18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

neleri senaryolaştırmıştım, bu benim sözcük dağarcığımı besleyen önemli bir çalışma olmuştu. Ve asla Sevgi Soysal’ı unutmamam gerekiyor. Onun samimiyeti, beni fazlasıyla etkilemiştir. Ve muhteşem anarşistliği. Sevgi Soysal sizi öyle etkilemiş ki, onun Tante Rosa romanından esinlenerek, “Seni Seviyorum Rosa” adlı filmi yaptınız. O romanda sizi en çok etkileyen neydi? Yaşam sevinci. Bütün örselenmelere rağmen bir kadının kendini var etme çabası. Ama bugün çeksem, farklı bir biçimde çekerdim, içinde daha çok mizah olurdu. Demek ki, o zamanlar fazlasıyla örselenmiş bir haldeymişim. Mizah biraz uzak olmuş. ¥ KIRSAL ALANDA CİNSELLİK Çukurova’da pamuk toplayan kadınlardan biri size şöyle sesleniyor: “Anam, madem İstanbul’dan geliyorsun, her birimize bir koca getirseydin ya...” Ve başlıyorlar sizinle cinsellik üstüne konuşmaya, öyle rahatlar ki, insan bu kadınlar nerede diye sormadan edemiyor. Gerçekten, bu denli rahatlar mı? Evet, bakalım bu zor soruya nasıl yanıt vereceğim. Öncelikle şunu söylemek isterim, cinsellikten korkma, utanma, çevrenin ne diyeceği, kasabalarda, küçük kentlerin dar alanlarında önem kazanır. Mahalle baskısı buralarda kendini çok şiddetli hissettirir. Özellikle de kadın cinselliği adeta bir tabu gibidir. Ama kırsal alanda cinsellik, öyle utanılacak bir konu değildir. Kırsal alanda insanlar, belki de doğaya daha yakın oldukları için cinselliğini bir sorun haline getirmezler. Tabii, bu söylediklerimi çürüten pek çok töre cinayeti ve zorunlu intiharlar da bizim gündemimizdedir. Bu başlı başına incelenmesi gereken bir konu, ama gene de ben kırsal alanda insanların daha özgür olduklarını söylemeliyim. Varoşlarda da. Sanıların tersine, akıp giden bir cinsellik söz konusu. Örneğin, kentlerde kadınların büyük çoğunluğu kadın doktora giderken, tuhaf bir utangaçlık içindedir. Oysa köylerde bu böyle değildir. Bu alanda çalışan insanların bilgilerine bakılırsa, oralarda kadınlar kadın doktora rahatlıkla gider, dertlerini söylerler. Öte yandan, televizyon ve Sivil Toplum çalışmaları, gerçekten kadını değiştirmektedir. Artık kendi bedenlerimize, kendi cinselliğimize sahip çıkmayı öğreniyoruz. Bu da çok sevindirici bir durum. Ama sizin kadınlarınız entrika da biliyor... Entrika zekâyla ilgili bir şeydir. Zamanla geliştirilir. Bunu tüm kadınlarda görebiliriz. Ünlü Meksikalı yazar Octavio Paz, Meksika kadınları üstünde yaptığı bir araştırmanın sonuçlarında şöyle der: “Sessizliğe, ikinci sınıf vatandaş olmaya koşullandırılan kadın, zaman içinde farklı politikalar üreterek, var olan düzende söz sahibi olmayı dener.” Evet, buna da entrika deriz. Örneğin, erkekler hâlâ analarının seçtiği kadınlarla evleniyorlar. Ana sanki hiçbir şeye karışmamış gibi duruyor ama kızı beğenen, oğluna tavsiye eden genellikle onlar. Kocalarından habersiz ev harcamalarını akıllıca yönetip, kendine altın düzenler de kadınlar. Hele de bizim gibi, kadının daha çok çalıştığı, emek ürettiği bir toplumda, kadının sözünün geçmemesi imkânsız. Ama sessizce, erkeğin egosunu okşayarak. Bu kadınların acılı tarihlerinden öğrendikleri bir şey... Hikâyelerinizin birinin başlığı şöyle: “Olacaksan Seyro ile Şemmuz gibi âşık ol!” Gerçekten artık böyle aşklar kaldı mı? Yoksa siz tutkuyu çok mu yüceltiyorsunuz? Ben kişisel olarak, tutkunun, patolojik bir olaya dönüşmediği hallerine taparım. Çünkü insanoğlunun yaşamında tutku olmasaydı, şimdilerde elde ettiğimiz inanılmaz zenginliklere asla sahip olamazdık. Tutku, insanı özgürleştirir, çevresini tanımasını sağlar. En çok da kendini. Aşkın en yoğun biçimi olan tutku, bize delice şeyler yaptırır. Hesapsız kitapsız şeyler. Orada ne kariyer hesapları kalır ne de toplum kuralları dediğimiz kurallar. Tutku ve aşk insanın kendini anarşist olarak ilan etmesinden başka bir şey değildir. Çok haklı olarak, artık öyle aşkların kalmadığından söz ediyorsunuz. Doğrudur, bizi birer tüketim hayvanı haline getiren toplum yasaları, aşkı da bir tüketim aracı haline dönüştürmüştür. Bize her alanda korkak ve tüketici yapmıştır. Bu da insanlık için en acılı durumdur. Bu nedenden ben delileri çok severim. Aşktan aklını kaçıranları da, toplumun sunduğu yasaları çiğneyenleri de. Çünkü tek bir meselemiz vardır, insanın özgürleşmesi. SONSUZ SEVGİ... Sizinki bir ütopya değil mi ? Ütopya olmadan yaşamanın bir anlamı yoktur benim için. Hepimiz bir şeylere inanırız. Kimimiz tanrıya, kimimiz doğaya, kimimiz aşka. İnandığımız şeyler uğruna mücadele ederiz. Kitaptaki insanlar da bilinçli ya da bilinçsiz bunu gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Tabii ki, acı olacak, hüzün olacak ama sevinç ve neşe ve aşk da olacak. Hikâyelerden Güneydoğu’yu çok sevdiğiniz ortaya çıkıyor, acaba oralarda daha çok hikâye bulduğunuz için mi, bu sevgi neredeyse sonsuz? Muhtemelen bu sevgi benim çocukluğuma uzanıyor. Ben Antepliyim, ve on beş yaşıma kadar, Antep ve çevresi benim tüm kişiliğimi oluşturdu. Fıstık tarlalarında yapılan katmerli kahvaltılarla büyüdüm ben. Arap kadınlarının güzelim aşk şarkılarıyla büyüdüm. Binbirgece masalları gibi masal anlatan Kürt kadınlarının yanı başında merakla dinleyen bir küçük çocuktum ben. Hep öyle kalmaya çaba gösterdim. Tek tutkum da bu olsa gerek. Bu uzun röportaj için teşekkür ederim. Söyleyeceğiniz bir son söz var mı? Var, şöyle, ben derim ki, hayat her zaman sanattan bir adım öndedir. Bizim işimiz de onu kovalamak. Kimi zaman tökezleyebiliriz, kimi zaman canımız acıyabilir, kimi zaman kahkahalarla güleriz. Ve her zaman küçük bir çocuk gibi hayret içindeyizdir. Bitmeyen bir hayret. ? Onların Sadece Türküleri Var/ Işıl Özgentürk/ Aya Kitap/ 208 s. 9 MAYIS 2013 ? SAYFA 11 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1212
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle