Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y yüzyıldan 20. yüzyılın ilk çeyreğine uzanan sahne yaşamıyla yalnızca Parislileri değil, nerdeyse tüm bir Avrupa ve Amerika’yı da etkileyen Sarah Bernhardt, Victorien Sardou’nun “Théodora”sında Bizans imparatoriçesini canlandırdığında yıl 1884’tü. Arthur Gold ve Robert Fizdale’in, Türkçesi kısa bir süre önce yayımlanan “Sarah Bernhardt” yaşamöyküsünde (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) “görkemli bir zırvalık” olarak niteledikleri “Théodora” 6. yüzyıl Konstantinopolis’inde geçiyordu. Bernhard, bundan tam dört yıl sonra, 1888’de, Osmanlı İstanbul’una gelerek Yıldız Sarayı’nda temsiller verecek, Sultan II. Abdülhamid’den ihsanlar alacaktı. Ne var ki, Abdülhamid İstanbul’unun, Bernhardt’a gösterdiği cömertliği, Edmond Rostand’ın 1897’de yazdığı “Cyrano de Bergerac” oyunundan esirgediği; sultanın, zamanla tiyatro klasikleri arasına girecek bu oyunu yasaklattığı söylenir. Yasaklamanın nedeni de, söylentiye bakılırsa, Cyrano’nun koca burnunun padişahın büyük burnunu çağrıştırmasıdır. Ne kadar doğru, bilmiyorum; ama bir söylentiden öteye geçmese bile, Abdülhamid’in alabildiğine güçlendirdiği mutlakiyet yönetimi düşünüldüğünde, gerçeğin mitologyasına uygun düşer gibidir. Bana kalsa, yasaklatmazdım. Yalnızca yasaklamanın her türlüsüne karşı olduğum için değil, Rostand, Cyrano’nun koca burnuna övgülerin en güzelini düzdüğü için de… Filozofluktan da silahşorluktan da geri kalmayan şair Cyrano, kendisine musallat olan bir Yapışkan’a dersini verirken, “Burnum muzzamdır, / Öyle eksik değildir, ihtişamıyla tamdır” der. “Yassı burunlu aptal, küt burunlu budala! / Ben iftihar ederim böyle bir fazlalıkla. / Çünkü büyücek burun sevimli, iyi, nazik, / Mesela benim gibi, gönlü açık, başı dik / Bir insanda bulunur, yoksa sizlerde değil. / Bunu iyice öğren, sonra karşımdan çekil. / Mesela şu tokadım, / Ne bulur ki bu yüzde? / Bu yokuşu olmayan, bu eğri büğrü düzde…” Ama, burnunun “ihtişamıyla” dalgasını geçmekte de kimse eline su dökemez Cyrano’nun: “… Halbuki neler, neler, / Söylenecek! Asıl iş edada. Mesela bak, / Hoyratça: ‘Burnum böyle olsaydı mösyö, mutlak / Dibinden kestirirdim!’ Dostça: ‘Yana yatmaz mı? / Senden önce davraSAYFA 6 ? 16 MAYIS eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Sabri Esat Siyavuşgil’in ‘Cyrano de Bergerac’ çevirisi yeniden yayımlandı ‘Burun’ bahane, çeviri şahane 19. nıp kadehine batmaz mı?’ / … Pürneşe: ‘Birader, şu / Koskocaman burunla tütün içince, komşu / Yangın var! Demiyor mu?’ / … Şairane: ‘Ey burun, bütün cihana inat, / Seni baştan aşağı nezle etmeye kadir / Tek rüzgâr bulunamaz, karayel müstesnadır!’…” Gelgelelim, olanca nüktedanlığına karşın Cyrano da Abdülhamid kadar hoşgörüsüzdür “burun” konusunda. Kendisi kendi burnunu sarakaya almaktan çekinmez ama, burnuyla başkalarının alay etmesini asla hoşgörmez: “Ağzınızdan çıkmaya daha olmadan kısmet / Bunlardan bir tekinin başlangıcı, / Karşınıza çıkardı Bergerac’ın kılıcı! / Ben bunları söylerim, oldukça belagatle! / Başkasından dinlemem fakat bir tekini bile…” UNUTULMAZ ÇEVİRİ Birinci Dünya Savaşı öncesinde Fransa’da romantik tiyatronun gecikmeli örneklerini vermiş olan Edmond Rostand’ın “Cyrano de Bergerac”ının o unutulmaz Sabri Esat Siyavuşgil (190768) çevirisinin yeni basımı, bu kez, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi’nden çıktı. “Cyrano”yu okumamış olanlar için (Siyavuşgil çevirisini okumamış olanlar için de denilebilir) kaçırılmaması gereken bir fırsat bence. 