbi dolayısıyla aksiyonunun daha bol olması anlamında daha çok 2 0 1 3 kent yazınına müsait bir tür olduğu söylenebilir mi veya belki de tersi? Geleneğinin bir parçası olmaktan gurur duyduğum “hardboiled” polisiyenin Amerika’daki ilk çıkışında yaptığı en önemli şey buydu. Cinayetleri oturma odalarından, malikane kütüphanelerinden sokağa taşımak. Dolayısıyla metropoller polisiyenin temel çevrelerinden biri haline geldiler.İstanbul’un ise dünyanın öteki metropollerinden geri kalır hali yok hiç bir alanda. Şehirleşmenin sağladığı rantın her zaman yasal yollarla paylaşılmıyor olması taraflar arasında itiş kakışa, dolayısıyla aksiyona yol açar her zaman. Kalabalık içinde anonimleşme, dolayısıyla vicdanın çevre tarafından beslenmesinin yavaş yavaş ortadan kalkması bu durumu kronikleştirir. Trafikte alan kapmak için bile sertleşiriz kornalarımızla. Devletin düzen sağlayıcı güçlerinin yetersiz kalması, giderek yasa dışı gelir paylaşımlarından bizzat pay alır duruma gelmesi işleri daha karışık duruma getirir. Türkiye’ye özgü A Ğ U S T O S C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle