02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

nak bu gün “Çileklik” adıyla okuyacağımız romanında ev sahipliğini yapacaktır gelecekte. Çünkü yazarın bu konakla yakından ilişkisi vardır. Fakat ailesi konağı elden yok pahasına elden çıkarmıştır. Bunu romanın ikinci bölümünde bugünden, yazarın kendi yaşadıklarından aktardıklarıyla okuruz. BORDO KAPLI DEFTER Turgay Fişekçi’den ‘Güzelle Büyü’ Kış günlerinde aşk kaybolmasını değil ondan tekrar ayrılmasını ele alan, aşkı bulmanın mutluluğuyla değil kaybetmenin mutsuzluğuyla ilgili şiirler. Böyle olması da bana kaçınılmaz geliyor. Mutlu aşk var mıdır, bilmem ama böyle bir şeyin şiirinin yazılabileceğine ya da en azından, yazılırsa sonucun doyurucu olabileceğine inanmakta zorlanıyorum. Dahası, mutluluğun herhangi bir bağlamda temsil edilebilmesi ya da betimlenebilmesi bana uzak bir olasılık gibi geliyor. “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin, Abidin?” Bence bu ünlü sorunun cevabı açık. Resim yapabilmek için dünyaya bakmak gerekir; dünyaya yalnızca dünyayla bütünleşme ve uyum içinde olmayıp onun dışında duranlar bakabilir, bütünleşme ve uyum içinde olmamak da bir anlamda mutsuzluğun tanımıdır. Bu nedenle “mutluluğun resmi”nin yapılması düşünülemez çünkü resim denen şeyi işin başından mutsuzlar yapar, onların bize aktaracağı “mutluluk” da olsa olsa, gerçekten yaşanmayıp yalnızca düşlenmiş bir durumdur. Turgay Fişekçi’nin son şiir kitabı Güzelle Büyü’yü şaşırtıcı kılan, yukarıda dediklerimin neredeyse tümünü altüst etmesi. Fişekçi’nin şiirleri mutlu bir aşkın çevresinde dönüyor ama şair Hikayenin ikici bölümde Meliha Akay’ın babasının ölüm yıldönümü dolayısıyla gittiği Mustafakemalpaşa yakınlarındaki Uzgur çiftliğindeki başlar. Yazar evde, artık tahtaları bile çatırdayan evin üst katındaki sırça sandığı karıştırırken bordo ciltli bir defter bulur. “Sabaha karşı uyanmış, nedensiz bir dürtüyle pencereye koşmuştum. Perdeyi sıyırır sıyırmaz pırıl pırıl hilâli ve hemen altında parıldayan yıldızı görmüştüm. İlk kez görüyormuş gibi, nutkum tutulmuşçasına baktım. Ne gece, ne sabah! Kimseye görünmeden evden çıktığım gibi soluğu çiftlikte aldım. Saatlerce sandığın başında oturduğumu, büyük annemin yazdıklarını okuyup bitirdiğimde elimden başka bir şey gelmediği için katıla katıla ağladığımı anımsıyorum! Sonra da sokaklara fırlayıp dolaştığım, arabaya atladığım gibi Çataldağ’a ve Çobandede’ye gittiğimi… Avaz avaz haykırdığımı, tepelerden ormanlara çarpan sesimin bulutlara doğru kırılıp dağılmadan yol aldığını… Bir ışık, bir yüz, bir işaret, bir renk görmek istercesine sesimin ben olarak beklediğini ve geri döndüğünü… Kirmasti Çayı boyunca at üstündeymiş gibi koştuğumu… Ahi Evran eli, Mevlâna sözü değmiş kapılar aradığımı… Sonunda; içimde mağrur bir zakkum gibi büyüyen geç kalmışlık ve yitirmişlik duygusuyla geri döndüğümü…” cümleleriyle aktarır defteri bulduktan sonraki duygularını… DEFTERDEN ÖNCE DEFTERDEN SONRA Turgay Fişekçi yeni şiir kitabı Güzelle Büyü’de, aşk şiirini bekleyen tuzaklara