29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İçimizdeki çocuklara ve siyah İngilizlere adanmış bir roman: Boş Koltuk “Küçük bir kasaba hakkında büyük bir roman” diye tanıtılan Boş Koltuk’ta J. K. Rowling bu kez büyüklerin dünyasına, büyüklerin dünyasındaki çocuklara, büyüklerin içinde hâlâ kaybolmayan çocuk kırılganlıklarına bir enfraruj gözlükle bakıyor. Onları soyup gözler önüne seriyor. Bütün büyük romanların yapabildiği şeyi yapıyor, bizi kendimizle yüzleştiriyor ve her şeye rağmen çocuklar bu kitabın da gerçek kahramanı. Ë Aycan Aşkım SAROĞLU flah olmaz bir J. K. Rowling hayranı olan ben Boş Koltuk’u elbette dört gözle bekliyordum. İlk Harry Potter yayımlandığında, 30’lu yaşlarımı sürüyordum, sonra dünyadaki milyonlarca çocukla beraber bir sonraki Harry Potter kitabını bekleyen milyonlarca yetişkinden biri oldum. “Yetişkinler de Harry Potter Okuyor” diye bir haber bile yaptım çünkü Harry Potter okumak depresyonu geçirmekte Prozac kadar etkiliydi bana sorarsanız! Harry Potter’ın neden bu kadar özel olduğuna dair bugüne kadar ciltler dolusu yazı yazıldı ama ben Rowling’in “yetişkinler için yazılmış” romanı Boş Koltuk’u okuyunca bir gerçeğin yeniden farkına vardım çünkü müthiş bir yazardı Rowling... Bunu bir kez daha anladım. Bence Rowling’in bu denli fenomen olmasının nedeni, onun sadece olağanüstü bir fantastik dünya yaratabilme yeteneği değil, aynı zamanda insan ruhunun derinliklerine mahir bir dalgıç gibi dalabilmesi, yaşadığımız dış dünyayı da iç dünyayı da muhteşem bir şekilde resmedebilen çok büyük bir yazar olması. Kitaptaki şu satırlar bile Rowling’in insanın içine bakabilmek ve bunu dile getirebilmek konusunda usta bir sözcük büyücüsü olduğunu anlatıyor: “Şişkonun geri kazanmak istediği şey bir çeşit masumiyetti. Bu uğurda seçtiği yol çelişkili biçimde güya kötü olan şeylerden geçse de Şişko’ya sahiciliğe, bir çeşit saflığa giden tek yol gibi geliyordu... Şişko başkalarının söylediği şeyin tam tersine inanırsa gerçeğe ulaşacağını düşünmeye başlamıştı. Karanlık labirentlerde yolculuk etmek, kendi içinde pusuya yatmış tuhaflıkla boğuşmak istiyordu; sofuluğun ardındaki ikiyüzlülüğü ifşa etmek istiyordu, tabuları yıkmak, kahrolası kalpleri sıkarak içteki bilgeliği dışarı çıkarmak istiyordu”... ÜZERİNDE GÜNEŞ BATMAYAN PAGFORD KASABASI Boş Koltuk bütün büyük romanların yapabildiği şeyi yapıyor, kendimizle yüzleştiriyor bizi. Evet, burası Muggle’ların dünyası, Petunya Teyze ve Vernon Enişte, oğulları Dudley gibileri var ama onlar da zaten biraz biz değil miyiz? Kendini beğenmiş, dar kafalı, büyüklük komSAYFA 4 ? 11 NİSAN İ pleksi içinde, ötekine tahammülsüz, sevgisiz, tutucu, fanatik... Romanda adı geçen Pagford ve Yarvil yan yana duran iki kasaba ve aralarında sorunlu bir alan var: Fields... Bütün kıyametin koptuğu yer burası, çünkü orası Araf! Pagford üst orta sınıf ve zenginlerin yaşadığı bir kasaba, Fields ise kaybetmişlerin, batakta açmayan güllerin, ötekilerin, yoksulların, siyah İngilizlerin alanı, varoşun kıyısı... Zengin Pagford kasabasına yapışmış bir ‘sülük...’ Fields Yarvil’e değil Pagford’a bağlı olduğu için vergilerini Pagfordluların ödediği bir yer. Uyuşturucunun, depresyonun, fuhuşun ve umutsuzluğun olduğu bir ara dünya! Burada bir de uyuşturucu kliniği var, bağımlılar burada tedavi görüyor. Pagfordlular Fields’den kurtulmak istiyor, onu Yarvil’llerin başına atmak istiyorlar ve bu kliniğe de karşılar, onlara göre zaten kayıp olanların kurtarılacak bir şeyleri de yok... Bırakınız batsınlar... Kıymetli Pagford sakinleri Fields’tan kurtulurlarsa daha güzel, daha mutlu, daha bütünlüklü, daha soylu olacaklarını umuyor. Aslında kendi hayatlarındaki kofluğu ve boşluğu da görmelerini engelliyor bu savaş. Bir bilseler! Bütün kayıplarının, sıkıcı hayatlarını, gerçekleşmeyen düşlerinin sorumlusu Fields’mış gibi davranıyorlar. Artık onları ‘beslemek’ istemiyorlar. Zaten Boş Koltuk’un hikâyesi de bu iki ayrı dünyayı birleştirmeyi başarmış bir adamın ölümüyle başlıyor: Belediye meclisi üyesi Barry Fairbrother’ın beklenmeyen ölümüyle... Henüz 40’larının başındaki Barry’nin beklenmedik bir şekilde, beyin kanamasıyla gelen ani ölümü bütün kasabayı dehşete düşürüyor. Ardından herkes Barry’nin (Rowling kahramanına Barry ismini vererek sevgili Harry’sine bir selam yolluyor belki de) belediye meclisinde bıraktığı boş koltuğa oturup Pagford’u istedikleri gibi yönetme düşleri kurmaya başlıyor. Aslında kurdukları düş kendi gerçekleştiremedikleri mutsuz hayatlarını ikâme eden mükemmel bir Pagford yaratma düşü. Barry Fairbrother aslında siyahla beyazı birleştiren bir adam. Fields doğumlu olsa da iyi eğitim alıp sınıf atlamayı başaran ve şans verilirse herkesin bunu başarabileceğine inanan bir adam. Bütün ça2013 Rowling’in fenomen olmasının nedeni, sadece fantastik bir dünya yaratabilme yeteneği değil, aynı zamanda yaşadığımız dünyayı da iç dünyamızı da resmedebilen bir yazar olması. baları bu iki dünyayı kaynaştırmak üzerine kurulu bir savaşçı. Bu amaçla bataklık gülü, annesi fahişe ve uyuşturucu bağımlısı, sorunlu ergen Krystal Weedon’a kol kanat geren, onu kürek takımına alan, ona şans veren bir adam. Bu arada Krystal Weedon karakteri için J.K. Rowling’in “Kucaklamak istediğim karakter” dediğini de söylemeden geçmeyelim. Romanı okuyunca bu duyguyu paylaşıyorsunuz, Krystal’in bütün o gerçek yoksulluğun yarattığı şiddetin yalayıp yuttuğu hayatında, içinde derinden parlayıp sönen sevme ve sevilme duygusunu görebiliyorsunuz çünkü. Krystal’ın Barry Fairbrother’dan başka tutunabildiği tek insan olan ninesiyle ilgili duygularına baktığınızda onun ruhundaki derin umutsuzluğu da görebiliyorsunuz. “Krystal’ın karnında hissettiği korku, çırpınan bir cenin gibiydi. Cath Nine’nin giderek yaşlandığını, güçten düştüğünü biliyordu. Ama onun kendini toplayacağını ve epey uzun sürmüş gibi görünen altın çağına döneceğini ummuştu her nedense. Kadının saçlarının yeniden siyahlaşacağını, omurgasının dikleşeceğini ve hafızasının sivri dili gibi keskinleşeceğini ummuştu. Cath Nine’nin öleceğini düşünmemişti hiç. Krystal’ın hiçbir yakını yaşlılıktan ölmemişti…” KİBİR VE ÖNYARGI Arnavut kaldırımlı meydanı ve eski kilisesiyle Pagford’da zenginler fakirlerle, gençler anne babalarıyla, kadınlar kocalarıyla, doktorlar hastalarıyla, öğretmenler öğrencileriyle çatışma halinde. Barry Fairbrother’ın ani ölümü ile boşalan belediye meclisindeki koltuk yıllardır süren bu gizli ve soğuk savaşın artık açığa çıkmasına ve savaşın sıcak çatışmaya dönmesine neden oluyor. Birer birer karakterleri tanımaya başlıyoruz: 60’lı yaşlardaki Pagford fanatiği, belediye meclisinin başkanı Howard Mollison; Howard’ın karısı, daima ‘uy gun’ bir eş ve yurttaş olmayı kafaya takmış Shirley; oğulları hırslı avukat Miles; Miles’ın cinsel tatminsiz içindeki karısı Samatha; travmatik çocukluğunun yaralarını iyileştirememiş, eroin bağımlısı Terri; Terri ve küçük kardeşi ile yaşamak zorunda kalan, çaresiz genç ergen Krystal; obsesif kompulsif okul müdürü Colin Wall; rehber öğretmen olan karısı Tessa Wall; Colin ve Tessa’nın evlatlık oğlu, okulun popüler ancak korkulan çocuğu Şişko; şiddet yüklü babası Simon’dan nefret eden ve genç ergen düşleriyle oyalanan Andrew Price; sosyal sorumlu Kay Bawden ve kızı Gaia; Pagford’un Hint kökenli doktoru Parminder Jawanda, onun kendisini çirkin ve istenmeyen çocuk gibi gören kızı Sukhvinder Jawanda. Romanda ilerledikçe yavaş yavaş kapı komşunuz gibi görmeye başladığımız bu karakterlerin birçoğuyla fazlasıyla ortak yanımız olduğunu keşfediyoruz; kiminin travmatik çocukluğuyla, kiminin gelecek beklentisiyle, kiminin kendisini sevmeyişiyle, kiminin o küçük kasabadaki darlık, sıkışmışlık hissiyle kendimizi özdeşleştiriyoruz. Evet, Pagford’lular bize de benziyorlar ama aynı zamanda Pagford İngiltere’nin minyatür bir fotoğrafını da çekiyor... Birbirine tahammül göstermek istemeyen hayatların fotoğrafı bu; ötekini istemeyen mağrurluğun yuvarlandığı hiçliğin resmi; iyileşmeyen ve giderek hastalanan bir toplumsal anlayışın, bir sevgisizliğin. Yoksullukla ötekileştirmenin kapışması, debdebe arayışı ve kibrin zalimliğe ve felakete dönüşmesi. Bu sadece hayali kasaba Pagford’un değil, sadece İngiltere’nin de değil, bütün dünyanın sorunu. Bütün büyük romanların yaptığı gibi Rowling yerelden evrensele şahane bir biçimde açılıyor. Pagford ne kadar küçük görünürse görünsün dünya kadar büyük bir yer... İçinde yaşayanların küçük hesapları, umutsuzlukları, fesatlıkları, çaktırmadan yaptıkları kötülükleri, sahte hayatları, ‘mış gibi yapmaları’, gösterişçilikleri, hoşnutsuzlukları, acımasızlıkları, ötekine tahammülsüzlükleri, kendi küçük varoluşlarına yapışmaları, üstünlük taslamaları, acımasızlıkları, içlerindeki şiddet, cinsel tatminsizlikleri, sevgisizlikleri, korkularıyla bütün büyük şehirleri, ülkeleri, dünyanın kendisini anlatıyor. Kitabın bir başka unsuru da çocuklar. Evet, bu kitapta da Rowling’in çocukları başrolde... Çocuklar hem gerçek, yalnız, kayıp, öksüz çocuklar olarak, hem içimizdeki yalnız, kırgın çocuklar olarak varlar kitapta. Bazı yaraların deşilmesine onlar sebep oluyor, cerahatlerin akabilmesi için gereken yüzleşmeler çocukların teknoloji becerileriyle mümkün kılınıyor... Tıpkı Harry Potter’da olduğu gibi bu romanda da annesi babası olsun olmasın sanki bütün çocuklar öksüz! Bu Muggle dünyasında yine çocuklar her şeye rağmen, bir kahraman, bir umut ışığı oluyorlar. Bütün yüzleşmelerin ardından, bütün boyaların ve sahteliklerin akışından sonra yeni bir dünya kurabilme, siyah ve beyaz dünya arasında bir köprü kurabilme şansı da onların elinde. Çünkü hâlâ içlerindeki sevgi ciddi bir dönüştürme potansiyeli olarak duruyor, yetişkinlerin aksine... ? Boş Koltuk/ J.K. Rowling/ Çeviren: Dost Körpe/ Doğan Kitap/ 592 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1208
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle