23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Işıl Özgentürk’le ‘Onların Sadece Türküleri Var’ üzerine ‘Tutku insanın kendisine sunduğu en değerli armağandır’ Işıl Özgentürk uzun bir aradan sonra yeni kitabıyla karşımızda. Yaşanan ama görülmeyen hayatları tek tek bulup çıkarmış, konuşmuş onlarla ve yaşamlarını yeniden yaratmış. Yazarla kitabını konuştuk. Ë Özge ÖZTÜRK itabınızı okurken, kendimi sizinle birlikte bir yolculuğa çıkmış gibi hissettim. O kadar çok insan hikâyesinde, o kadar çok farklı coğrafyalarda konakladım ki, bu çeşitlilik beni şaşırttı.Yapmak istediğiniz bu muydu? Yaşasın, demek ki, amacıma ulaşmışım. Yıllar önce yayımladığım “Alevin ve Ateşin İçinden, “adlı röportaj kitabımda ham halde bulunan röportajlarımı, yeniden hikâye üslubuyla yazdım. Hepsi tanık olduğum hikâyelerdi. Tanıklığımı bu kez, bir yolculuk olarak tasarladım. Elimde yüzlerce hikâye vardı. En sevdiklerimi seçtim. Hikâyelerdeki insanlar, en mahrem sırlarını sizinle paylaşıyorlar. Bunu nasıl başarıyorsunuz? Gazetemizde yayımlanan yazılarınızda da bu görülüyor. Bunun için özel bir davranış biçimi mi geliştirdiniz? Hiçbir özel davranış biçimim yok. Ben yazar olarak samimiyete inanan bir insanım. Ve sokağı severim. Çünkü sokak, bizi ele geçirmeye çalışan düzenin bütün unsurlarına rağmen, kendi bildiği yaşamı sürdüren bir yerdir. Sokaktaki insan, insana dair her şeyi yaşar. Âşık olur, kara sevdaya kapılır, adam öldürür, özler, sevdiği için fedakârlıkta bulunur, ihanet eder, onların hikâyelerine en çok üçüncü sayfada rastlanır. Ama fazlasıyla gerçektirler, ben ancak bu gerçekçiliğe, yazar olarak müdahale edebilirim. Onu değiştirmek gibi bir şansım yoktur, sadece okura en can alıcı bir biçimde bu gerçekliği sunarım. Her daim muhalif bir yazarsınız öyle değil mi? Muhaliflik yazarlık mesleğinin ve diğer sanat disiplinlerinin olmazsa olmaz özelliği hiç kuşkusuz, işimiz bize sunulan düzeni, bize sunulan ahlâk formlarını, bize sunulan yaşam biçimini sorgulamaktır. Bunun dışında var olmak mümkün değildir. Öte yandan sanat, yerleşmiş ön yargıları da sorgulamak ve sözünü söylemek zorundadır. Örneğin, Türk aile yapısının mükemmel olduğuSAYFA 10 ? 9 MAYIS K na dair bir ön yargı vardır. Hatta, “bizim çocuklar yoz Batılılar gibi uyuşturucu kullanmazlar, ensest bizim topraklarda çok enderdir…” gibi tuhaf, sorgulanmamış onlarca düşünce kalıbı bulabiliriz. Acaba bu mutlak bir doğru mu? Bal gibi bizim aile yapımız da her türlü insani olmayan unsurları barındırır. Şiddet kol gezer ve ne yazık ki, gençler arasında uyuşturucu kullanımı hızla artmaktadır. Bunlar son derece görülen gerçekler ama biz kendimizi kandırmakta çok ustayızdır. İşte ben en çok bu önyargıları sorgulamayı severim. Kitabınızda en acı verici bir hikâyenin içinde bile insanı gülümseten bir şeyler var? Sanki acıyı yumuşatmak isti yorsunuz ve mizah imdadınıza yetişiyor gibi... Keşke daha fazlasını yapabilsem. Şöyle durumlar vardır, bir olay, bir davranış biçimi canınızı çok yakmıştır. O anda dünya başınıza yıkılır, her şeyi kapkaranlık görebilirsiniz ama zaman geçtiğinde ya da bakış açınızı değiştirdiğinizde, aynı olaya kahkahalarla gülebilirsiniz de. İnsanoğlu böyledir, acıyı komiğe çevirmeye son derece yatkındır. Bu da bizi koruyan bir şeydir. Aksi takdirde, hepimiz karamsar suratlarla, kızgın dolaşan mahluklar olurduk. Hayat buna izin vermez. Acıya karşı, yaşadığımız örselenmeye karşı, en güçlü yandaşımız mizahtır. Mizah bize dayanma gücü verir, örneğin her zaman toplama kamplarındaki insanların, insana aykırı onca işkenceye nasıl dayandıklarını düşünmüşümdür. Gülerek! İçinde bulundukları durumu, bir mizah