düşmeyen bir dizi nitelikli ürün sunuyor. r Şavkar ALTINEL urgay Fişekçi bir yazısında şiirin en çok aşk şiirinde şiir olduğunu ileri sürmüştü. Korkarım, ben tam bu görüşte değilim. Bence aşkın kendisi gibi şiiri de bir “baştan çıkma” ve kontrol kaybı içeriyor. Dolayısıyla da, “aşk şiiri” denilen tür, retoriğin yapıya galip geldiği bir çeşit sayıklamaya dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya. Bu görüşümün aksini kayıtlayan düzinelerce başarılı aşk şiiri yok mu? Var elbet ama acaba o şiirlerde gerçek aşk var mı? Şairin aklı hâlâ sağlam bir şiir üretebilecek kadar başındaysa âşık olduğu doğru olabilir mi? Benim için her şey sonuçta bir özneyle bu öznenin karşısında duran nesneden oluşuyor. Bu modelin fazlasıyla basit olduğunun, yıllardır sorgulandığının, demode ve geçersiz bulunduğunun farkındayım. Ama söz konusu model beni çekmeye devam ediyor ve özne ile nesnenin ayrılığının ortaya çıkardığı gerilim, ironi, mesafe ve soğukluğun şiirin vazgeçilmez öğeleri olduğunu düşünüyorum. Aşk ise öznenin nesnede kaybolmasına yol açarak bu öğeleri tehdit ediyor ve bence şiiri şiir olmaktan çıkarabiliyor. Başlığında “Aşk”, “Sevgi”, “Sevgili”, “Sevda” kelimelerinin olduğu şiir kitaplarından genelde uzak durmamın nedeni bu. Son çeyrek yüzyıl içinde Türkiye’de şiirde benim için önemli olan niteliklerin hiç olmazsa bir bölümünü barındıran aşk şiirleri yayımlandı (Hulusi Özoklav’ın dergi sayfalarında kalan “Kartpostal Arkaları” adlı uzun şiiriyle Alfabe’si, Roni Margulies’in Elsa’sı) ya da böyle şiirler Türkçeye çevrildi (Ted Hughes’un Doğumgünü Mektupları). Ama bunlar bir aşkın içinden değil ardından yazılmış, öznenin nesnede T Neden? Yukarıda dediğim gibi Fişekçi belki de gerçekten âşık olmadığı için mi? Hayır, bence bu şiirleri kurtaran öğe bambaşka: “Bir ömrün kışında/ Birbirimize taşıdığımız özsularla/ Çiçeğe durduk işte sonunda”. Doğum yılı 1956 olan şair altmışına merdiven dayamış bir âşık olduğunun bilinciyle yazıyor. “Ölüm” kelimesinin kitapta yalnızca bir iki defa geçmesine karşılık, Eros kadar Thanatos da Güzelle Büyü’de belirgin bir varlığa sahip. Fişekçi cömert bir şekilde kendini hayata ve aşkına verirken bir yandan da sanki yaşlılığın ve ölümlüğün hüznünü üstünden atamıyor ve bu da şiirini bileyip incelterek aşk şiirinde kolaylıkla rastlanabilen zayıflıklardan arındırıyor. Çok daha önemlisi, içinde bulunduğu karmaşık durum şairin, aşka olduğu kadar, genel olarak dünyaya bakışını da derinleştiriyor. Kendisinin de bir bakıma bunun farkında olduğu kitabın “Güzelle Büyü”, “Bütün Yaz” ve “Pencere Önü” adlı üç bölümden oluşmasından belli. Fişekçi, görebildiğim kadarıyla, bu bölümlemeyi tematik olarak birbirine benzeyen şiirleri bir arada tutmak için yapmış. Ama bir yandan da “güzelle büyümek” kavramı aşka kendini verişe, geçiciliğin önde gelen simgelerinden “yaz” kitaba gölgesini düşüren yaşlılığa, “pencere” de bu ikisinin sentezinden çıkan bakışa işaret ediyor. Sözünü ettiğim sentezin yabana atılmaması gerektiğini de vurgulamak isterim. Bazen bütün bir kitap, hatta bir şairin bütün yazma serüveni tek bir şiire hazırlıktır. Fişekçi Güzelle Büyü’nün tümünün hazırlık olduğu bir şiir olduğu görüşüne katılır mı ya da katılacak olsa benimle aynı şiiri seçer mi, bilmiyorum, ama bana göre kitabın özünde yatan kısacık şiirin tümü aşağıda: BAYRAM Kirpiler kış uykusuna yatmış mıdır? Günler kısalıp kararsa da biz daha buradayız Yanmış anıların külleri arasında Toprağa bakıp anlamak için Değişen gölgelerin söylediklerini. Şiirin adının neden “Bayram” olduğuna emin değilim (belki bir bayram sırasında yazılmıştır) ama kendisinin tam bir şölen olduğu kuşkusuz. Değişen mevsimler, geçip giden hayatlarımız, her şeyin hem alabildiğine açık hem de anlaşılamayacak kadar esrarengiz olması, dünyaya yakınlığımız ve uzaklığımız bütün bunları beş dizeye sığdırabilmek ancak uzun, upuzun bir hazırlık dönemiyle mümkün. Bu kusursuz şiirin kendisi belki tam anlamıyla bir aşk şiiri değil ama göstermeye çalıştığım gibi, kitaptaki aşk şiirlerinden evrilip bize ulaşıyor. Fişekçi yıllar önce de “Beyaz Kiraz Likörü”nde siyasi şiirlerinden evrilen kısacık kusursuz bir şiir yazmıştı. Bir şairin iki kusursuz şiir yazmayı becermiş olması gıpta edilesi olduğu kadar şaşırtıcı da bir durum. Ama dediğim gibi, şaşırtıcı olmak Fişekçi’nin özelliği. Güzelle Büyü’yü edinip okuyun: sizi de şaşırtacağına eminim. n Güzelle Büyü/ Turgay Fişekçi/ Sözcükler/ 80 s. 2 0 1 3 n S A Y F A 1 3 Üzerinden bir hafta geçer o hâlâ kimselerle konuşamaz, sorulara yanıt veremez! Bir anda kırk yıllık yaşamının ikiye bölündüğünü hisseder. Defterden öncesi ve defterden sonrası! Kur’an değil! Aynı kalınlıkta, aynı ebatlarda, ama Kur’an değildir! Lâkin el yazmasıdır defter… Üzerinde “1890 1910 / Mihriban / Hatıra Defteri” yazmaktadır. Hikâyenin bundan sonraki sayfalarında, nar kırmızısı, üzüm karası, kar beyazı, mürdüm moru, limonküfü gülkurusu renginde Çamlıca tepelerinde kağıda dökülür. Okura bütün hikâye boyunca kelimelerin maharetli ellerde sırça sandıktan çıkıp, gülkurusu, sümbül ve erguvan zamanıyla aşkın, hasretin, tarihin kokusunu getirip avuçlarımıza bıraktığını belirtelim… Melha Akay’ın kaleminden sözcükler; “Ya kitaba tutunur aydınlığa yürürsün ya da insana tutunur sarmaşık gibi gölgede yaşarsın” der okuruna… n Çileklik/ Meliha Akay/Gita Yayınları/ 272 s. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I Doğum yılı 1956 olan Turgay Fişekçi, altmışına merdiven dayamış bir âşık olduğunun bilinciyle yazıyor. sevgilisine, “Rüyalarımız karıştı birbirine/ Hayal kuleleri, hayal şehirlerden geçerken” ya da “Bir şato olsam istedim sana/ Majestelerini ejderhalardan kurtaran prens” ya da “Karanlık bulutlar kocaman bir şapka gibi başımda/ Bastıran yağmurla sırılsıklam karakeçi sürüsünden biriyim/ Dağlarda kayboldukça seni bulmaya geldim buraya” derken mutlu aşklarla ilgili şiirlerde kimi zaman görülebilen o kontrolsüz sayıklama durumuna düşmüyor, yazdıkları şiir olmaya devam ediyor. 1 1 1221 T E M M U Z
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle