Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y ünyaya gözümü Büyükada’da, Maden Semti’ndeki “Gözlü Ev”de açtığımı söylesem, yalan olmaz. Gerçi annemin beni Sıraselviler’deki Alman Hastanesi’nde doğurduğunu bilmiyor değilim; ama belleğime açık seçik yerleşen ilk mekân, hastaneden çıkarılır çıkarılmaz, güzel bir mayıs günü götürüldüğüm “Gözlü Ev”. Yanılmıyorsam, hayatımın ilk on yılının azımsanmayacak bir bölümü, renkli camdan pencereleri olan bu üç katlı köşkün orta katı ve bahçesinde geçti. Evin alınlığındaki kabartma Masonik göz, sanki tüm olup biteni görürdü. Ne zaman bir yaramazlık yapsam, annemle anneannemin, “Akşam baban gelince, O bütün yaptıklarını bir bir anlatacak!” dediklerini anımsıyorum. Yıllar sonra anlattığımda, kimi dostlarım, küçük bir çocuğa böyle gözdağı verilmesini çok acımasız bulmuşlardı. Oysa şimdi bana hiç de acımasız gelmiyor; evet, beni bir parça ürküten, ama daha çok heyecanlandıran bir oyun gibi düşünüyorum o gözdağını. Kaldı ki, “Göz”ün bana ihanet etmediğinden, beni hiçbir gün ele vermediğinden en küçük bir kuşkum yok… Geçenlerde Büyükada’da, Adalar Müzesi’nin Çınar Mahallesi’ndeki alanında bir sergi açıldı: “Hâlâ Hatırlıyorum…” Serginin küratörü Akillas Millas. Ne ki, son yıllarda sergi kavramına “çağdaş bir yaklaşım”ı dile getiren, zaman zaman da serginin sanatçı ya da sanatçılarını gölgede bırakan “küratör” tanımı bu sergi için biraz “soğuk” kalıyor. Neden derseniz, sergi, çok uzun yıllar Büyükada’da yaşamış, Büyükada’yı yaşamının ayrılmaz bir parçası kılmış gerçek anlamda bir İstanbullunun, Akillas Millas’ın ruhunun, anılarının, ada sevgisinin sıcak soluğunu taşıyor yüreğimize de ondan. Adalar Belediyesi’nin yayımladığı sergi kataloğunda, Akillas Millas’ın Sunuş’unu okuduğumda, ondan on üç yaş küçük olmama ve hiç tanımamama karşın, kendimi ona müthiş yakın hissettim. O yüzden, yazıma, kendi Büyükada’mın “seyir defteri”nden bir ipucu vererek girmeden edemedim. Millas’ın kendi “ada serüveni”nden birkaç satır okuduğunuzda, hiç kuşkum yok, bana hak vereceksiniz: “Doğma büyüme Adalı değilim. Beyoğlu’nda doğdum, Kumbaracı Yokuşu’nda. Ancak yerlilerin ‘göç’ dedikleri yazlıkçılardan olmama rağmen kendimi Büyükadalı bilirim. Zaten hep öyle bildim, ta küçüklüğümden beri. Nedenlerine gelince hikâyesi uzun, yüz yıl gerilere gider, bir tek sayfaya sığmaz. Sene 1908. Sağanak yağmurlu, lodos fırtınalı, yandan çarklıların sefer yapamadığı bir sonbahar akşamı dedemle anneS A Y F A 6 n 11 T E M M U Z eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Akillas Millas’ın Büyükada’daki ‘Hâlâ Hatırlıyorum’ sergisi ve kataloğunun hatırlattıkları Ada sevgisinin sıcak soluğu D annem bu adada sözleşmişler. (…) Annem 1912’de doğmuş, yazlarını hep Büyükada’da geçirmiş. Babamla da herhalde adada tanışmışlar. (…) 1934’te ben doğdum, birkaç aylık iken adaya getirmişler, kucakta. İlk adımlarımı adada atmışım. Küçüklüğüm ve gençliğim Hristos Mahallesi’nde geçti. (…) 1918’de Aşağı Macar Meydanı’nda (şimdi Saat Kulesi’nin bulunduğu meydan) vapur çıkışı (üstte). Hastaoğlu ve Tavaniotis tarafından Büyükada’da imal edilen sigara kâğıdı kutusu kapakları (solda). Bugün Çiçekli Yalı Sokak olarak bilinen eski Berberoğlu Sokağı. Akillas Millas çizimi (sağda). Eşim Niki Hanım’la adada yakınlaştık diyebilirim. 1963’te evlendik. Aynı günün gecesi adaya çıktık, son vapurla. Slendid Oteli, oda No: 59. O gün, bugün, ilkbahar ve sonbaharın iki haftasını adada geçiriyoruz. Aynı otel, aynı oda. Kendimi nasıl Adalı bilmeyeyim? Hep soruyorlar, ısrarla: Ada çok mu değişti? Hatıralarımdaki ada nasıl idi? Günlük hayatı, eski insanları, ilişkileri, ‘Rumların zamanındaki’ ada. Onlar sor dukça müruru zamana uğramış bir devrin kalıntısı olarak görüyorum kendimi. (…) O çocukluk, gençlik ada yıllarımı aradığım bir gerçektir. Evet, o küçüklüğümdeki ada çok gerilerde kaldı. Toprak yolları asfaltlandı, basit, küçük ahşap evlerin çoğu betonlaştı, sakin köy özelliğini hemen hemen tamamıyla yitirdi. Eski insanları da yok, birer birer kimi Tepeköy’üne, kimi Aya Nikola’ya göç etti, gitti, unutuldu. wanılardaki, hatıralarımdaki ada başka, bu hâlâ sevdiğim, hep seveceğim ada başka. Bütün güzellikleri ile karşımdadır. Eskimiş kartpostallarda, solmuş fotoğraflarda kalan, hâlâ hatıralarımda yaşattığım adayı resimlerimle, çizimlerimle, kitaplarımın sayfalarında canlandırabilirsem ne mutlu bana…” Çocuk cerrahisi ve ortopedi alanlarında ülkemizin önde gelen hekimlerinden biri olan, ama 1983’ten bu yana “Oğlunuz Er Yorgo Savaşırken Öldü”, “Halki (Heybeli)”, “Prinkipo (Büyükada)”, “ProtiAntigoni (KınalıadaBurgazada) gibi kitaplarıyla da tanıdığımız Akillas Millas, Büyükada’daki Çınar Müze Alanı’nda yer alan “Hâlâ Hatırlıyorum” sergisinde olduğu gibi sergi kataloğunda da kendi koleksiyonundan kartpostallara, eski fotoğraflara, gravürlere, haritalara, faturalar ve antetlere, temsil programlarına, sigara kâğıt kutusu kapaklarına, kâğıt paralara, gazete kupürlerine, muhtar mühürlerine, karikatürlere yer veriyor. Ama en az bunlar kadar önemli olan, Millas’ın, bir dönemin ünlü yapıları için yaptığı cephe çizimleri… Tasarımını Sera Dink’in üstlendiği sergiye Derya Koç’un yönetmenliğinde çekilen ve sergiyle aynı adı taşıyan bir belgesel de eşlik ediyor. Sergiyi gezecek olursanız, mutlaka bir katalog edinin. Gerçi sergi uzun süre açık kalacak, ama Akillas Millas’ın Büyükada’sı, anlattığı eski Adalılar, o güzel evler ve yapılar kataloğun sayfalarında varlığını sürdürecek. Millas’ın Büyükada ve Adalı olmak üstüne yazdıklarını okurken, hep Sait Faik geçti aklımdan. Gerçi Sait Faik Büyükadalı değildi, Burgazadalıydı; ama bugün Adalar dediğimiz Büyükada, Heybeliada, Burgazada ve Kınalıada’yı kapsayan bir Adalılık kavramı yok mudur? Dahası, ada üstüne yazılmış kitaplar da biraz adaya benzer. Ada üstüne yazan yazarlar da biraz adaya benzediklerinden mi, bilinmez. Sait Faik’i çoğumuz yalnızca yazdıklarıyla tanıyoruz. Ama yazdıklarıyla, öyküleriyle kendini en çok ele veren yazarlardandır Sait Faik. Tüm öykülerinde olduğu gibi, “adalı” öykülerinde de alabildiğine bir insancıllık, okuyucuyu sarıp sarmalayan bir sıcaklık, artıp eksilmeyen bir yakınlık vardır. Ne ki, hep bir yalnızlık da yok mudur? Sait Faik’in öyküleri, biraz da, yalnız bir insanın başka insanlarda, çocuklarda, ağaçlarda, kuşlarda, kayıklarda, bulutlarda çoğalması değil midir? Birbaşınalık, yanı sıra, bir uzaklık da koyar araya. Hem çok yakındır, hem uzak. Ada gibi… n MÜREKKEBİ KURUMADAN Yorguli, oldu Yörükali… A 2013 killas Millas, “Hâlâ Hatırlıyorum” adlı serginin kataloğunda, bir zamanların Büyükada’sının pek çok semtini, sokaklarını, evleri ve konaklarını, o evler ve konaklarda yaşamış insanları anlatırken, adanın özellikle 1940’lardan başlayarak değiştirilen sokak, cadde ve yer adlarına da değiniyor: “… Türk Tarih Kurumu Başkanı Enver Ziya Karal ve ‘İstanbul Ansiklopedisi’nin başyazarı Reşat Ekrem Koçu İstanbul’un tarihi gelişimine gayri ilmi ve yersiz bir müdahale olarak gördükleri bu girişimleri yakın dostlarına sık sık şikâyet edeceklerdi. Sonuçta, Aya Dimitri Kilisesi Sokağı, Hacı Fotaki Sokağı, Tepeköy’deki Despot Sokak, Büyük Çınar Yokuşu’ndaki Patrik Sokak unutulacak, Osmanlı’nın bile Panaya Kilise Sokağı olarak bildiği, kilisenin hemen bitişiğindeki sokağın ismi bundan sonra İsa Çelebi Sokak olarak bilinecekti. Bundan böyle Thimiana Amca’nın sokağı ‘Temenna Sokak’, tarihi Panco Sokağı ‘Pancur Sokak’, Ada ihtiyar meclisi azalarından Ligor Pervana Bey’in adını taşıyan sokak ‘Pervane Sokak’, Kefala Kalfa’nın sokağı ‘Kefil Sokak’, Kabzımal Kotoğlu Sokağı ‘Kutuoğlu’, Pashalaki Oteli’nin yokuşu ise ‘Sehpal Sokak’ olarak bilinecekti. Hatta Giacomo Caddesi ‘Çankaya’ya, Hırvat asıllı efemine Yorguli’ye ait, gazinosu ve Ada’nın ilk karma banyolarıyla ünlü Yorguli Kumsalı ‘Yörükali’ye dönüşecekti…” Her ülkede, her kentte olduğu gibi Ada’da da bugünü, geçmişini bilerek, geçmişin duyarlıklarını günümüzde duyumsayarak uygarca yaşayabiliriz diye düşünüyorum. n K İ T A P S A Y I 1221 C U M H U R İ Y E T