olayına çevirerek. Bugün ülkemizde işkenceden geçmiş onlarca insan var ama bu insanlar o günlerini anlatırken, kimi zaman kahkahalarla gülerler. Mizah ve gülmek bizim en önemli silahlarımızdır. Ne de olsa Nasrettin Hoca’nın torunlarıyız. KADINLARA DAİR HİKÂYELER Kitabınızda kadınlarına sanki pozitif ayrımcılık yapmışsınız, kadınlara dair hikâyeler daha çok. Öyle mi? Doğrudur ama pozitif bir ayrım yapmadım. Demek ki, kadınların daha çok hikâyeleri var. Şu erkek egemen düzenimizde, kadınlar daha çok ezilen, daha çok kırılan ve tabii daha çok öldürülen olmuşlarsa, bu da kitaba yansımıştır. Kitaptaki kadınlar, bu geniş coğrafyanın, bağlayıcı, değiştirici gücü olarak var olmuşlardır. Onlar kendileriyle dal Işıl Özgentürk’ün kitabında en acı verici hikâyenin içinde bile insanı gülümseten şeyler var. ga geçerler, onlar acayip âşık olurlar ve bugün hâlâ bu topraklarda herhangi bir bölünme olmadıysa, bu biraz da kadınların sağduyusuyla ilgilidir. Öte yandan kadınlar anlatmaktan hoşlanırlar. Yıllar önce Ürdün’de çölde, bir hafta geçirmiştim. Çöl ortasında, yılan ve akrebe karşı özel olarak ilaçlanmış bir çöl kampında kalmıştım. Bütün gün arkadaşlarla kıl çadırlarda oturuyorduk, çünkü kıl çadırın dışı yetmiş dereceydi, ancak akşamüstü çıkabiliyorduk, sonra bir gün kıl çadıra çok yaşlı ama çok yaşlı bir kadın geldi, yüzü dövmeli bir kadın, yanında onun gibi çok yaşlı bir adam, elinde bir ut. Kadın yere çömeldi ve adam udunun tellerine usulca dokundu. Kadın hiç bilmediğim bir dilde anlatmaya başladı. Muhteşem bir andı ve ben tuhaf bir biçimde kadının anlattıklarını anlıyordum. Büyülenmiş gibiydim ve bu muhteşem olay her gün yaşanmaya başladı. İşte o zaman, hayatımda hiç kimsenin yerinde olmak istemeyen ben, o kadın olmak istedim. Herhangi bir yerde çömelip, hikâyeler anlatan bir kadın. Siz şanslı bir kuşaktansınız, 68 kuşağından. Bunun yazarlığınızdaki, yaşamınızdaki etkileri ne oldu? Şimdi yıllar sonra geriye dönüp baktığımda, özellikle de yeni kuşakların üniversite yaşamlarını gördüğümde, “biz amma şanlıymışız” diye düşünüyorum. Geçenlerde Londra’daydım, vergilerde üç kuruşluk bir artış olmuştu ve bir buçuk milyon insan protesto yürüyüşündeydi. Sendikalar, sanatçılar, aklınıza kim gelirse yürüyordu. “Vergiler zenginler içindir!” diyerek. Bir de baktım, bir afiş, “ 68 asla geçmiş değildir, bugündür!”. Hemen afişin altında yürümeye başladım. Ve birden gençleştiğimi hissettim. Galiba o günlerde bir ışık, yeryüzüne değdi. Ve dünyanın gidişatını değiştirdi. Tüm önyargıları eritti ve büyük bir yaşam sevinci verdi ve dünyanın daha eşitlikçi ve özgür bir yer olabileceğine insanları ikna etti. Bana da kişisel olarak sokağı ve özgürlüğü sevmeyi öğretti. “Sayın başkanım” dememeyi öğretti. Yeryüzündeki her şeyden sorumlu olmayı öğretti. Ve yapıcı bir iyimserliği kalıcı yaptı Yeniden kitabınıza dönelim. Çok akıcı bir anlatımınız var ve yerel dile çok hâkim olduğunuz görülüyor. Bunun için özel bir çabanız oldu mu? Bu kendiliğinden olan bir şey ama bu kendiliğinden olan durumu için bazı yazarlara borçluyum, örneğin bir Orhan Kemal benim her zaman yol göstericim olmuştur. Onun yarattığı ve aktardığı dünyaya hayran olmamak mümkün değildir. Kişileri yanınızda hissettirir, sonra Yaşar Kemal, kıskandıracak kadar sözcüğe hâkimdir. Onun ve Fikret Otyam’ın röportajları benim her zaman başucu kitaplarım olmuştur. Bize yaşadığımız ülkeyi tanıtmışlardır, görüp anlama isteği uyandırmışlardır. Öte yandan, bir zamanlar TRT televizyonu için, Türkiye topraklarındaki efsa ¥ 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1212
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle