Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Canan Tan’dan ‘Hasret’ Suyun iki yanında süren özlem... Canan Tan’ın yeni romanı Hasret, dokunaklı bir aşk öyküsünün geri planında mübadele dramını çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Roman gerçek bir öyküye dayanmasıyla da dikkat çekiyor. Ë Elif TANRIYAR ir gün gittiler ve yaşam iki taraf için de bir daha hiç aynı olmadı… Bundan yaklaşık yüz yıl önce gerçekleşen mübadele sonucu vatanlarının yeri değişen Türkler ve Rumların trajedisi öylesine derin acılar taşıyor ki bugün hâlâ etkilerini hissedebiliyoruz. Canan Tan, hemen her romanında değişik bir konuyu mercek altına almasıyla da tanınır. Yalnızca aşkı değil esasında yaşama dair farklı gönül yaralarını, dramları anlatır. Bu bazen organ bağışı üstüne bir roman olabileceği gibi, eroin bağımlılığına dair toplumsal bir dram da olabilir. Tan, son romanı Hasret’te ise bu kez de tarihimizdeki en hüzünlü mevzulardan biri olan ve Lozan Barış Antlaşması’nın hemen ertesinde gerçekleşen TürkYunan mübadelesinin öyküsünü, gerçeklere dayanan bir hikâye çerçevesinde anlatıyor. HER KOŞULDA AŞK Mübadele romanları son zamanlarda sıklıkla karşımıza çıkmaya başladı. Fügen Ünal Şen’in Bir Avuç Mazi’si ile Yılmaz Karakoyunlu’nun Mor Kaftanlı Selanik’i bunların içinden ilk akla gelen isimler… Canan Tan’ın Hasret’i ise bu toplumsal dramı, merkezine aldığı bir aşk öyküsü üstünden anlatarak trajedinin bireylerin üstündeki etkilerini uzun yıllara dayanan boyutlarıyla gözler önüne seriyor. Kırşehir’in Keskin ilçesinde geçen hikâye, Kurtuluş Savaşı’ndan kısa bir süre önce başlıyor. Kasabanın ileri gelen zenginlerinden Hacı Ali Ağa’nın ailesini tanıyoruz öncelikle. Hacı Ali Ağa iki eşlidir. İlk eşi Ümüş Hatun ne kadar olgun ve yapıcıysa, ikinci eşi Fatiş Hatun da bir o kadar otoriter ve hırçındır. Ancak kocasının gözdesi olan Fatiş Hatun bile Ümüş Hatun’a saygıda kusur etmez. Bu iki ilginç kadın karakter aracılığıyla romanın bir başka boyutuna daha tanık olmaya başlıyoruz. Anadolu’daki aile yapısı ve bugün bile korunan kimi gelenekler… Keskin ilçesi yalnızca Türklerin değil Rumlar ve Ermenilerin de bir arada yaşadığı huzurlu, mutlu bir yerdir. Ancak SAYFA 6 ? 9 MAYIS B Birinci Dünya Savaşı bu huzuru bozacak ve tüm ülkede başlayan TürkRum gerilimi diğer yerlere göre az da olsa burada da hissedilecektir. İşte bu gergin ortamda romanın ana merkezini oluşturacak bir aşk hikâyesi doğar. Hacı Ali Ağa ve Fatiş Hatun’un gözdesi, en küçük oğulları Tacettin, kasabanın Rum tavernasının sahibi olan Omorfia’nın güzel kızı Patricia’ya âşık olur. Omorfia da gençliğinde kocasıyla büyük bir aşk yaşamış, ilk başta istenmeyen bir gelin olsa da zamanla terslikleri atlatmış ve kocasıyla mutlu bir evlilik yapmıştır. Ne yazık ki kocasını erken yaşta hastalıktan yitirmiş ancak hâlâ ona olan özlemi ve aşkı dinmemiş olan Omorfia, aşkı bilen ve ona saygı duyan bir kadındır. Dolayısıyla Patricia ile Tacettin arasındaki aşkı fark ettiğinde karşı çıkmaz, aksine gençleri elinden geldiğince destekler. Ne var ki Fatiş Hatun tam tersi bir yapıdadır. Otoriter kişiliğiyle oğlunun ve aslında tüm ailesinin üstünde baskı kurmaya alıştığından, şiddetle karşı çıktığı bu ilişkiden oğlunu da vazgeçirebileceğini düşünür. Fatiş Hatun görünürde Rum bir geline karşı çıkmaktadır, oysa asıl derdinin ne pahasına olursa olsun kendi istediğini kabul ettirmek ve dolayısıyla da oğlunu yalnızca kendi seçtiği gelin adayıyla evlendirmek olduğunu hissederiz. Neredeyse bir tür aşkla bağlı olduğu oğlunun, bir diğer kadına kendi annesinden bile vazgeçecek denli âşık olmasını bir türlü hazmedemez ve durumu, asla geri adım atmadığı, uzlaşılmaz bir güç savaşına dönüştürür. Tan, bu iki kadın karakter aracılığıyla farklı bir okuma sunuyor bize. Fatiş Hatun da, Omorfia da aslında otoriter ve güçlü kişilikleriyle benzerlik gösterseler de aşka ve çocuklarının kararlarına gösterdikleri saygıyla tamamen zıt tutumlar sergiliyorlar. Omorfia, kocası tarafından çok sevilmiş ancak her zaman hayatıyla ilgili kendi kararlarını kendi veren, bağımsız ve güçlü bir kadın olmuştur. Gücünü kendinden alır. Bununla birlikte Fatiş Hatun da kocası tarafından çok sevilip, el üstünde tutulan 2013 bir kadın olsa da, evin tek hâkimi olmadığını bilir. Ne kadar saygı ve sevgi duyuyor olsa da kocasını üstüne kuma geldiği bir başka kadınla paylaşmak zorundadır. Üstelik her dediğini yaptırıyor olsa da evin reisi kocası olduğundan aslında hayatına dair kararları kendisi vermemektedir. Bu durumda da gücünün kaynağını kocası ve ailenin gözdesi oğlu Tacettin üzerinde kurduğu kaprisli otorite üzerinden almaya çalışır. Tacettin ve Patricia tüm olumsuzluklara karşın aşklarını yaşamayı sürdürür, bu arada bir de oğlan sahibi olurlar. Tacettin’in babasının adını koyduğu Ali bile Fatiş Hatun’u yumuşatamaz ve derken uzun süredir adım seslerini duydukları bir felaket gerçekleşir; Omorfia, Patricia ve Ali mübadele nedeniyle zorunlu olarak evlerinden ayrılıp, uzun ve zorlu bir göçe çıkmak zorunda kalırlar. Canan Tan’ın belli ki çok kapsamlı bir araştırma sonucu elde ettiği tarihi gerçekler ve tanıklıklarla desteklediği bu göç bölümü, romanın belki de en acılı ve dramatik bölümünü oluşturuyor. Önce at arabası, ardından tren ve son olarak vapur yolculuğuyla Selanik’e varan göçmenlerin bu uzun ve meşakkatli yolda yaşadığı zorluklar, tıbbi ve hijyenik koşulların eksikliğinin yanı sıra gıda eksikliği de çekmeleri nedeniyle yakalanılan hastalıklar, hikâyede tüm çarpıcılığı ve gerçekliğiyle anlatılıyor. Vapurda gerçekleşen ani ölümlerin dramıyla, Se lanik’teki karantina sırasında yaşanan neredeyse insanlık dışı uygulamaların dehşeti okuru zaman geçse de asla unutulmayacak insanlık dramlarıyla bir kez daha yüzleştiriyor. Öte yandan Omorfia, Patricia, Ali ve yardımcıları Eleni’ye Selanik’te verilen evin, göç emri gelmediği için hâlâ evde yaşamakta olan eski Türk sahiplerinin bu kez suyun öte yakasında yaşadıkları benzer drama, Türk göçmenlerin gözünden de tanık oluyoruz. İki ailenin arasında kurulan dostluk ve dayanışma ise aslında yüzyıllardır bir arada yaşayan bu iki halkın ortak alışkanlıklarını, misafirperverliklerini ve insan olmanın onurunu gösteriyor bize. UZAKTAKİ VATAN Omorfia ve Patricia kendilerine yeni bir yaşam kurmaya çalışırken Tacettin ise sevgilisi ve oğluna sahip çıkamamış olmanın vicdan azabı ve göstermiş olduğu zayıflık nedeniyle onur kırıklığı yaşamaktadır. Çok uzun bir süre kendine gelemeyip, annesini affetmese de zamanla ailenin diğer fertlerinin de araya girmesiyle hayatına devam etmeye başlar. Tacettin, oğlunu ve sevgilisini zaman geçse de unutamaz, birlikte çektirdikleri son resimlerine bakarak kendisini avutur. Ancak kasabaya tayini çıkan İstanbullu bir binbaşının kültürlü kızı ona evliliği düşündürmeyi başaracaktır. Yıllar geçer, Patricia ve Tacettin’in arasındaki hasret asla dinmez. Tacettin’in bir başka oğlu olsa da Ali’ye duyduğu özlemin yerini tutamaz. Öte yandan bu dokunaklı hikâyede anlatılan yalnızca âşıkların ya da babalar ve oğulların duyduğu hasret değil… Mübadillerin vatanlarına duyduğu hasret havasından suyuna toprağından en küçücük çiçeğine dek taşarken binbaşının kızı Behiye’nin geride bıraktığı İstanbul’a duyduğu hasret de dikkat çekiyor. Omorfia’nın ölmüş kocasına halen duyduğu hasretle, uzun küskünlük dönemleri sırasında Tacettin’in ailesinin, yanı başlarında olsa da ruhu uzaklarda olan oğullarına duyduğu hasret de kendini belli ediyor. Tan’ın romanının farklı okumalara açık olduğunu söylemiştim. Bu hikâyeyi zenginleştiren en dikkat çekici özellik ise kuşkusuz Tan’ın Anadolu gelenek ve göreneklerini bütün zenginliği ve detaylarıyla anlatması oluyor. Kız isteme ritüellerinden düğün sonrası yerine getirilmesi gereken âdetlere dek pek çok irili ufaklı kültürel zenginlik öykü boyunca karşımıza çıkarken İstanbul’un Batılı âdetleri ile Anadolu’nun yüzlerce yıllık gelenekleri arasındaki farklar da öykünün motifleri arasında yer alıyor. Bu güzel ve bir o kadar da dokunaklı hikâyede aşkın gücü belki sevenleri bir arada tutmaya yetmiyor, başka güçlere boyun eğmek zorunda kalıyor. Ancak yıllar geçse de, birbirinden uzakta yaşayan iki kalpte ilk günkü halini korumasıyla da aslında ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Tıpkı boyun eğmek zorunda kaldıkları bir güç nedeniyle, geri dönmemecesine vatanlarından uzağa gitmek zorunda kalsalar da hâlâ özlemlerini koruyan mübadillerin kalplerindeki vatan sevgisi ve hasreti gibi… ? Hasret/ Canan Tan/ Doğan Kitap/ 352 s. Canan Tan, iki kadın karakter aracılığıyla farklı bir okuma sunuyor bize. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1212