1920’lerin sonlarına doğru, Yaşar Nabi Nayır ve Ziya Osman Saba’yla birlikte Yedi Meşaleciler arasında yer alan Siyavuşgil’in 1940’ların başında yapmış olduğu “Cyrano de Bergerac” çevirisi için fazla söze gerek var mı? Siyavuşgil’in, Rostand’ın Fransız dilindeki söz ustalığını benzer bir ustalıkla Türkçeleştirdiğini söylemek yeterli belki de. Cyrano’yu Türkçe konuşturur Siyavuşgil, “çevirmenliğin” ötesine geçer, “Türkçe söyler”. Bir edebiyat yapıtını çevirirken, hem yazarın biçemine, yapıtın ruhuna bağlı kalmak hem de çevirdiğiniz dilin hakkını vermek zordur. Bunu, sözcüklerle kurulan bir ses ve imge dünyası yaratan şiirde ya da gündelik konuşma dilinin tüm olanaklarını ve oynaklıklarını içeren oyunda yapmak daha da zordur. Hele o oyun koşuk diliyle yazılmışsa… Örnek derseniz, Can Yücel’in, Shakespeare’in “Bir Yazdönümü Gecesi Düşü” adlı oyunundan yaptığı “Bahar Noktası” çevirisi gelir aklıma. Bu çevirinin yıllar önce bir yayınevinde editörlüğünü üstlendiğim basımında, Can Yücel için “Türkçe söyleyen” demeyi bile bırakmış, kitabı “William Shakespeare/Can Yücel” diye yayımlamıştım. Can Yücel, Shakespeare’in yapıtını Türkçede o denli büyük bir ustalıkla yeniden yaratmıştı ki, benim bu yaptığımın abartılı bir yanı olmasa gerekti. Benzeri bir ustalık ve yaklaşımın ürünü olan “Cyrano” çevirisinin kapağına da “Edmond Rostand/Sabri Esat Siyavuşgil” yazılsa yeridir sanırım. İlk kez 1897’de Paris’te dönemin ünlü oyuncusu Constant Coquelin’in oynadığı Cyrano’nun büyüleyici tiradları, bizde, Siyavuşgil’in Türkçesiyle üç kez yankılanmıştı sahnelerde, anımsadığım kadarıyla. Cyrano rolü, 1970’lerde İstanbul Şehir Tiyatroları’nda Mücap Ofluoğlu’nun, 1980’lerde Kent Oyuncuları’nda Müşfik Kenter’in, 1990’larda da İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda Bülent Emin Yarar’ın seyir defterlerine, onları izleyen seyircilerin de belleğine özel harflerle yazılmıştır. Ama Cyrano’nun dünyada da pek çok oyuncunun yaşamında ayrıksı bir yeri vardır. Örneğin, bugün pek çokları, José Ferrer’i Broadway’deki ve beyazperdedeki Cyrano’suyla anımsar. Sonra, Cyrano’yu İngilizce oynayanlar arasında kimler yoktur ki: Ralph Richardson, Derek Jakobi, Richard Chamberlain, Christopher Plummer, daha yakınlarda Kevin Klein… Yedinci Sanat’tan iki ilginç örnek verebilirim: Tıpkı büyük usta Akira Kurosava’nın 1957’de Shakespeare’in “Macbeth”ini eski Japonya bağlamına uyarlaması gibi, Hiroşi İnagaki de 1959’da “Cyrano de Bergerac”ı “Usta bir Silahşorun Yaşamı” adıyla samurayların dünyasına uyarlamış; üstelik Japon Cyrano’yu Kurosava’nın da gözde oyuncularından Toşiro Mifune oynamış. Toşiro Mifune’nin Cyrano’sunu seyredemedim, belki bir gün bir yerden bulur izlerim. Ama Fransız yönetmen JeanPaul Rappeneau’nun 1990’da çektiği “Cyrano”da Gérard Depardieu’yü pek çok sinemasever gibi ben de izleme olanağı bulmuştum. SİYAVUŞGİL’İN ÖNSÖZ’Ü Rostand’ın, “Cyrano de Bergerac” oyununu, 17. yüzyılda yaşamış şair ve yazar Cyrano de Bergerac’tan esinlenerek kaleme aldığı söylenir. Kimilerine göre, oyundaki Cyrano ile Cyrano de Bergerac arasında ad benzerliğinden başka bir bağlantı yoktur. Dönemin tarihçileri ise, “Cyrano”yu, yazar Cyrano de Bergerac’ın birebir yaşamöyküsü sanarak, Rostand’ın hemen her dizesinde tarih sürçmeleri aramışlardır. Bu konudaki en iyi açıklama, sanırım, çevirisinin başına nefis bir de önsöz yazan Siyavuşgil’den gelmiştir: “Allameler hep haklıydı. Fakat biricik hataları Cyrano piyesini manzum bir tercümei hâl zannetmek olmuştu. Rostand’ın Cyrano’su bir tipti, bir karakterdi, yoksa 17. yüzyılda yaşayan mahut Cyrano’nun kopyası değildi. Rostand’ın Cyrano’su, tarihin Cyrano’sundan belki yalnız burnuyla aya seyahatini almıştı. Fakat buna karşılık ona neler vermemişti ki!..” Dönüp dolaşıp “burun”a geldik yine ister istemez. Evet, pek çok yeteneği olmasına karşın burnu çok büyük olduğu için hiçbir kadının kendisini sevmeyeceğine inanan Cyrano’nun duygusal gelgitleri çevresinde gelişir Rostand’ın oyunu. Ama “burun” bahanedir belki de. Cyrano’nun asıl kaygısı, yitmekte olan değerler, erdemler değil midir? Böyle bakıldığında, bir Don Quijote’lik de yok mudur Cyrano’da? ? Fransız yönetmen JeanPaul Rappeneau’nun 1990’da çektiği “Cyrano”da Gérard Depardieu oynadı. 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1213